Şiir sevdalıları anımsayacaktır şair Bülent Güldal’ın Mayıs 2020’de çıkan ‘İçli Bir Türküdür Ömür’ adlı kitabı için onunla söyleştiğimizi; geçenlerde de Osman Serhat Erkekli ile ortak ‘Beton Ağaçlar Altında’ (Klaros Yayınları/İst.) ve kendisinin ‘Yağmur Salkımları’ (Kafekültür yayınları/İst.) adlı şiir kitapları yayımlandı. Bu yüzden onunla yeni iki kitap ve şairlik, şiir üzerine söyleştik.
Sevgili Bülent, 2020’de dört şiir kitabın peş peşe çıktı. Yılın verimli, üretken şairlerindensin. Öncelikle tebrik etmek ve sormak istiyorum: Neden bu acelecilik ve niçin 2020?
“Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları” diyor ya değerli şair Behçet Necatigil, şiirle içli dışlı olan yani şair olan için geçerli bu söz. Geçmiş yılların bilinçli birikimi bir anda patlamalarla geliyor. Gözüne ilişen her nesnenin şiir dilini işitiyorsun. Pencerene gelen bir kumrunun, ayaklarına dolanan bir kedinin, önün sıra giden bir güzelin rüzgârı şiir fısıldıyor. Türevi olduğumuz doğa başlı başına bir şiir. Yüzümü topluma döndüğümde: Dünyayı mezbahaneye çeviren sorunlular arasında yaşayan sağlıklı insanın duygu ve düşüncesinin alabora olmaması olası mı? Bataklık suyunu kevser niyetine içenlerin iniltileri duymazdan gelinebilir mi? Gözlerinizin önünde olanlara sırt çevirip de ‘iç bade sev güzel’ türküsüyle ömrünüzü tüketebilir misiniz? Bu soruların yanıtı evetse, birkaç damla küflü sudan başka bir şey kalmayacaktır avuçlarınızda, şiir adına ve acelecilik olduğunu da düşünmüyorum; bir rastlantı peş peşe olmaları.
Son şiirlerinde doğa, insan, aşk iç içe. Bu kombinezon insanın varoluş macerasını mı anlatıyor sence? Ne dersin?
Farkında olmadan bütün kitaplarımın isimlerini doğaya ilişkin koydum; Dördüncü Cemre, Durgun Sis, Anası Okyanus, Sabaha Biriken, Yağmurkuşunun Türküsü, Şakayık Şelâlesi, Şehla Menekşe, İçli Bir Türküdür Ömür Güz Dallarının Dilinden ve Yağmur Salkımları. Bir de şair dostlarla yazdığımız ve kitaplaşan ortak şiirler var; Şiirtüven Sofrası Ezgileri (Ahmet Uysal- Ahmet Günbaş ile), Beton Ağaçlar Altında (Osman Serhat Erkekli ile). İnsanı doğanın dışında düşünmek, ona ayrıcalık tanımak bana göre anlamsız. İnsan da bütün kımıltıların içinde, kendine özge bir figür. Doğayı parçaladığı oranda yaşamı adına onarıyor, diğer canlılar gibi. Artı eksi sonsuzun içinde yeni tanrılar icat ediyor kendine. Öyle bir zaman geliyor ki bunlardan vazgeçmesini de biliyor. İnsanlık merdiveni diyorum bu duruma ben. Şu an kaçıncı basamağında olduğumuz tartışılır ama bir gerçek var ki, aşağılardayız hâlâ.
Şiirin/şairin taşralılığı gibi bir dillendirme dolaşır durur edebiyatın başkentlerinde yaşayan kimilerinin ağzında, bunun için ne söylersin Burhaniye’de yaşayan, üreten biri olarak?
Senin bir sözün var: Taşrasını kafasında taşımak diye. Belki onlar görünür olmak, yayımlatmak açısından birçok olanağa sahip olabilir ama yazmak, şairlik bir sebeple ikâmet ettiğimiz yerle ilişkili değildir bence. Yani bu iletişim çağında nerede olursak olalım, kafatasımızın içindeki beynimizin açlığını doyurmalıyız önce. Bize öğretilenlerin doğru olup olmadıklarını araştırmalıyız. Yaptığımızı önemsemeliyiz. Doğumumuzdan itibaren kuşatıldığımız değerlerin içinden benimsemediklerimizi, aklımızda soru işaretleri oluşturanları elimizin tersiyle itme cesaretini bulana kadar birer kitap kurdu olmamız gerekiyor. Aklımızın ıssız ovaları ancak böylelikle dal budak salar, bereketlenir. Ayrımına varmadan incelir duygularımız. Sonra, bir dağ başında bile, aşka ve şiire giden yolun izini sürebiliriz. Bu noktada, şiir yalnızca bilgi işi midir, diye sorulabilir; zır cahil birinin yazacaklarının da şiir olduğunu kimseler iddia edemez. Böyle birinin aşkı da, sözü de, ömrü de kısırdır.
Diyeceğin başka bir şey var mı desem…
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az misali tek diyeceğim bu söyleşi için teşekkür ediyorum sevgili, daha ne olsun.