Ahu Güngör Ağca’nın ilk romanı Af, “çağdaş” ve “modern” gibi kategorik tanımlara sıkıştırdığımız kadınların dışarıdan görünene hiç de benzemeyen hikâyesini iki yakın dostun hayatı üzerinden anlatıyor.
Köklü bir televizyon kanalında muhabirlik yapan Zuhal ile restoran sahibi arkadaşı Leyla’nın başlarından geçenleri aslında, günümüz Türkiye’sinin bir okuması olarak görmek mümkün. Kariyer sahibi, kendi ayakları üzerinde duran bu iki kadın, biçim değiştirse de bir şekilde hayatlarımıza farklı yollarla nüfuz eden şiddetin öznesi haline geliyor. Büyükşehir yaşamının gündelik koşturmaları arasında hayatları benmerkezci bir duruşa sürükleyen düzende biri diğerinin başından geçenleri fark etmiyor bile. Ta ki konu ölüm kalım meselesine dönüşene dek. İşte bu noktada okura kendini sorgulatan, okudukça endişelendiren ve yoğun “katharsis” duyguları yaşatan bir okuma deneyimi ortaya çıkıyor.
Zuhal’in iç sesi, edebiyat tarihinde “çatı katındaki deli kadın”ın bir temsili gibi okunurken, dışarıda güçlü, içindeyse kırgın bu kadın kendini var etme mücadelesi veriyor. Kitabın en önemli unsurlarından gibi görünen aşk ise Zuhal ve Leyla karakterinin kurucu öğesi oluyor; bazı şeyler aşk uğruna görmezden geliniyor, geçer düzelir deniliyor. Öte yandan baştan sona kaybettiği aşkını arayan melankolik bir karakter olarak Zuhal, edebiyat tarihinde hep erkeğe atfedilen o melankoliyi de sahipleniyor, zihninde yaptığı yolculuklarla kimliğini bulmaya çalışıyor.
Zuhal işinden oluyor, alıp başını gidiyor, ama köklerine dönmeden de edemiyor. Şiddet görüyor, tacizle mücadele ediyor ama sonunda başı dik, en kırıldığı yerinden vurulan dostunun yanında ve aşkına da kavuşuyor. Şimdi Zuhal ve Leyla yeniden başlayacak, önce “kız kardeşlik” diyecek, bu ülkenin bütün hayatta kalmayı başarmış kadınlarının hikâyesini anlatacak.
“İnsan önce kendini affetmeyi başarabilmeli, yeniden başlamak için…”
Af romanı Türkiye gündemini her zaman meşgul eden ve son yıllarda özellikle ayyuka çıkan kadına şiddet konusunu iki kadın arkadaş üzerinden ele alıyor. Şiddetin sınıfı, yaşı, mesleği olmadığını ve erk sahibinin okumuş, eğitimli olmasının hiçbir şey değiştirmediğini gözler önüne seriyor. Bakıp da görmeyi reddettiklerimiz, yapabilecekken yapmadıklarımıza bir isyan niteliğinde olan roman, başkarakteri Zuhal’in nezdinde, bu topraklarda yaşayan kadınların dünü, bugünü ve yarınından bir kesit sunarken, onun öncülüğünde çuvaldızı önce kendine sonra hepimize batırıyor. Ahu Güngör Ağca’nın akıcı yazım dili, gerçekçi diyalogları, seçtiği mekânlar ile gerçeklik hissi pekişiyor ve okur kendini “Benim arkadaşımın da başına geliyor olabilir mi?” sorusuyla baş başa buluyor. İlk romanında abartıya kaçmayan kurgusu ve karakterleriyle edebiyat dünyasına sağlam adımlarla giriş yapan Ahu Güngör Ağca’nın ismi daha çok kereler karşınıza çıkacak.