Son yirmi yıldır, hatta çok daha önceden beri, işçi hareketi içinde olan sosyalistlerin ve sendikacıların en sık karşılaştığı ve cevap vermekte zorlandığı soru ‘neden birleşmiyorsunuz’ biçiminde özetlenebilir. İşçilerden gelen ‘neden birleşmiyorsunuz’ sorusu, sosyalist sola ve sendikal harekete yönelik ‘ne de çok bölünmüşsünüz’ değerlendirmesinin olumlu yönde eleştirisidir. Ne çok bölündünüz yerine neden birleşmiyorsunuz? Son derece zarif ve olumlu bir yaklaşım.
Bu soruya sosyalist ve sendikal hareketin bileşenlerince verilen cevap kabaca ‘birlik bizim etrafımızda mümkün’ biçiminde olmaktaydı. Üstün bir özgüven, diğer sosyalist ve sendikal eğilimleri ‘son tahlilde’ dışlayan, devrimci görmeyen bu tepeden yaklaşım, istisnasız her sosyalist ve sendikal eğilimde mevcuttu. Ben merkezci biçimde, eğer bir birlik olacaksa, ‘bizim’ merkezimizde olabilir şeklindeydi.
Bu yaklaşım tarzının epeyce değişime uğradığını bugün söylemek mümkün. Ancak her kitle kabarışında, işçi eyleminde yeniden ortaya çıktığını da söyleyebiliriz.
Aslında konu ne bugüne aittir ne de yenidir. Sekterizm, ben merkezcilik sınıfsal ve tarihsel bir siyasi sorundur.
Ben merkezciliğe, tarihsel bir cevap
Bu sorun işçi hareketi içinde köklere sahip. Yeni değil. Marks ve Engels ilk programatik metinlerinde sol sekterliğe de bir bölüm ayırma ihtiyacı duymuşlar. İşçi hareketi ile komünist hareket arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğine işaret etmişler.
Şu soruyu sormuşlar: ‘Komünistler bir bütün olarak proleterlerle nasıl bir ilişki içindedirler?’
Yanıt: ‘Komünistler öteki işçi sınıfı partileri karşısında ayrı bir parti oluşturmazlar.
Bir bütün olarak proletaryanın çıkarlarından ayrı ve farklı hiçbir çıkarları yoktur.
Proletarya hareketini biçimlendirmek ve kalıba sokmak üzere kendilerine özgü hiçbir özel ilke koymazlar.’
Son derece açık ve unutulmuş sözler bunlar.
Gezi’den iki örnek
Yukarıdaki yaklaşımı benimsemiş olan bir sosyalist ve sendikal hareket mevcut olsaydı, örneğin 2013 Gezi İsyanı sırasında ve sonrasında sekter yaklaşımını sürdür müydü?
İki örneği ele alalım: Birincisi, sosyalist hareketin büyükçe bölüklerinden Türkiye Komünist Partisi içinde Gezi’nin hemen ardından yaşanan bölünme, ‘birlik, partinin etrafında olacak’ iddiasının ters sonucuydu. Bu iddia partiyi en az üçe bölmüştür.
İkinci olarak Haziran Hareketi’ni ele alalım: Yine sosyalist hareketin önemli bir büyüklüğünü ifade eden bu birlik, doğrudan kendi merkezlerinde birlik önermemiş olsa da, sonuçta Gezi İsyanının tarihini ‘Haziran’ı kendilerine isim alarak kendi merkezlerinde birlik zemini yaratmak istediler ve başarılı olamadılar.
Sekterizm sosyalist hareketin damarlarındaki ‘asil kan’ olmaya devam ettiği sürece bu başarısız deneyimler yaşanacak. İşçi sınıfının ‘neden birleşmiyorsunuz’ sorusuna doğru cevap vermek yerine kendi siyasi ve sendikal merkezine davet yaparak yanıtlanmış olmuyor.
2000’lere doğru…
Biraz geriye giderek söyleyebiliriz ki, 1990’lı yıllarda sekter bir tutum olarak ‘birlik bizim eksenimizde olur’ yaklaşımı revaçta olsa da, zayıflamıştı. Siyasal ve sendikal hareketler 12 Eylül sonrasında hızla güç kaybetmişti.
Birlik girişimlerin mayası yükselen işçi hareketiyle yeniden gündeme geldi: 1989 Bahar Eylemleri, 3 Ocak Genel Grevi ve Zonguldak Madenci grev ve yürüyüşü zamanında atıldı. Bu tarihlerde yaşanan kitlesel işçi eylemleri birlik ihtiyacının dayatılmasında önemli rol üstlenmiştir. Ancak aşağıdan zorlama ve birliği dayatma pratik ihtiyaçlar zemininde kalıyor, bunun siyasal ifadesi üzerinde yeterince kafa yorulmuyordu.
Sosyalist örgütlerde de ‘birlik’ girişimleri yaşandı. Kuruçeşme Toplantıları olarak bilinen Birlik Tartışmaları Düzenleme Kurulu (BTDK) adıyla düzenlenen toplantılar ilerleyen zamanda kendi dışında sonuçlara yol açtı: Önce Birleşik Sosyalist Parti (BSP) ve ardından Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ortaya çıktı.
On yıl sonra, işçi hareketinin bağrında birlikçi eğilimler Emek Platformu adı altında sendikal bürokrasi eliyle ortaya çıktı. Türk-İş’in merkezinde yer aldığı Emek Platformu işçi hareketinin yıllara varanaşağıdan talebini bir yönüyle somutlaştırmayı denedi ve kısmen başarılı oldu.
Emek Platformu siyasal bir birlik değildi ama bir programı ve mücadele hattı vardı. Bu hattın kendisi tartışılabilir kuşkusuz, ancak birlik eğilimi güçlü biçimde somutlanma yönünde adımlar atıldı.
Birlik eğilimlerinin çeşitli düzeylerde gelişmesine rağmen yine de istenilen sonuca, yani işçi hareketinin mevzilerinde başarıya imza atacak bir kazanıma ulaşılamadı.
Birlik, pratik ihtiyaçların bir dayatmasıydı. Birliğe boyun eğmek zorunda kalan siyasal ve sendikal örgütler, esasen birliğe inandıkları için değil pratikte güç kaybetmenin sonucu olarak mecbur kaldıkları için dahil oldular.
İki deneyim: HSGGP ve HDK
Pratik zorlamaların yol açtığı birlik girişimlerinin kısmen siyasi olduğu zamanlar da oldu. Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu (HSGGP) adıyla sağlıkta özelleştirmeye, emeklilik yaşının ve prim gün sayısının artırılmasına karşı mücadele bunun ifadesidir. Birlik platformu, Emek Platformu’nun sendikal formatını siyasi örgütleri de dahil ederek genişletmekte, ‘sağlık ve emeklilik’ alanında bir program ortaya koymaktaydı.
HSGGP aynı zamanda ‘Dörtlü’ diye anıyan DİSK-KESK-TMMOB-TTB gibi kondereasyonların karar alıcı kurumsal yapısını dergi çevrelerine kadar genişletip, eşitleyerek devrimci bir hamle yaptı. Sendika ve konfederasyonların ulaşamayacağı işçi kesimlerine bu küçümsenen siyasi çevreler ulaşabiliyor ve onları mücadeleye katma başarısı gösterebiliyordu.
Bu deneyim, birlik ‘benim merkezimde’ olacak iddia ve siyasetini bir dönem için fiilen sona erdirdi. ‘Birleşik mücadele’ fikri hızla her sosyalist eğilim, sendika ve meslek örgütünde kabul gördü.
‘Birleşik Mücadele’ fikrinin kabul görmesiyle birlikte bir başka şey daha ortaya çıktı: Birlik siyasal düzlemde en ileri ifadesini Kürtler ve Türkler arasında ‘Demokratik Cumhuriyet’ zemininde de mümkün kılabilirdi.
Kürt demokratik hareketinin ve sosyalistlerin bir bölümünün seçim kampanyalarında kısmen yanyana gelişlerini aşan programatik ve örgütsel adım, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) fikriyatında kendisini apaçık gösterdi. Birleşik Mücadele her ezilen kesimin birlikte hareketi ve mücadelenin ihtiyacı gereği yerine getirilmeliydi. Birleşik Mücadele fikri, 2010 yılında HDK ile örgütsel ve programatik manada somutlaşma deneyimi oldu.
Nitekim Gezi İsyanı (2013) her ezilen kesiminin kendi talepleriyle ortak mücadeleye katılma imkanının olduğunu bize gösterdi. Ne yazık ki, bu kez fikrin mimarları (HDK-HDP) başka saiklerle süreçten uzak kalacak, formüle ettikleri ‘birlik’ zemininin dışına düşeceklerdi.
Bugüne geldiğimizde HDK fikriyatının, HDP’lileşme sebebiyle başarılı olmadığını söylemeliyiz.
Dolayısıyla devrimci ve sendikal çevreleri ayrı ayrı veya birarada ortak zeminlerde toplayacak bir ‘çatı’ mevcut değil. Ancak birleşik mücadele fikri her eğilimde benimsenen bir olgu. Bu çelişki nasıl aşılabilir?
Acil Eylem Programı
Birleşik Mücadele fikrini herkes dillendirmekle birlikte bu mücadele neden gerçekleşmiyor? Bu sorunun cevabı yukarıda kısmen verilmeye çalışıldı: Birlik, bir sınıf cephesi yaratma gayretiyle değil pratik zayıflıkların yarattığı ihtiyaçların giderilmesi/dayatması olarak karşımıza çıkmakta, birleşik mücadele, sınıf cephesi gerçekleşmemektedir.
Nitekim, onlarca kurumun imzacısı olduğu etkinliklere katılımın kurumların yönetim kurulu sayılarının yarısını dahi bulmamış olması bu sebepledir. Sendikalar şube yönetim kurullarını bile eylemlere getirememektedir. Hiçbir eğilim söylediği gibi davranmamakta, birleşik mücadele fikrini kendisine siper yapmakta, zayıflığını ikame etmektedir.
Bu durumda ne yapmalı? Ahlaki vaaz vererek bileşenleri birleşik mücadeleye katılmaları konusunda uyarmak/dayatmak yeterli olabilir mi? Kuşkusuz hayır. Öyleyse birleşik mücadele vb. söylemlerin gereğini yerine getirme beklentisi içinde olanların hayıflanması yerine, mücadelenin ihtiyacı olan ve onu mümkün kılacak ‘acil talepler eylem programı’ oluşturmak bir çözüm olabilir. Birleşik mücadele fikriyatını program düzeyine çıkartmak suretiyle, birleşik mücadele fikrinde olan siyasal birleşenlerin dergilerinde, gazetelerinde, sendikalarında ifade ettikleri fikirleri önlerinde bulmaları sağlanmış olacaktır. Kendilerini azınlık-çoğunluk, aktif-pasif hesabına vurmadan mücadeleye katılma kanallarını bulabilirler.
Önümüzdeki mücadele günlerinde ‘birleşik mücadele’ sloganı gerekli ama yeterli sayılamaz. Birleşik mücadele, pratik zorlukların aşılması için bir vasıta olmakta yetersiz kaldığına göre, ortak bir eylem programı etrafında birleşik bir mücadeleyi, bir işçi cephesini somut olarak inşa etmek yeni bir ivme yaratabilir.
İşçi hareketinin tarihine baktığımızda, ‘işçi cephesi’ diye özetlenebilecek siyasal perspektif yardımıyla hem sermayeye hem de gerici siyasal iktidarlara karşı, sınıfın her düzeyde birliğini sağlamak mümkün olduğu görülecektir. Bir düşkünlük, acizlik nedeniyle değil, zaten olması gerektiği için birlik, işçi sınıfının çıkarlarının gereği için birlik gerekliydi.
Toplumsal mücadelenin başat sorunu olan kapitalist ekonomik krize karşı, emekçi sınıfların taleplerini merkezine koyan bir acil eylem programı oluşturmalıyız. Tüm sınıf örgütlerinin yanyana gelişi için soyut girişimlerden ve pazarlıklardan daha kıymetli ve somut ‘birleşik mücadele harcı’ sade, açık ifadesi olan acil eylem programı olabilir.