Camus Dansı bu yıl gördüğüm en ilginç kitaplardan biri oldu. Adıyla müsemma olan kitap, okuruyla dans ediyor fakat figürleri oldukça şaşırtıcı: Beklenmedik ve kafa karıştırıcı. Kitabın gizemi adı ve kapak tasarımıyla başlıyor.
Kaplan’ın da açıkladığı üzre Türkçe imlaya uygun bir şekilde “Camus’nün Dansı” olması gereken başlık bilinçli olarak hem estetik uyumu gözetmek hem de “kamu” kelimesinin okurun zihninde çağırışım yapması için kullanılmış. Elbette bu kelimenin üzerine bir spot ışığı tutulması da bilinçli ve metnin genel kurgusu için son derece önemli. Kitabın kapak tasarımında görülen “not:sayfa numaraları sondan başa doğru olacak şekilde mizanpaj yapılacak!” bloknotu, kurmacanın kendi hikâyesinin yani yazım sürecinin de metnin bir parçası olduğunun göstergesi. Keza romanı açtığınızda sayfa numarası 366’dan başlamakta ve bölümlerse sondan başa doğru ilerlemekte. Böylesi ilginç bir nüveye sahip kitap, yayın yönetmenliğini Mustafa Küpüşoğlu’nun yaptığı Alfa Yayınlarından Mart 2024’te çıktı.
Küpüşoğlu’nun adını bilerek anıyorum zira kitabın en sonunda yazar tarafından kendisine yazılmış bir mektup mevcut. Bu mektup kurmacanın yazılma hikâyesini yani üstkurmacayı tamamlar mahiyette. Ayrıca iktisat eğitimi almış olan Dr.Kaplan’ın aynı yayınevinden çıkan Papadopulos Apartmanı (2015), Halifeler Köyü (2015), Aloda (2016), İki Nehir Arası (2019), Kırmızıyı Sevenler Derneği (2023) adlı eserleri bulunmakta.
Eserin girişinde Albert Camus, Friedrich Nietzsche, Sevan Nişanyan, Blaise Pascal gibi isimlerden epigraflar yer almakta. 11 bölümden oluşan eser, son bölüm 0.Albert Camus bölümüyle birlikte esasen 12 bölümden oluşmakta.
Yazar, bölüm numaraları ve adlandırılmalarında da okuruyla dans ediyor. Bölümlerin deviniminin bir dedektif gibi peşine düşerseniz, burada yer alan bütün sanatçı ve tarihi şahsiyetlerin, Kevin Carter, Anthony Bourdain, Alexander McQueen, Vladimir Mayakovski, Walter Benjamin ve diğerlerinin, intihar ettiğini ve bu paydaşlık sebebiyle bölüm başlığında yer aldıklarını göreceksiniz. Yalnız burada müstesna bir isim var: Albert Camus. O trafik kazasında ölmüştü. Kim bilir belki de bu yüzden Altar Kaplan, onun bölüm numarasını “0. Albert Camus” yapmıştır. Çünkü sıfır, kendinden öncekileri ve kendinden sonrakilerin tam ortasındadır, nötürdür, kapsayıcıdır ve hep kendi gibi kalır. Yani başladığı ve bittiği yerde, hep aynı Camus Dansı’yla.
Eserin bir diğer sarmalı, bölüm başlıkları altında verilen numarasız şekildeki alt başlıklar. “Bir fotoğrafı”; isimlendirmek, bilmek, hatırlamak, öğrenmek, okumak, sindirmek, yorumlamak, hissetmek, çekmek, sırlamak şeklindeki tekrarlı ifadelerle ilerler. Başlıkların griftliğinden de anlaşılacağı üzre, metin üç ana damar üzerinden beslenir: Altar Kaplan’ın fotoğraf değerlendirme yazıları; bahsettiğimiz gibi bölüm numaralarıyla verilmiş kısımlarda bir erkek karakterin yaşadıkları; dipnot şeklinde verilmiş ana metinden bağımsız gibi görünen ama metne bir dantel gibi kalın zincirlerle entegre edilmiş öyküler. Böyle söyleyince pek kafa karıştırıcı oldu değil mi? Sanırım Kaplan’ın da yapmak istediği bu. Yeryüzünde söylenmemiş hiçbir söz kalmadı bunu biliyoruz. Bu sebeple söyleme şeklimiz bizi nevi şahsına münhasır kılıyor. Bu sebeple Ahmet Mithat Efendi’nin başlattığı “Ey kâri!”, Oğuz Atay’ın “Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?” diye sürdürdüğü ve Altar Kaplan’ın “Ey mükemmel okur” şeklinde tamamladığı bu fantastik döngü, eseri orijinal bir mevkiiye taşırken aynı zamanda üç koldan kuşatılmış bir kurmacanın hangi edebi türe dahil edilmesi gerektiği hakkında kafa karışıklığına sebebiyet veriyor. Evet, elinizdeki kitaba roman denmiş fakat içinde eleştiri yazıları, ironik ifadeler, öyküler, yer yer günce kırıntıları, yazara dönük biyografik okumalar, ne ararsanız var. Bütün bunlarda, Kaplan bir fotoğrafa bakınca onda gösterilmeyeni görmek, arka plandaki duyguyu hissetmenin lazım olduğunu ima etmiş. Camus Dansı’nda da gösterilmeyenin peşine düşmek lazım geliyor.
Sevgili okur, mükemmel okur, Eco’nun örnek okuru metnin peşine düşerse şayet burada Yücel Tunca’yı, Ahmet Can Mocan’ı, Fatih Pınar’ı, Murat Germen’i, Emir Altan’ı, Abdurrahman Antakyalı’yı, Şafak Tortu’yu, Sinan Kılıç’ı, Dora Günel’i, Mehmet Ünal’ı, Laleper Aytek’i tanıyacak. Belki de en önemlisi Altar Kaplan’ın “Orta Dünyası”nı tanıyacak. Daha dikkatli bakarsanız “Bir fotoğrafı bilmek” bölümünde Ahmet Can Mocan’ın “Hide and seek” adlı fotoğrafındaki tabancanın (s.327), 6. Dipnot “Sütyen” adlı hikâyede patladığını göreceksiniz (s.147). Fakat bu tabancanın patlayacağını zaten yazarın bölüm başına koyduğu ““Eğer duvarda bir silah asılıysa patlamalıdır” Anton Pavloviç Çehov” epigrafından anlayabilirsiniz.
Dedektif gibi takip edilecek bir kitaptan söz ediyorum size. Eserin üç farklı öyküsünün bir sacayağı üzerinde olması onu hem olumlu hem olumsuz bir duruma sokuyor. Meraklı okurlar için fotoğraf, sanat ve yazın hayatına dair söylemlerle öykülerin harmanlandığı bir eser olması dolayısıyla olumlu; konfor alanında kalmayı, kendini kurmaca dünyanın güvenli kollarında bir tek karakterle özdeşleştirip bilindik bir kahramanın yolculuğuna çıkan okur içinse olumsuz bir etki yaratır. Hasılı, Kaplan’ın bu romanı niş bir kitleye hitap ediyor denebilir. Romanın takip edilebilirliğini kolaylaştırmak için basit bir reçete verelim. Belirttiğimiz gibi birinci düzlemde Altar Kaplan’ın fotoğraflar hakkındaki yazıları, ikinci düzlemde dipnotlardaki öyküler, üçüncü düzlemde hatta yazılar arasında kopça görevi gören ana metinde yer yer “Foto 3,2,1;Anlatı” kitabını okuyan, muhtemelen memur olan erkek karakterin öyküsü mevcut. Kaplan’ın orijinalliği ve cin yazarlığı işte bu kopça öyküde ortaya çıkıyor. Örtülü bir memur eleştirisinin bulunduğu bu bölümde madde on, madde on bir kodlamasıyla patronlar, altıyüzelliyedililer’den kasıtla memurlar ifade ediliyor. Bilindiği gibi bu 657 sayılı Devlet Memuru Kanununa yapılan açık bir göndermedir. Burada çalışan karakter, hikayesi boyunca bir aplikasyondan tanıştığı pamuk prenses adını verdiği kadınla telefondan iletişim kurar. İş yerindeki bilgisayardan kadını araştırınca, kendisine anlatılan her şeyin yalan olduğunu öğrenir fakat yine de onunla konuşmaya devam eder. İlerleyen süreçte pandora adlı başka bir kullanıcı da hikâyeye dahil olur. Burada bunları anmamın sebebiyse, Ey sevgili yazar, bize ne söylüyorsun? Orta dünyada hiçbir şey gerçek değil; insan en önemli değerini, otantik oluşunu kaybetti; bak bu hepimizin hikayesi 9-5 tükeniyoruz ama hâlâ dansa devam ediyoruz mu diyorsun? Çünkü intihar etmek mutsuz insan işi değil. Çünkü iyi fotoğrafı, kötü fotoğraftan ayıran tek şey matematiği. Zannımca sen de bize, kurmacanın matematiğini gösteriyorsun.