21 Mart Perşembe günü masalcı sınıfa girdiğinde perdeler kapalıydı. Açtırdı. Sınıfa taze gün ışığı doldu. Öğrencilerden güneşi selamlamalarını rica etti. Öğrencilerin her biri açık pencerenin önüne gidip kendi anadillerinde sevinçle bağırarak güneşi selamladılar. İtalyanca, Arapça, Farsça, Türkçe, Rusça, Kürtçe, Fransızca, Afganca günaydın güneş dediler…
İçlerinden biri hızını alamayıp güneşi bir de İngilizce selamlamak için koştu. O heyecanla koşarken ayağı bir sandalyeye takıldı, neredeyse düşecekti, ama masalcı yetişip tuttu. Pencereye ulaşan çocuk, parmak uçlarının üstüne çıkıp İngilizce “Good morning!!!” diye bağırdı. Halbuki İngilizce anadili değildi. Hepsi alkışladı. Sonra masalcıya “hadi bakalım şimdi sıra sende!” dediler. Masalcı da hiç üşenmeden onların yaptığı gibi pencereye koşup, iki kolunu iki yana açıp avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Newroz piroz bé!!!”
Masalcı “Newroz Piroz bé!!!” deyince Ezidi, Arap, Afgan ve Fars öğrenciler gözlerine değen ışıkla güldüler. Arkadaşlarına “Newroz piroz bé!”yi tercüme etmeye çalıştılar.
Masalcı “Çok bilmiş(!)” görünen öğrencilerden Newroz’un hikayesini istedi. Onlar hikayeleri olmadığını söyleyince masalcı buna pek inanmadı. Ceplerine bakmalarını tavsiye etti. Öğrenciler ceketlerinin, pantolonlarının ceplerine baktılar, kitapların, defterlerin arasını karıştırdılar, masaların altına, sandalyelerin arkasına baktılar ama hikaye falan bulamadılar. Masalcı o kadar ısrar etti ki, içlerinden biri dayanamayıp cüzdanını çıkardı, hikaye yerine para vermek istedi. Masalcı parayı da kabul etmedi tabi…!
Derken birine yaklaşıp kulağına baktı. “İşte buldum!” diye bağırdı. “Senin kulağında bir Newroz hikayesi var! Annen-baban mı anlattı bunları sana, yoksa ninen ya da deden mi?”
Oyuna ayak uyduran bir öğrenci oturduğu yerden bağırdı: “Bende de bir hikaye var. Tam bir kulağımdan girip öbüründen çıkacakken kulaklarımın ikisini de kapattım. Böylece hikaye kafamda kaldı.” dedi. Masalcı anlatmasını rica edince, öğrenci anlatırsa masalın ağzından çıkıp söz olacağını, sözün havaya karışıp uçacağını söyledi. Masalcı da bu yaratıcı cevaba karşılık “Peki…” deyip söz havaya karışıp uçmasın diye tahtaya bir kelime yazdı: DEHAK.
DEHAK
Sonra da dönüp “Bu kelimeyi bilen var mı?” diye sordu, sınıftan çıt çıkmadı. Yanına bir de KAWA yazıp, Kawaye Hesinkar diye ekledi. Sınıftan yine çıt çıkmadı. Meraklı bakışlar tahtada yazılı iki kelimeye bakarken masalcı Newroz hikayesini bir sınıfın büyüklüğüne sığacak kadar anlatmaya başladı.
“DEHAK bir insan. Bizim gibi iki kollu iki bacaklı. İki omuzunda iki yılan, yılanların arasında da ağrıyan bir kafası var. “ dedi. “Öyle değil mi?”
Öğrencilerin hepsi “Eveeettt!” sonra da hemen ardından “Hayııır!” diye karşılık verdiler. Masalcı bir elini ters-yüz ederek; “Ne şimdi tam anlamadım, evet mi yoksa hayır mı?” diye sordu. “Hayır!” dedi içlerinden kendine güvenen bir öğrenci. Masalcı ona normal bir insanın nasıl olduğunu tarif etmesini söyleyince, o da “Normal bir insanın omuzlarında yılan olmaz, tahtta da oturmaz.” dedi. Öyleyse Dehak “bizim gibi” değildi. Peki, Dehak kimdi o zaman? Normal bir insan değilse neydi? Afrikalı bir kız öğrenci, tahtta oturduğuna göre Dehak’ın ya imparator ya da kral gibi bir şey olabileceğini söyledi. Doğruydu. Hem masalcı hem de diğer öğrenciler bu cevaptan memnun kalıp, ona hak verdi. Masalcı tahtadaki DEHAK ve KAWA kelimeleri boşa gitmesin diye öğrencilere bir masal uydurmayı önerdi. Hepsi kabul etti. “İyi kalpli bir kral ya da imparator olabilir mi bu Dehak?” diye sordu. “Hayır!” dedi öğrenciler. “Omuzlarında yılanları var, üstelik kafası ağrıyor, çok da sinirli. Kesin zalimdir. Zaten iyi kalpli kral ya da imparator zor bulunur!” Masalcı bu cevapları çok beğendi. Anlattığı masala ekledi. Dehak’ın hakikaten zalim ve tehlikeli bir Asur kralı olduğunu, hatta başı çok ağrıdığından doktor tavsiyesine uyup, çocukların beynini yediğini söyledi. Ya Kawa? Öğrencilerden biri Kawa’nın Dehak’ın yardımcısı ya da oğlu olabileceğini söyleyince masalcı “bilmem” anlamında dudaklarını büktü. Çünkü Kawaye Hesinkar başka bir şeydi. Kürt bir öğrenci atıldı, “Hesinkar Kürtçede demirci anlamına gelir!” dedi. Masalcı bunu onayladı. Demek ki Kawa Dehak’ın oğlu ya da yardımcısı olamazdı. Çünkü bir demirciydi. Eee tabi bir demirci olarak yeri saray da olamazdı.
Hep birlikte Dehak ile Kawa’nın arasında nasıl bir bağ olabilir diye düşünmeye başladılar. Bir sürü şey uydurdular. Ta ki Afgan bir öğrenci Dehak’ın Kawa’nın oğlunu yemek istediğini söyleyene kadar. Masalcı çok sevindi. “bravo” deyip yanına gitti, bi beşlik çaktı. Evet gerçekten de bu alçak ve zalim Dehak -ta binlerce sene önce Kürtler’in oğullarını alıp beyinlerini yemek istemişti. Derken sıra Kawa’nın en küçük oğluna geldiğinde… Şimdi oğlunu Dehak’a kurban etmek istemeyen demirci Kawa ne yapabilirdi?
KAWA
Masalcı öğrencilerin şaşkın bakışları arasında elindeki tebeşiri havaya atıp tuttu. “Bir fikri olan var mı?” diye sordu. Biri Kawa’nın oğluyla birlikte kaçabileceğini söyledi. Bir başkası Kawa’nın oğlu yerine bir hayvan kurban edebileceğini, ya da oğlunu kimsenin bulamayacağı bir yerde saklayabileceğini… Bu çözümler üzerine düşünüp tartıştılar. Hiçbiri kesin çözüm değildi. Hem bu şekilde Kawa’nın oğlu kurtulsa bile öteki çocuklar yine de tehlikedeydi.
Masalcı “En iyisi Kawa Dehak’ın askerleri oğlunu almaya geldiklerinde onlara oğlunu vermesin, askerler de özür dileyip gitsinler.” dedi. Öğrenciler gerçekçi bulmadıkları bu çözüme güldüler tabi. Sonra başka bir çözüm önerdi: “O zaman Kawa Dehak’ın yanına gitsin, ona çocuğunu vermeyeceğini açıkça söylesin, çocukları ailelerinden zorla koparıp kurban ettiiği için de Dehak’a bir güzel kızsın. Belki o zaman Dehak nasıl kötü davrandığını farkedip, bu işten vazgeçer.” dedi. Öğrenciler -Dehak alçak ve zalim bir kral diye bu çözüme de hiç ihtimal vermediler. Kawa’nın yoksul bir demirci olarak Dehak’ın huzuruna bile çıkamayacağını söylediler.
Masalcı hikayenin sonunu bağlayabilmek için hayal istedi. Hayal kurmaları için öğrencileri teşfik etmeye çalıştı. “Belki de,” dedi, kendini yere atıp dizleri üstüne düşerek, “askerler geldiğinde Kawa korkuyla kafasını tutup ağlamaya başlayacak. Onlar kendisini öldürmesin diye yalvarıp, “lütfen, lütfen bana bir şey yapmayın! işte oğlum orada alıp götürün, bana bir şey yapmayın!” diyecek. “
O bunları anlatırken sınıfta beklenmedik huzursuz bir uğultu başladı. Bir kaç öğrenci masaya vurarak, hatta bazıları ayağa kalkıp bağırarak “Olmaz!!!” dediler. Masalcı doğrulup sordu: “Peki neden olmaz?” Öğrencilerden biri titreyen öfkeli bir sesle: “Ben Kawa olsam çocuğumu vermem. Askerlere beni götürün ama çocuğuma karışmayın derim!!!” Masalcı bu cevaba çok sevindi. Öğrencinin yanına gidip bir beşlik çaktı. Tekrar tahtanın önüne geldiğinde, yine tebeşiri havaya atıp tutarken dedi ki, “Söylediğin çok doğru, ama eğer askerler oğlunun yerine Kawa’yı götürürlerse, oğlu yine korunmasız kalacak. Üstelik Dehak çocukların beynini istiyor, yetişkinlerin değil.” Bir sessizlik oldu. Masalcı kocaman gözlerle kendisini takip eden bir kız öğrenciye yaklaştı. “Sen dedi hiç tavuk kümesi gördün mü?” “Gördüm.” “Peki tavuk kümesinde tavuğun yumurtasını almaya kalkarsan ne olur?” “Tavuk saldırır.” Derken bir öğrenci arka sıradan atıldı. “Kawa elindeki çekici alıp Dehak’ın yanına gitsin. O çekici Dehak’ın kafasına indirsin!” Masalcı “bingo!” dedi. “Masalın sonunu buldun!” İşte gerçekten de bu hikaye böyle sonlanmış. Demirci Kawa bir yolunu bulup tam da 21 Mart günü Dehak’ın huzuruna çıkmış, orada ilk fırsatta çekicini örse vurur gibi Dehak’ın kafasına vurmuş. Böylece Dehak’ın kafa ağrısı da bitmiş.”
Öğrencilerden biri emin olmak için Dehak’ın ölüp ölmediğini sordu. Masalcı dudaklarını büzüp “Öldüğünü söylüyorlar ama ben tam emin değilim.“ dedi. Çocukların büyüyen şaşkın bakışlarına karşılık; „Isterseniz TV haberlerini dikkatle izleyin. Ben bazan orada görüyorum.“ diye ekledi. Sonra da onlara bir ev ödevi verdi. Herbiri TV’deki Dehak haberlerini bulmaya çalışıp çocuklara nasıl haksızlık yapıldığını bulmaya çalışacaklardı.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Yukardaki Newroz hikayesi 1989’da uluslararası çapta imzalanan Çocuk Hakları Bildirgesi’ne bağlı olarak süren bir projenin uygulanması sürecinde yaşandı. Konuyla ilgili Çocuk Hakları Bildirgesinin iki maddesi şöyle:
Madde 5:
Ebeveyn Hakkına Saygı:
Sözleşmeyi imzalayan ilgili devletler çocuğun ebeveyni, ebeveyni yoksa velayetini üstlenen aileden ya da ait olduğu toplumsal gruptan olan bir kişinin haklarını ve görevlerini sözleşmedeki çocuk haklarına uygun bir şekilde yönetmek ve hayata geçirmekle yükümlüdür.
Madde 6:
Yaşama Hakkı:
(1) Sözleşmeyi imzalayan ilgili devletler her çocuğun doğuştan getirdiği yaşama hakkını tanırlar.
(2) Sözleşmeyi imzalayan ilgili devletler çocuğun hayatta kamasını ve çocuk hakları bildirgesine bağlı olarak en iyi şekilde hayatını devam ettirmesini garanti etmekle yükümlüdür.
Köln, 24.03.2019
Soné Gülyan