Dünyanın genel görünümü uluslararası ekonomik krizin inişli çıkışlı seyri, Avrupa başta olmak üzere sağın, bazı ülkelerde aşırı sağın seçmen desteğini artırarak iktidara gelmesi, Latin Amerika ülkelerinde gerici sivil darbeler ile Ortadoğu’da büyük devletlerin enerji sahalarına egemen olma savaşları, İslamcı terör örgütlerinin cinayetleri ve iç savaş eliyle belirleniyor.
Ortadoğu’da Türkiye, İran, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleri büyük devletlerin ekseninde kamplaşmaya dahil oluyor. Çin büyük bir güç olarak dünyadaki gelişmeleri izliyor ve şimdilik bir tarafta açıkça yer almıyor.
En büyük ve güçlü devletler arasında askeri çatışma olasılığı hergün tekrar ediliyor. Büyük devletlerin karşılıklı açıklamalarının blöf olma özelliği var, ancak tüm taraflar ‘savaş’ ihtimalinin, ki bu bir dünya savaşı demektir, varlığından rahatsız değil. Bu ihtimal, iç politikada mevcut gerici iktidarların elini güçlendiriyor, yasal veya fiili olarak olağanüstü hal uygulamalarına izin veriyor.
Muhalefet eden en küçük gazete, sendika ve partiler, platformlar ya felç ediliyor, ya da faaliyetlerine izin verilmiyor.
Emperyalist burjuvazi ekonomik krizin faturasını emekçilere kesiyor ve işçilerin çalışma ve yaşama koşulları her geçen gün daha esnek, güvencesiz, parçalı hale geliyor. Satınalma güçündeki gerileme, temel haklara eğitim, sağlık, barınma şartlarına ulaşmayı zorlaştırıyor, nitelikli hizmet alma giderek imkansız hale geliyor.
İşçi sınıfının işsizlik ve pahalılık sebebiyle öfkesi artsa da, bölünmüş olması, siyasi ve sendikal liderlikleri tarafından aldatılması derin moral bozukluğu ve güvensizliğe yol açmakta, geleceğe dair umudu azalmaktadır.
Ezilen ulus, inaç ve cinsiyetler ekseninde ortaya çıkan hareketler ise, farklılıklarını öne çıkartmış ve temel almış olmaları sebebiyle ezilen ve sömürülen kitlelerin birleşmesine hizmet etmiyorlar.
Öte yandan kapitalizmin ulaştığı maddi evre, sanayi ve teknolojideki gelişmeler insanlığın daha iyi yaşamasına, refahının yükselmesine olanak sağlamıyor.
Kapitalizmin topluma, doğaya, insanlığa karşı giderek daha fazla yük olmaktadır. Kendi sözcüleri bile bir çıkış yolu göremediklerini, çözüm bulamadıklarını itiraf ediyorlar.
Esasen bu durum yeni değil. Kapitalizm neredeyse yüz yıldır insanlığı açlık, yoksulluk, savaş ve iç savaşlara mahkum ediyor. Rosa Lüksemburg ‘ya sosyalizm ya barbarlık’ derken bu durumu ifade ediyordu. Kapitalizmin insanlığa barbarlıktan başka birşey vermeyeceğini söylüyordu.
Bu gidişi tersine çeviren biricik girişim Rusya işçi sınıfı ve yoksul köylülüğünden geldi. 1917 Sosyalist Ekim Devrimi kapitalizmin, soyluların ve Çarın sebep olduğu köhne rejimi yerle bir etti. Yerine işçilerin ve köylülerin devrimci iktidarını kurdu.
Ancak bir ülkenin sınırları içinde kalarak koca bir dünya sistemini, kapitalizmi alaşağı etmek veya kendini kapitalist dünyadan yalıtarak tek ülkede sosyalizmi yaşamak mümkün olmadığı için, Rus devrimi uzun süre yaşayamadı. Ama işçi sınıfının gücünü, neler yapabileceğini bütün dünyaya gösterdi.
1929 Dünya ekonomik krzinin ardından emperyalist burjuvazi varlık-yokluk krizine sürüklendiğinde, yeni Ekim Devrimlerini engellemek üzere faşizm kozunu oynadı ve İkinci Dünya Savaşına giden yolun taşlarını döşedi.
Troçki bu ikinci büyük savaştan birkaç ay önce, 1938’de ‘Kapitalizmin Can Çekişmesi ve IV.Enternasyonal’in Görevleri’ başlığıyla, yaygın olarak ‘Geçiş Programı’ olarak bilinen manifestoyu kaleme aldığında, bir kez daha şunu tekrarladı: “İnsan medeniyeti eğer gelecek tarihi dönemde bir sosyalist devrim olmazsa, bütünüyle bir felakete doğru sürüklenme tehdidi altında bulunuyor. Her şey proletaryaya, yani her şeyden önce, proletaryanın devrimci öncüsüne bağlı. İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci yönetim krizine indirgenmiştir.”
Bu satırların yazılmasından birkaç ay sonra, İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Kapitalizm dünya savaşıyla askeri ve ekonomik yıkıma yol açtı, işçi sınıfını hareketsiz bıraktı. Ancak bu kez, yeni bir Ekim Devrimi mümkün olmadı.
Kapitalizm krizlerin yaşanmasına, savaşlara engel olamıyor, insanlığa refah sunamıyor. Kapitalizmden çıkarı olmayan ve onun sömürü düzenini yıkacak temel güç olan işçi sınıfı ise, bu görevi yerini getirecek önderliği ortaya çıkartamıyor. Sosyalist devrim geciktikçe, insanlığın ödediği bedeller artıyor.
Troçki’nin o gün için çıkardığı siyasi sonuçlar, günümüz koşullarında da geçerli: “Her şey proletaryaya, her şeyden önce de proleteryanın devrimci öncüsüne bağlı”. Yani devrimci komünist partilerin ve devrimci bir Enternasyonal’in yeniden inşasına bağlı.