Kolay bir yanıt olarak bilim tarihi, adına “bilim” denen belirli bir kültürel formun tarihidir. Sonra birileri kaçınılmaz olarak, meseleyi derinleştirmek suretiyle hangi kriterin, verili bir zamanda, belirli bir uygulama veya disiplinin bilim adını hak edip etmediğine karar vermede belirleyici olduğunu merak edecektir.
[ I. ]
Bilim ideolojisi nedir? Bu, bilim tarihi pratiği esnasında uç veren bir sorudur –yahut da bana öyle geliyor; yanıtı da konunun teorisi için arz eden önemin içindedir. Belki de sorulması gerek ilk soru, bilim tarihinin neyin tarihi olmaya talip olduğudur. Kolay bir yanıt olarak bilim tarihi, adına “bilim” denen belirli bir kültürel formun tarihidir. Sonra birileri kaçınılmaz olarak, meseleyi derinleştirmek suretiyle hangi kriterin, verili bir zamanda, belirli bir uygulama veya disiplinin bilim adını hak edip etmediğine karar vermede belirleyici olduğunu merak edecektir. Ve bu da kesinkes bir liyakat sorusudur; “bilim” ise bunun bir alt-başlığıdır, üstünkörü hediye edilemeyecek bir paye olarak. Tam da burada bir diğer soru çıkagelir: Bilim tarihi, acaba sahih bilim âleminden sahih-olmayan bilginin sürgün edilmesinin tarihini dışlamalı mıdır, buna karşı mı çıkmalıdır, yahut da hoş görmeli ve hatta kapsamalı mıdır? Sürgün sözcüğünü gayet de bilerek kullandım; meşruiyetle elde edilmiş imtiyazların yasal tedavülden kalkmasından daha az risk içermeyen şeyler için. Hurafe ve bid’atların kinik dervişlerce icat edilmiş ve dadılar eliyle masumlara yutturulmuş olduğuna¹ inanan Voltaire gibi düşünmeyi bırakalı biz, çok oldu.
Açıktır ki bu soru, belge ve arşivlerden neler öğrenebileceğimizle ilgilenen tarihsel yöntem veya teknikten fazlasını taşıyor: Bilimsel bilginin tarihsel olarak yapılandırılma yolu üzerine sahici bir epistemolojik soru bu.
Profesör Suchodolski geçenlerde benzer bir soru atmıştı ortaya: “Eğer bugüne kadarki bütün bir bilim tarihi esasen ‘karşıbilim’in [antiscience] tarihi idi ise, o halde bunun geçmişte de, ve muhtemelen gelecekte de daha farklı olabileceğini söyleyebilmek mümkün olmaz. [. . .] Doğrunun tarihi olarak bilim tarihi gibi bir şey yazılamaz. Bu bir çelişik tezattır [oksimoron].”² “Karşıbilim” kavramı üstüne daha söylemek istediğim şeyler var. Bilhassa da, ideoloji sözcüğüyle kastedilen şey ile rastlaşmasına kadar olan kapsamını ele almak istiyorum.
İdeoloji sorusu, dediğim gibi, bilim tarihinin uygulaması ile bağlantılıdır; her ne kadar uygulamadaki tarihçiler tarafından sorulmaya tenezzül edilmese de. Hayret ki, soranlar da, ideolojinin tanımlanma kriteri hususunda bayağı kararsızdılar. Az sayıda matematik tarihçisi, sözgelimi, çalışma alanlarının bir parçası olan rakam ve şekillerin büyüsel ve mistik mahiyetlerine eğilmiştir. Astronomi tarihçileri astrolojiyi belli ölçüde dikkate almışlardır, Kopernik’in 1543’te “burç bilimi”nin sahte dayanaklarını berhava ettiği gerçeğini saymazsak. Fakat onlar bunu, birkaç yüzyıl boyunca astronomların astrolojiye gökyüzü gözlemi konusunda borçlu olduğunu göz önünde tutarak yaptılar. Pek çok kimya tarihçisi simya tarihinin farkındadır ve simyayı, kimyasal bilimin başlamasında bir “basamak” addederler. İnsanbilimleri tarihçileri ise, psikoloji gibi, çalışma alanlarının geçmişini daha utanç verici bulurlar. Brett’in psikoloji tarihinin üçte ikisi nefs [soul], bilinç ve ruhun [spirit] yaşamı gibi, psikoloji terimini önceleyen ve a fortiori [özellikle] onunla özdeşleşen modern kavram hakkındaki teorilere vakfedilmiştir.
[ II. ]
Bilim ideolojisi kavramı acaba münasip midir? Teori olmaya namzet bütün bir söylemsel yapı yelpazesini, görünümler-arası [interphenomenal] ilişkilerin az ya da çok tutarlı temsillerinin bütün bir çeşitliliğini ve insanların gündelik deneyimlerini ona nispetle yorumladığı az ya da çok kalıcı yapılar skalasını muntazaman tertip ve tahdit etmek için, uygun bir sözcük müdür? Ezcümle, tesis edilmiş hakiki bir bilim sayesinde yanlışlıkları ifşa edilmiş, iddiaları çürütülmüş sözdebilimleri işaret etmek için kullanışlı bir araç mıdır?
İdeoloji sözcüğünün şimdilerde geniş yayılımlı kullanımının nedenleri artık sır değil. Bu, köklerini Karl Marx’ın görüşlerinin kabalaştırılmasından [vülgarizasyon] alıyor. İdeoloji, polemik işlevi de olan epistemolojik bir kavramdır. Politika, ahlâk, din ve metafizik dillerinde ifade bulan temsiller sistemine uygulanmış bir kavram. Sözkonusu diller, şeyleri oldukları gibi ifade ettiklerini iddia ederler; oysaki gerçekte onlar, insan ve şeyler arasındaki ilişkilerin özel bir yapısını korumanın ve savunmanın araçlarıdır. Marx, kurduğunu söylediği bilim adına ideolojiye saldırır: [İdeoloji] kendi tarihlerini -ama diledikleri, ama hoşlanmadıkları- yapanların bilimidir.
Marx, ideoloji sözcüğünü on sekizinci yüzyıl Fransız felsefesinden alır. Cabanis ve Destutt de Tracy ise onu, fikir yeşerme bilimi olarak tanımladılar. Takipçilerinin onları adlandırdığı şekliyle ideologlar, yaşayan, duyarlı bir organizma olarak insan ve doğal çevresi arasındaki ilişkinin belirlediği doğa olayları gibi telakki edilen ısmarlama fikirler ileri sürdüler. Pozitivistler yüzünden, ideologlar, belki gene liberaldiler ama zamanın teolog ve metafizikçilere karşıydılar. Bu liberaller ilk olarak Napolyon’un politik manevralarıyla aldandılar; onun Fransız Devrimi’nin vârisi olduğu zannına kapıldılar. Ona karşı durduklarında ise Napolyon, kendilerine bolca alay, ironi ve aşağılama boca etti ve kamusal intibalarını sarstı.³ İdeoloji, yasaları kalbî bilgilere ve tarihten çıkarılan derslere dayanan politik gerçekçilik adına saf metafizik ve kof düşünce olarak itham edildi, kınandı.
Marx’ın ona yüklediği anlam, ideolojinin, bilgi ile bilinen [şey] arasındaki ilişkiyi tersyüz edeceğini ima ediyordu. İdeoloji, yani başat olarak insanın gerçeklik hakkındaki fikirsel müktesebatının doğal bir bilimini imleyen ideoloji, insanların kendileriyle gerçeklik arasındaki doğru ilişkiyi anlamasının engellenmesi durumunun sonucu olan herhangi bir fikirler sistemine uygulanabilir: İdeoloji Marx’a göre, ilginin olması gereken nesneden başka yöne saptırıldığı yerlerde var olur.
Bilim ideolojisi kavramı, Marksist anlamdaki genel ideoloji kavramı altında çarpıtılmaksızın sınıflanabilir mi? İlk elde, yanıt hayır. Alman İdeolojisi’nde[a] Marx politik, hukuki, ekonomik ve dini ideolojiler ve (kurmaya giriştiği) ekonomi bilimi arasında keskin bir ayrım yapıyordu.
Ona göre bilim, ideolojinin tek varlığı olan perdeyi yırtarak kendini korumaya alıp hakiki kılıyordu. Dolayısıyla bilim ideolojisi, terimsel bir tezat anlamını taşıyor. Tanımlamak üzere, her ideoloji gerçeklikle arasına bir mesafe koyar; her ideoloji incelediğini zannettiği doğru nesneye temas etmeyi başaramayabilir. Marx, Marksist ekonomi bilimiyle mukayeseli olarak tüm politik ve ekonomik ideolojilerin burjuva-entelektüelin sınıfsal konumuyla belirlendiğini ispata girişir; o burjuva-entelektüeldir ki, her şeyin aynadaki birebir yansımasını gördüğünü sanırken aslen gördüğü, insanın öteki insanlar ve doğa ile ilişkisinin tersyüz edilmiş bir resmidir. Hiçbir ideoloji hakikati va’zetmez. Kimisi daha yakındır gerçekliğe ve fakat hepsi aldatıcıdır.⁴ Aldatıcı derken kastettiği, basitçe yanıl(t)an değildir, avutucu oluşudur da: İdeolojiler sürekli pişirilen pilavlardır, farkında olmadan kişisel çıkarla⁵ belirlenmiş bir hüküm yardakçılığı. Kısacası Marx, ideolojiyi bir denge unsuru olarak kavrıyordu. Burjuva ideolojileri tepkiseldir, sosyal ihtilafların ve sınıfsal mücadelenin belirtileridir; bununla birlikte teoriler gibi, varlıkları için zorunlu olan somut sorunları inkâr edemezler.
Gelgelelim, birileri haklıca itiraz edip sorabilir: Marx’ın Alman İdeolojisi’nde tartıştığı ideolojiler arasında bilimi zinhar saymayışını kaydetmek gerekmez mi? Gerekir tabii. Hatta emin olmak için ekleyelim ki, Feuerbach eleştirisinde Marx, filozofun sözde saf bilimin amaç ve araçlarını ticaret ve endüstriden ya da diğer deyişle, insanın maddesel etkinliğinden devşirdiği gerçeğini anlamakta aciz kaldığını ortaya koyar. Fakat bu acaba, Marx için bir ideolojik söylem olan liberal ekonomi-politikle, diyelim, elektromanyetizma ya da göksel mekanik gibi iyi sınanmış teoriler arasında epistemolojik konum bakımından hiç fark olmadığı anlamına gelir mi? On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda astronominin gelişiminin, optik ve kronometrik [süre-ölçen] aygıtların imâli sayesinde olduğu doğrudur. On sekizinci yüzyılda açık denizlerdeki boylamların belirlenimi teorik bir mesele idi, fakat bu tartışmalı mesele, saatçiler tarafından ticari değeri fazla teknolojik ürünlerin geliştirilmesinde kullanıldı. Ne var ki bugün, oldukça farklı ideolojilerden beslenen teknoloji ve ekonomilerin desteklediği uzay programları aracılığıyla Newton’ın göksel mekaniği, geniş bir skalada deneysel olarak tasdik edilmiştir. Doğanın biliminin, üretim tarzı ve yine doğanın istismarından bağımsız olmadığını söylemek, bilimin yöntem ve sorunlarının özerk olmadığını söylemek demek değildir; ekonomik ve politik teoriden farklı olarak bilim, belirli bir toplumsal tarih ânında yönetici sınıfın baskın ideolojisine tâbi değildir. Ekonomi Politiğin Eleştirisi’nde Marx, “güçlük” dediği şeyle çarpışır, yani sanat, özgül toplumsal koşullarda üretilmiş olsa da sözü edilen koşullar ortadan kalktığında da değerini muhafaza edebilir. Marksizm, Yunan sanatına isnat ettiği Yunan geometrisini reddedebilir mi?
Bilimsel bilgi ideoloji çatısı altına yerleştirilemiyorsa bile, bilim ideolojisi kavramına herhangi bir mana veremeyişimizin bir sebebi var mıdır? İdeoloji kategorisinde içerik ve işlev arasında bir ayrım yapmaya ihtiyaç var. Marx ayan beyan, kaderi tüm sınıfları ilga etmek olan sınıf, diyalektik misyonunu tamamladığında ideolojilerin de varlıklarının sona ereceğini söyler. İdeolojinin -yanıltıcı- işlevi artık ilelebet yok olur. Marx elbette, kendi sınıfsız, huzurlu toplum tanımlamasının doğru olduğunu öne sürüyordu. Tarih sürgit devam ediyor, gelgelelim, bu menzile ulaşıldığında tarihin henüz başladığı bile söylenebilir. Şimdinin tarihi, sınıf mücadelesinin değil, insanın doğayla mücadelesinin tarihidir. Böylece yeni bir soruya geliyoruz: İnsanın doğayla (bu) yeni ilişkisinin gelişimi önceden kestirilebilir mi? Bir başka ifadeyle, bilim tarihi için âsude ve düzenli bir gelecek öngörülebilir mi? Yahut, tıpkı geçmişte olduğu gibi gelecek gereksinimlere göre üretilecek yeni bilimsel bilgi vasıtasıyla yapılacak şanslı birtakım keşifler, yapılışının hemen akabinde akılcı bir şekilde işletilebilecek mi? İnsanın doğa ile yeni ilişkisini oluşturmak üzere insanlar, zaten bilinen ve doğrulanmış şeylerin üzerine gidip onları aşmayacak mı? Aşacaksa, o halde bilim ideolojisi, hem ilerlemenin bir engeli, hem de aynı zamanda, onun zorunlu önkoşuludur.
Bilim tarihi, bilim ideolojilerinin tarihini ihtiva etmeyi gerektiriyor, burada açıkça kabul edildiği gibi. Bu sebeple, müsaadenizle, kavramın yararlılığını göstereyim.
[ III. ]
Bilim ideolojisi bir politik sınıf ideolojisinden ayrı olarak, yanlış bilinç değildir. Yanlış bilim de değildir. Yanlış bilimin özünü, temelsizliğiyle asla yüzleşmemesi, hiçbir şeyden feragat etmemesi ve dilini hiç değiştirmemesi oluşturur. Bir yanlış bilim için, ortada bir bilim-öncesi durum yoktur. Yanlış bilimin savları hiçbir zaman yanlışlanamaz. Dolayısıyla bir tarihi de yoktur. Buna mukabil bilim ideolojisinin bir tarihi vardır. Bilim ideolojisi, bilgi ansiklopedisinde işgal ettiği yeri bir disiplin tarafından ele geçirilince sona erer; şayet sözkonusu disiplin, iddialarının “bilimsellik normlarının” geçerliliğini mevcut bilimsel statüye amelî [operasyonel] olarak açımlar ve ispatlarsa. Bu noktada, bilim-dışının [nonscience] herhangi bir formu bilim sitesinden [domain] ihraç edilir. Suchodolski’nin “karşıbilim”inden ziyade bilimdışı kavramını kullanmayı yeğliyorum ki, bilim ideolojisinin daha evvel bilimin neliği dolayımında kurulmuş bir modeli taklit ederek bilim olmaya çalışması gerçeğine, amacına işaret edebileyim. Bu çok mühim bir husus. Bilim ideolojilerinin varlığı, bilimsel söylemlerin paralel ve ardıl varlıklarını ima eder. Bu da hâliyle, bilim ve din arasında bir ayrımın çoktan yapılmış olduğunu öngerektirir.
Atomizm meselesini düşünün. Demokritos, Epikuros [Epikür] ve Lukretius, ortaya koydukları fizik ve psikolojiler için bilimsel bir statü talep ediyorlardı. Dinin karşıbilimine göre onlar, bilimin karşıdinine karşı geliyorlardı. Bilim ideolojisi, keşfetmek için seçtiği deneyim sahasındaki [realm] bilimin metodolojik gerekliliklerini ve amelî olanaklarını ihmal eder; fakat bu bir yok sayma ve bilimin işlevini hafifseme ya da horlama demek değildir. Bundan ötürü bilim ideolojisi, hiçbir suretle, hatta sözcüğün etimolojik yönüyle de hurafe ile aynı şey değildir; ideoloji yüzündendir işbu dini sahadan değil de, bilgi sahasından gasbettiği konumu. Hurafe, eski bir dinden kalma, yenisince yasaklanmış bir inançtır. Bilim ideolojisi, yukarıdan seyir (superstare) imkânı da olan, nihayetinde bilimin ele geçireceği bir taraçada mukimdir. Fakat bilimin yalnızca üzerine yayılınmış değildir; o, ideoloji tarafından bir kenara itilmiştir (deportare) de. Dolayısıyla bilim, neticede ideolojinin yerini aldığı zaman bu, genellikle pek umulan bir yer olmaz. Kimya ve fizik, on dokuzuncu yüzyılda atomun bilimsel bilgisini birlikte oluşturduğunda atomun yeri, atomistik ideolojinin onu tayin ettiğinden farklıydı; bölünemezliğin yeriydi. Bilimin eriştikleri, ideolojinin bakındıklarından başkadır. Sözcüğün ısrarlı ve sürekli kullanımının, bağlam ve metotlar -pülverizasyon [(toz hâlinde) püskürtme] tekniğinin modern atomik araştırma yöntemlerinden farklı olduğu ölçüde- farklılaştığında ifade ettiği fazla bir şey yoktur. Hakikaten, ideolojinin basitçe muştuladığı herhangi bir şey, kendi bilimsel gerçekliğindeki karmaşıklıklar hiyerarşisini açığa vurur.
Bir diğer, ikna edici diye ümit ediyorum, bilim ideolojisinin bilim ile ikâme oluş şekline örnek olarak Mendel’in kalıtım teorisi verilebilir. Çoğu tarihçi Maupertuis’in modern genetiğin öncüsü olduğunu düşünür, çünkü o, Vénus physique [Fiziksel Venüs (Gezegeni)] çalışmasında, normal ve anormal özellikleri aktaran mekanizmalar olabileceğini akletmiştir; sonra, belirli bir ailedeki yine belirli anormalliğin sıklığının tesadüfi olup olmadığına karar vermek için olasılık hesapları yapmıştır ve nihayet, melezliği, döllenme sırasında birleşen birtakım meni kabilinden atomlar ve kalıtımsal unsurlar varsayarak açıklamaya çalışmıştır. Bu kadarı bile, Maupertuis ile Mendel’in yazdıklarını kıyaslamak ve de bilim ile yerini aldığı ideoloji arasındaki açıklığın genişliğini görmek için yeterlidir. Mendel’in çalışmalarındaki olgular, öyle ilgisiz bir gözlemcinin hasat edeceği türden şeyler değil; sistematik bir araştırmanın eldeleriydi. Bu araştırma, Mendel’in uğraştığı problemin tabiatının zorladığı bir süreçtir, yoksa Mendel-öncesi literatürde herhangi bir emsal bulunmamaktadır. Mendel, karakter fikrini icat etti. Bununla kastettiği, kalıtımsal aktarımın bir temel faktörü değil, bizatihi kalıtım unsurudur. Bir Mendel karakteri n kadar başka karakterle kombinasyona girebilir ve bu karakterin sonraki nesillerdeki görünüm sıklığı hesaplanabilir. Mendel yapı, döllenme ya da gelişimle ilgili değildi. Ona göre melezleştirme, evrensel [global] bir tipin değişmezliği ya da değişkenliğini oluşturmanın bir yolu değil, bir tipi ayrıştırma yolu ve onun analiz enstrümanıydı; karakterleri, onları kullanarak daha geniş örneklerle çalışabilmek adına bölmenin bir aracıydı. Yani Mendel, eski bir melez araştırma geleneğini umursamaması dışında, melezlerle ilgiliydi. Cinsiyetle ilgili değildi: Doğuştan ilâ edinilmiş olan, ya da ön-oluşum [preformasyon][b] ilâ epigenez[c] arasındaki çekişmeye de ilgisizdi. O sadece kendi hipotezinin kombinasyon hesaplarıyla doğrulanmasıyla uğraşıyordu.⁶
Mendel aslında kendisinin selefi olmayanları ilgilendiren her şeye bigâne kaldı. On yedinci yüzyıl kalıtımsal aktarım ideolojisinin yerini hayvansal ve bitkisel melez ve ucubelerin gözlemi aldı. Böylesi bir ilgi çeşitli amaçların habercisiydi: Preformasyon ve epigenez savunucuları ya da ovist ve spermatistler arasındaki tartışmalarda şu yahut bu safı destekliyordu. Sonuç olarak da cinsiyet itaati, babalık, kan bağının arîliği ve aristokrasinin meşruiyeti gibi yasal meseleleri karara bağlamada faydalı bir işlev görüyordu. Bu meseleler doğuştancılık ve duyumculuk arasındaki çekişmeden kopuk değildi. Melezleştirme teknolojisi, avantajlı varyetelerin[d] peşindeki ziraatçılar kadar, türler arasındaki ilişkiyle ilgilenen botanikçiler tarafından mükemmelleştirildi. Vénus physique, ancak bağlamından koparılarak, Versuche über Pflanzenhybriden [Melez Bitkiler Üzerine Deneme] ile kıyaslanabilir. Mendel’in bilimi patikanın, geriye doğru giderek yerini aldığı ideolojinin izini sürebileceğimiz patikanın varış noktası değildir; şu basit sebeple ki, sözkonusu ideoloji bir değil birkaç patika izledi ve hiçbiri de bilimin kurguladığı bir süreç değildi. Hepsi de kimisi eski, kimisi daha yeni muhtelif geleneklerin miraslarıydı. Ovizm ve spermatizm, deneysel ve mitolojik argümanların aristokrasi lehine işletildiği çağ ile eşzamanlı değildi. Kalıtım ideolojisi⁷ aşırı ve naif derecede hırslıydı. Birtakım önemli teorik ve pratik yasal sorunların, temelleri yeterince gözlemlenmeden çözümlenmesini kovalıyordu. Burada ideoloji, aşınarak kolayca yitip gidiyordu. Ama bilimsel payandalarının elenmesi, ideoloji olarak bir odağa koyuyordu onu. İdeoloji olarak belirli bir gözlemler ve dedüksiyonlar [tümdengelim] dizisinin betimlenmesi, onun bilim olma adaylığının diskalifiye oluşunun, ehliyetsiz kılınmasının ardından geldi. Bu ehliyetsizleşme, kendi geçerlilik alanının sınırlarını çizen ve sonuçlarının tutarlılığıyla bunu kanıtlayan bir yeni söylemin gelişimiyle kotarıldı.
Bilim ideolojilerinin nasıl ortadan kalktığını incelemek, onların nasıl ortaya çıktığını incelemekten bile daha irşat edicidir. Bir on dokuzuncu yüzyıl bilim ideolojisi olarak evrimciliğin doğuşunu kısaca düşünün. Herbert Spencer’ın çalışmaları ilginç bir vaka örneği sunuyor. Spencer, ardışık farklılaşma yoluyla basitten karmaşığa doğru gerçekleşen evrime dayanarak ilerlemenin evrensel manada geçerli bir yasasını ortaya koyduğu fikrindeydi. Her şey, diğer bir deyişle, çok türdeşten [homojen] aza ve az bireyselleşmeden daha fazlasına doğru evrilmekteydi: Güneş sistemi, hayvan organizması, canlı türler, insan, toplum ve dil de dâhil olmak üzere, insan düşünce ve eyleminin ürünleri. Spencer açıkça, kendi evrim yasasını Karl-Ernst von Baer’in Uber Entwicklungsgeschichte der Tiere’sinde [Hayvanların Gelişim Tarihçesi Üzerine] (1828) yer alan embriyoloji ilkelerini genelleştirerek türettiğini söyler. Origin of Species’in [Türlerin Kökeni] 1859’da yayımlanması Spencer’ın görüşlerini teyit etmiş oldu; şöyle ki onun evrim konusundaki genel teorisi, Darwin biyolojisinin bilimsel geçerliliğini paylaşıyordu. Ayrıca o, kendi evrim yasasının yeni biyolojiden çok daha sağlam kurulmuş bir bilimin destekçisi olduğunu iddia ediyordu; mâhut yasayı enerjinin korunumu yasasından çıkarsadığını ve hatta o yasanın türdeş durumların kararsızlığının ispat edilmesinde kullanılabileceğini söyleyerek. Eğer birileri Spencer’ın çalışmalarının gelişim çizgisini takip edecek olursa açıkça görebilir ki o, önce von Baer, ardından Darwin’in biyolojisini kullanarak kendisine, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere endüstriyel toplumundaki sosyal mühendislik, hatta özel olarak serbest girişim, politik bireycilik ve rekabet konularındaki görüşleri için bilimsel bir dayanak noktası oluşturmuştur. Farklılaşma yasasından, bireyin devlete karşı savunulmasının zorunlu olduğu görüşünü türetmişti [deduce]. Fakat belki de bu “dedüksiyon”, ta başından beri Spencerci sistemin ilkelerini baz alıyordu.
Mekanik, embriyoloji ve evrim yasaları kendi bilimsel nüfuz bölgelerinin ötesine, hem de geçerliliklerini koruyarak taşınamazlar. Spesifik teorik hükümler, kendi önermelerinden koparılarak insanın genel bir deneyim bağlamına, özel olarak da sosyal deneyimine uyarlandığında nasıl bir yere varıyoruz? Pratik bir yere. Evrimci ideoloji endüstriyel toplumu, bir eliyle geleneksel topluma, diğer eliyle de işçilerin taleplerine karşı savunmak üzere kullanıldı. Bu bir yanıyla teoloji-karşıtı, bir yanıyla da sosyalizm-karşıtı idi. Dolayısıyla evrimcilik, Marksist anlamda da bir ideolojiydi: Hakikati, söylediğinde değil, gizlediğinde yatan bir doğa ya da toplum temsili. Evrimcilik, elbette Spencer’ın ideolojisinden çok daha öte bir şey. Gelgelelim Spencer’ın görüşlerinin, dilbilimci ve antropologlar üstünde süregiden bir etkisi vardı. Onun ideolojisi primitif [ilkel] sözcüğüne kendi anlamını yükledi ve sömürgecilerin vicdanını yatıştırdı. Miras bakiyesinin bir kısmına gelişmiş toplumların, sözümona geri kalmış ülkelere olan tavrında rastlanabilir; her ne kadar antropoloji çoktandır kültürlerin çoğulluğunu tanısa da ve bu, galiba artık herhangi bir kültürün kendisini, diğerlerinin ona bakıp hizaya geleceği bir mihenk taşı olarak sunmasını gayrimeşru kılsa da. Kendilerini evrimci köklerinden azat etme çabaları sırasında çağdaş dilbilim, etnoloji ve sosyoloji, ideolojinin, tarihsel koşullar onun bizatihi varlığıyla geçimsizleştiğinde apansız buharlaştığını göstermişlerdir. Evrim teorisi Darwin’den bu yana çok değişti, fakat Darwincilik evrimin bilimsel tarihinde mütemmim bir cüzdür halen. Buna karşın evrimci ideoloji, insanbilimleri tarihinde, tatbiki olanaksız bir kalıntıdır ancak.
[ IV. ]
Bu örneklerle, bilim ideolojilerinin nasıl vücut bulduğunu biraz açık edebildim diye umuyorum. Şunu eklemem lazım gelir ki, bilim ideolojileri ile bilimcilerin ideolojilerini birbirine karıştırmamak konusunda dikkatli olunmalı. Bilimcilerin ideolojisi ile, bilimcilerin kendi araştırma yöntem ve prosedürlerini sistemleştirirken yahut kültür evreni içinde bilimin konumu üzerine konuşurken hasıl olan ideolojiyi kastediyorum. Bilimcilerin ideolojisine belki de filozofların ideolojisi denmeli; bilimsel-tınlayan öğretileri ileri süren insanların bulunduğu, zanna dayalı yahut zorlama ve cüretkâr bir şekilde savlama lüksünün bilimcilere tanındığı bir saha. On sekizinci yüzyılda Doğa ve Deneyim kavramları, bilimcilerin ideolojik kavramlarıydı. Buna karşılık, doğa tarihindeki “organik molekül” (Buffon) ve “varlık zinciri” (Bonnet) kavramları bilim ideolojisinindi.
Özetlenirse:
- Bilim ideolojileri, bizatihi bilimsellikten alınmış normlardan sapmış açıklayıcı sistemlerdir.
- Her alanda [domain] bilim ideolojisi, bilimin kuruluşunu önceler. Benzer şekilde her ideoloji, kendisinin görüş ufkuna dolaylı olarak katılan, onu tamamlayan bir unsur olarak bilim tarafından öncelenir.
- Bilim ideolojisi yanlış bilim, büyü yahut din ile aynı şey değildir. Onlar gibi o da, temel saikini altta yatan bir ihtiyaçtan, bütünsel varlığa doğrudan erişebilme ihtiyacından alır; fakat o, hâlihazırdaki müesses bilime, prestijini teslim, tarzını ise taklit ettiği bilime şaşı bakan bir inançtır.
İzninizle geriye, bilim tarihi uygulamasına ışık tutacak bir teori önermeye giriştiğim yere dönerek sonlandırayım. Bilimi telaffuz edilmiş hakikatler serisi olarak gören bilim tarihi anlayışının, ideolojiyle herhangi bir işi yoktur. Bu görüşü paylaşan bilim tarihçileri, ideoloji meselesini düşünce tarihçilerine, daha da kötüsü, felsefecilere terk ediyorlar.
Bilimi, sürekli gelişen, doğrulama normlarıyla yönetilen bir arınma süreci olarak tanımlayan bilim tarihi, bilim ideolojisiyle kendisini ilişkilendirmeyi beceremez. Gaston Bachelard kadük ile geçerli olan bilim arasında bir ayrım yapmıştı ki, bu ikisi arasındaki ilişkiyi incelemek ve birini diğerinden ayırt edebilmek son derece öğreticidir. Kadük olan, hakikat ve nesnellik adına lanetlenmiştir. Fakat bugün kadük olanın, bir vakitler nesnel olarak doğru olduğu düşünülüyordu. Hakikat, eleştirelliğe ve imkân dâhilindeki çürütmelere boyun eğmelidir, aksi halde bilim diye bir şeyden söz edilemez.
Bilim ile ideoloji arasında ayrım yapmak esasen bizi, önceki bir ideolojinin yerini alan bilimin içinde yalnızca ideolojik unsurların korunduğunu görmekten alıkoyuyor. Tabii böylesi bir ayrım, bizim gene, Rousseau’nun Le rêve de d’Alembert’teki [d’Alembert’in Düşü] Türlerin Kökeni öngörülerini görmemize engel oluyor.
Tersine, ideoloji ve bilim arasındaki bağlantıları tanımak, bilim tarihini niteliksiz bir manzara, desteksiz bir harita durumuna indirgemekten bizi alıkoyacaktır.
Bilim tarihçisi çalışmak ve çalışmasını da iki seviye üzerine kurmak durumundadır. Eğer o, bilim ideolojisini tanımaz ve çalışmasına dâhil edemezse, kendi ideolojisinden (nesnesine karşı yanlış bilincinden, demek istiyorum) başka bir şey ortaya koyamama riskini sırtlamak durumunda kalır. Nesnesine yaklaştığını düşündüğü ölçüde hedeften ırak kalır. Bilgisi yanlış bilgidir, zira doğru eleştirel bilgi, eleştirel bir perspektifi gereksinir; tarihçi, bilfiil oluşturmadığı, inşa etmediği hiçbir nesneyi dosdoğru göremez. Hakikate yanaşma yolunda ideoloji, bir yanlış inançtır. Eleştirel bilgi onun, amelî olarak inşa edilmiş bir nesneye mesafeli olduğunu bilir. Profesör Suchodolski bir noktada haklıydı: Hakikatin tarihi, kavramlarda çelişme, ayrılık demektir.
– Sonnotlar
- Bkz. Voltaire, “Önyargı”, Dictionnaire philosophique [Felsefe Sözlüğü].
- “Factors Affecting the Development of the History of Science” [Bilim Tarihinin Gelişimine Etki Eden Faktörler] başlıklı bildiri: XIIe Congrès International d’Histoire des Sciences: Colloques, textes des rapports (Paris: 1968), s. 34.
- “[Napolyon’un] Sanayici iş adamlarına tasladığı bu üstünlük, onun ideologlara tasladığı ile örtüşüyordu.” (Marx, La sainte famille, 6.3.c) – [Türkçede bkz. K. Marx ve F. Engels, Kutsal Aile (ya da Eleştirel Eleştiri’nin Eleştirisi), çev. K. Somer (Sol, Ankara, 2009), s. 178.]
- Marx’a göre 18. yüzyılda Fransız ve İngilizlerin politik ideolojileri, kendi doğru zeminlerine, Almanların dinsel ideolojileri kadar uzak değildi.
- Komünist Manifesto’da, burjuvazinin sosyal durumun kendisini başat sınıf yaptığına yönelik ebedi yanılsaması “çıkara yönelik fikir” olarak betimlenir.
- Jacques Piquemal, “Aspects de la pensée de Mendel” [Mendel Düşüncesinin Boyutları], Palais de la Découverte (Paris, 1965)’de sunuldu.
- Bu durumda bilim adı, post hoc [ardışıklık ilişkisiyle] ideoloji adına dönüştü; atomizm durumunda da bir diğer biçimde.
[Dipnotlarda ve metin içinde yer alan köşeli parantez içindeki izahlar, aksi belirtilmedikçe, Türkçeye tercüme edene (Özen B. Demir) aittir. Özgün metin ise şudur: “What is a Scientific Ideology?”, Ideology and Rationality in the History of the Life Sciences (Idéologie et rationalité dans l’histoire des sciences de la vie) içinde, çev. Arthur Goldhammer, MIT Press, 1988, s. 27-40.]
Metin; konferans olarak Ekim 1969’da, Warsaw ve Cracow’da, Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü ve Polonya Bilim Akademisi’ne sunuldu ve “Organon 7” dergisinde yayınlandı (1970). – G. C.
[a] [Türkçede nihayet tam metin olarak yayımlandı, geçtiğimiz yıllar içinde: K. Marx ve F. Engels, Alman İdeolojisi, çev. T. Ok ve O. Geridönmez, İstanbul: Evrensel, 2013.]
[b] [– teorisi: Eşey hücresinde (yumurta veya sperm) ergin bireyin minyatürünün (homunculus) bulunduğunun kabul edildiği eski bir teori. İkiye ayrılır: Yumurta içinde (ovulist görüş), ya da sperm içinde (sperm[at]ist/animalculist görüş)… 18. yüzyıla dek itibar görmüştür.]
[c] [Sıralı-oluş. Canlının gelişimiyle ilgili; organizmanın yumurta ve spermdeki hammaddelerden tamamen yeni olarak geliştiğini ileri süren bir teori.]
[d] [Ait olduğu türden çok ufak farklarla ayrılan birey; ait olduğu belirli bir grup organizmadan görev ve yapı karakterleri bakımından ayrılan bir organizma.]