Kefernahum, Nadine Labaki’nin yönettiği bir film. “Beni doğurdukları için aileme dava açtım” diyen Zain’in sözleriyle başlayan film yoksul, mülteci, Arap ve siyahları, onların dünyalarına tepeden bakan beyaz bir yönetmenin gözünden izleme deneyiminin ötesine geçmiyor.
Kefernahum (Capharnaüm), Nadine Labaki’nin yönettiği Lübnan, Fransa ortak yapımı 2018 çıkışlı drama filmi. İlk gösterimini 2018 Cannes Film Festivali’nin ana yarışma bölümünde gerçekleştirdi.
Film, 24 Şubat 2019 tarihinde düzenlenecek 91. Akademi Ödülleri’nin Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü kategorisinde yarışmak üzere Lübnan’ın aday adayı olarak gösterildi ve dokuz filmden oluşan kısa listeye girdikten sonra yapılan oylamada Akademi Ödüllerine aday oldu. Cannes’dan 3 ödülle dönen film, Altın Palmiye ödülü için de adaylık sahibiydi.
Ailesine dava açıyor
“Beni doğurdukları için aileme dava açtım,” diyen Zain’in (Zain Al Rafeea) sözleriyle başlayan film, bu küçük Lübnanlı çocuğun hikâyesine odaklanıyor. Mahkeme görüntüleriyle açılan filmin devamında Zain’in hayatta kalma mücadelesi, ailesiyle yaşadığı çatışmalar, yaşıtlarına göre hayli ileride olan zekâsı tüm filmin odak noktası.
Cinayete teşebbüsten tutuklandığını filmin ilk dakikalarında anladığımız Zain’in küçük ama etkili hikâyesi, Etiyopyalı mülteci Rahil ve onun bebeği Yonas’ın filme dahil olmasıyla farklı bir hâl alıyor. Nihayetinde ise mahkemede bir çocuk olarak ailesi tarafından istismara uğradığını ve adalet aradığını söyleyen Zain ve mahkemede tanık iken sanık konumuna düşen ailesiyle baş başa kalıyoruz. Filmin senaryosunda, yönetmenle birlikte Michelle Keserwany ve Jihad Hojeily’nin imzası var.
Zain genellikle somurtkan ve öfkeli bir çocuk, hatta öfke kontrolü olduğu söylenebilir. Merhametli olduğu insanlar ya çocuklar ya da kendisiyle aynı konumu paylaşan, yine hayatın kendisi kadar onları da “mağdur” ettiği insanlar. Kız kardeşiyle kurduğu kuvvetli bağ, sayısını tam bilmediğimiz kardeşleri ve anne-babasıyla yaşadığı küçücük eve onu bağlayan tek şey. Ailesi tarafından doğum belgesi alınmadığı için kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz, “o kadar çok çocukları olduğu için” ailesi de asla bilmiyor Zain’in yaşını. Yaşamını düşündüğümüzde bu önemli bir detay mı, bununla ilgili bir şey söylemek de son derece yersiz. Evdeki tek erkek çocuk, hayli çelimsiz ama eve yemek getirmek için çalışmak zorunda. Babası tüm gün bir koltukta ya uyuyor, ya içiyor. Annesi ise bir şekilde evin geçimine katkı sağlamaya çalışıyor, iyi veya kötü niyetli olmasından bağımsız.
Dört-beş tavuğa satılan Sahar
Annenin kötülüğüne dair karar verememe hâli şöyle işliyor: Zain’in en büyük kız kardeşi Sahar regl olduğunda, Zain bu durumu annelerinden gizlemesini istiyor. Çünkü bu artık Sahar’ın evlenebileceği anlamına geliyor aile için. Kız kardeşinin kan bulaşan şortunu elleriyle yıkıyor Zain, bez yerine kullanması için de tişörtünü sarıp veriyor Sahar’a. Ancak aile bir şekilde mahalledeki bakkala satıyor Sahar’ı, hem de dört-beş tavuk ve biraz paraya. Sahar’ın evden ayrılmaması için elinden geleni yapan Zain, anne ve babasının engellemesi sonucu kopuyor Sahar’dan. Kız kardeşi evden gidince Zain da ayrılıyor evden.
Bir çocuğun ilgisini çekebilecek en yakın yerde iş aramaya başlıyor şimdi Zain: Lunapark’ta. Ancak kimse iş vermiyor bu çelimsiz çocuğa. Lunaparkın kafesinde kaçak olarak çalışan mülteci Rahil ile karşılaşıyor, Rahil’in bir de bebeği var ve evde yalnız bırakamadığı için gizli gizli iş yerine getiriyor bebeği. Konuşulmayan bir anlaşma yapıyorlar aralarında. Zain, Rahil’in bir buçuk yaşındaki bebeğine bakacak, Rahil de Zain’e yemek verecek. İlk günleri gayet iyi giderken, Rahil’in ülkede kaçak yaşıyor olması sorunuyla yüzleşmek zorunda kalan bu yeni aile çok geçmeden dağılıyor. Rahil tutuklanıyor. Zain ve Yones, Lübnan sokaklarında yemek bulmaya çalışıyor. Daha doğrusu, abi Zain bebek Yones’in de karnını doyurmak zorunda şimdi.
“Kurtarıcı” beyaz el
Film tüm bu yakıcı hikâyeleri nasıl işliyor, buna dair pek çok yücelten yorum yapılsa ve hatta film Oscar’a aday dahi olsa da yoksul, mülteci, Arap ve siyahları, onların dünyalarına tepeden bakan ve kurtarıcı rolüne soyunan beyaz bir yönetmenin gözünden izleme deneyiminin ötesine geçmiyor. Bu anlamıyla tam da Oscar jürilerinin işine gelecek bir film çekildiğini söylemek sanıyorum ki haksızlık olmayacaktır. Filmde Zain’in avukatı rolünü de kapan yönetmen Nadine Labaki, Zain’in dünyasına bir kurtarıcı olarak giriyor. Gönüllü, genç, güzel ve bakımlı bir avukat rolündeki Labaki, filmde adalet dağıtıp bu yoksul Lübnanlı çocuğu ailesinin istismarından korumaya ve adaleti sağlamaya çalışıyor.
Beyaz bakan siyahı görmez
Gerçek mekânların kullanıldığı ve oyuncuların hiçbirinin -Zain dahil- profesyonel olmadığı filmde, oyuncuları iyi bir şekilde yönlendirmek muhakkak kıymetli bir iş. Ancak bu hikâyeyi “durmadan çocuk doğuran cahil Araplar/Ortadoğulular” üzerinden kurmamak da bir seçenek olabilirdi Labaki için. Ya da şu an dünyanın en önemli sorunu olan mülteci sorununa bu denli yüzeysel değinip, “bunu da işleyeyim” diye düşünmek yerine hakiki bir mülteci hikâyesi sunabilirdi bize. Bu hâliyle çocuk istismarına da, yoksulluğa da, çok çocuklu ailelere de, mültecilere de, kadın sorununa da hiç dokunmadan çokça dokunmuş oluyor Labaki. Ve bu hikâye sarmalı, filmi maalesef iyi kılmıyor…
Bu yazı ilk kez alevinet.com internet sitesinde yayınlanmıştır