23.İstanbul Tiyatro Festivali’nde merak ettiğim oyunlardan biri Goethe’nin Faust eserini dijital çağda yeniden düşünmek üzere kurgulanmış Being Faust-Enter Mephisto’ydu. Dünyaya dair daha fazlasını bilme, şeylerin özüne varma tutkusuyla şeytanla anlaşma yapan Faust’ın hikâyesi Benjamin von Blomberg’in uyarlaması ve Peter Lee’nin sahnelemesinde sözcüğün her manasıyla oyun olarak tasarlanmış.
Goethe Enstitüsü ve Koreli topluluk Nolgong ortaklığıyla yapılan oyunun çıkış sorusu şu: Faust ve Mephisto dijital çağda karşılaşsalardı ne olurdu? Yoksa bu karşılaşma her an yaşanıyor da farkında mı değiliz? Aşk, zenginlik, özgürlük, şöhret, bilgi, v.b arzularımı gerçekleştirmek için Faust gibi arkadaşlarımızı satsaydık bu iyi bir anlaşma olur muydu?
Being Faust-Enter Mephisto (Faust Olmak-Mephisto’ya Giriş) için oyun biletine sahip olmak yeterli değil. 80 dakikalık oyun süresi boyunca bizi yarı yolda bırakmayacak şarjı ve internet bağlantısıyla bir akıllı telefonumuzun olması ve Enter Mephisto adlı uygulamayı indirerek adımıza bir dijial kimliğin tanımlanması gerekiyor. Çünkü bu sayede oyunda “arzularını gerçekleştirmek uğruna arkadaşlarını satmanın iyi bir anlaşma olabileceği”ne zorluk göstermeden ikna olan bizler, ezeli ve ebedi ‘akıl çelicimiz’ Mephisto ile karşılaşacak ve onun sanal dünyasında arzuları uğruna ruhlar(ını) satan Faustlar’a dönüşeceğiz. Being Faust –Enter Mephisto seyircisini Faust’a ve dolayısıyla oyunun performansçısına dönüştüren hem fiziksel hem sanal bir oyun. Faust olmak için her şeyden önce Mephisto’nun alemine girmek girekiyor.
“Aşkı bulmak ve zengin olmak için arkadaşlarımı satsaydım, bu iyi bir anlaşma olur muydu?”
Burası ise arzuları tatmin etme uğruna her ilişkinin alım-satım, puan kazanma, performans göstermeye dönüştüğü dijital bir mağaza. Oyun başından itibaren seçimle ilerliyor. Her seçim bir oyuna dönüşüyor. Burada zaman o kadar hızlı, rekabet o kadar güçlü ki Faust’tan yapılan ve bulmamız gereken alıntılarda ne denildiğine bile yeterince dikkat edemiyoruz. Goethe’nin eserinde özgürlük, güç, aile, güzellik, başarı v.b gibi değerler üzerine söylenmiş bir dizi söz sadece ele geçirilecek, puanlanacak ve satın alındığı anda oyundaki büyük ekranda olduğu gibi sosyal medyada başkalarıyla paylaşılacak alıntılara, bir bakıma (ç)alıntı sözlerin egemenliğini ilan eden teşhir nesnesine dönüşüyor. Ama her bir alıntının üzerinde bir durup düşünürsek, kendimizle, yaşama bakışımızla, ihtiyaç duyduklarımızla ilişkisini anlamaya çalışır ve kendinize yönelik bir yeniden gözden geçirme sürecine girersek oyunun gerisinde kalıyoruz.

İçerisi az ışıklandırılmış bir salon. Sanki Faust’un gaz lambasıyla aydınlatılmış kasvetli, loş ışıklı odasındayız. 12 adet sergilenmiş yarım sütunun etrafında geziniyoruz. Her biri karesel alanlardan oluşan ve tepesindeki zayıf bir ampul ışığıyla aydınlatılmış bu sütünların dört yüzünde İngilizce, Almanca ve Türkçe olmak üzere Faust eserinden kısa alıntılar yer alıyor. Alıntıların tepesinde diyez işaretiyle başlayan bir kod numarası bulunuyor (# 12565 gibi). “İnsanların anlık bilgileri paylaşıp bir etiket altında toplandığı” hashtag olarak da okunabilir, oyunun ritminde kesinti sağlayacak bir müzik işareti gibi de. Bir tane daha ekleyelim. İşaretin kökeninde bulunan para vurgusu hatırlanırsa bir meta olarak da okunabilir. Elimizdeki kartlarla ilgili olan her alıntı bir vaadi, bir umudu, bir başarısızlığı, bir sevinci, bir yitimi ve bir sıkıntıyı anlatıyor. Bir şeyler başlamak üzere gibi umutlu ve hevesli, bir şeyler başlamış ama hiç bir şey gerçekleşemeyecekmiş gibi de umutsuz ve sıkkın bir ifade alanı var alıntıların. Bizden önce bu maceraya çıkmış olanın deneyime susamış ilk heyecanı da var orada, geri dönmek için artık çok geç olduğunun bilgisine varmanın çaresizliği ve hüznü de. Özgürlük uğruna terk ettiğimiz ilk deneyim alanımızın (evin, annenin, ilk aşkın) özlemi de var alıntılarda, başarısızlıklarımızın öfkesini yatıştıracak umutlu ütopyalar da.
Derken içeriye siyah takım elbisesi, şapkası, sempatik, hareketli tavırlarıyla, “şeytan tüylü” bir adam giriyor. Oyun boyunca bizi yönlendirecek mağaza sahibi Mephisto (Yiğit Özşener) bu. Mephisto&Co mağazasını tanıtıyor ve oyunun kurallarını anlatıyor. Aramızda gezinen, bizimle konuşan, yönlendiren, bir şey yapmadığımız/yapamadığımız anda cesaretlendiren, hırslandıran, satın aldığımız alıntıları gür, neşeli ve şevkatli sesle okuyan biri Mephisto. Mephisto&Co dünyasında her şey paraya dayalı. Arzuları gerçekleştirmek satın alma gücüyle doğru orantılı. Kolayca ve hızlıca para kazanmak ve arzulara ulaşmak ise sevdiklerimizin ruhunu satmaktan geçiyor. Ama seçim hakkımız var. (!)Daha doğrusu, İlk aşkımızdan Napolyon’a, evcil hayvanımızdan Orhan Pamuk’a, annemizden Tarkan’a, tutkunu olduğumuz ünlü markalar, şarkıcılar, bilim insanlarına dek bir dizi isim arasından altı kişiyi belirlemek ve aralarından hangisini satacağımızı seçmek bize kalıyor. Oyunda yapılması gereken esas şey ‘alıntı avcılığı’. Sütunların üzerindeki alıntıları hızlıca okuyup değerlerimize uyan, arzularımıza cevap veren alıntıları bularak tatmin puanı kazanmak.

İki kez ‘takas’ adı verilen bir fırsatı sunuyor oyun. Takas zamanı başladığında sevdiklerimizi satmaya, para harcamaya gerek kalmadan arzularımıza karşılık gelen alıntıları elde edebiliyoruz. İstediğimiz bir kartı bir başkasınınkiyle takas ediyoruz. Böylece takas edilen kartın alıntılar da hanemize puan olarak işliyor. Karşılıklı rıza ve güvene dayalı bu takas, oyunun en etkili anlarından biri. Seyircilerin/oyuncuların birbiriyle konuştuğu, elindeki bütün kartları diğerine açtığı, ortak kazancın daha da arttığı bu anlar -her ne kadar çıkara dayalı olsa da- Mephistovari bu sanal alemin sunduğu biricik ve kısacık karşılaşma anları. En büyük arzumuz olan özgürlüğü bulma uğruna girdiğimiz bu oyunda Faustlar’ın birbiriyle karşılaştığı, o ana kadarki ruh satışlarının azabından kurtulduğu, bir parça telafi ve tazmin edici anlar. Örneğin, ilk takas zamanında kartlarını takas etmek isteyenlerin sayısı azdı. Belki de oyundaki acemiliğimiz, “asla yapmam” deyip az önce annemizi satmanın utancı, tedirginliği hepimizi şaşkına çevirmişti. Ama ikinci takas anı kartlarımızı değiştirmek, aynı arzu uğruna biriktirdiğimiz puanları paylaşmak için can atıyorduk. Arkadaşlarımızı satmadan ve kuruş harcamadan arzularımızı gerçekleştirmenin bir yolu daha var diyor takas. Ama o kadar da masum değil. Takas yapacağı kişiyi gözüne kestiren, peşinde dolaşan, onu başkasına kaptırmamaya çalışanlar da vardı, yanlış yapılan takas yüzünden “zamanımı çaldın” diye hayıflananlar da, ya da takas yaptığı kişiden kaç arzu puanı geldiğini hesaplayanlar, hatta diğerinin kartını alıp kendi kartını vermeden sıvışanlar da.
Başka bir ihtimal –Oyundan Çıkış
Peki ama başka olasılıklar yok muydu oyunda? Neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz Mephisto mağazasında arkadaşlarımızı satmak ve bağlamından kopuk alıntılar peşinde koşturup kendimizi heba etmekten başka bir imkân yok muydu? Mephisto&Co’yu terketmeden, oyundan çıkmadan oyunbozan olmak da, oyunu kesintiye uğratmak da mümkündü aslında. Bir alıntının karşısında öylece “duran adam” olabilirdik oyun süresi boyunca. Hiç alıntı satın almayabilirdik. Sadece takas anında oyuna dahil olabilirdik. Başkalarının alıntısı peşinde koşmak yerine kendimize ait bir cümleyi yazabilirdik. Peki ama bu kadar ihtimal varken neden içeri girer girmez oyunun kurallarına tabi olduk? Mephisto’nun arzuladığı en yüksek performansı sergilemeye çabaladık? İçinde sürekli eksik hissettiğimiz dünyayı sözler satın alarak alt etmekten başka bir yolumuz yok muydu? Açık ki oyun bugünkü yaşamlarımızın bir simülasyonu, belki de bir provasıydı. Olanı ve/veya birlikte ürettİğimiz “olduğu haliyle” bir dünyayı tekrar yaşatıyordu. Arzularımızı doyuralım derken üzerimizde biriken taşıması zor o ağır yük ne kabahati oyunda bulmakla (“ne biçim oyundu bu”), ne de Mephistolar dünyasında çoktan Faustlar’a dönüşmüş olduğumuz gerçeğini kabullenip yolumuza bakmakla boşaltılabilecek gibiydi.
Schiller “insanın varoluşunun aracı ve amacı olarak özgürlüğün ancak ciddi bir oyun pratiği içinde deneyimlenebileceğini söylemişti. Çünkü özgürlük soyut bir hedeften çok eğitsel bir ortak insanlık deneyimiydi”. Herkesin birinci arzusunun özgürlük olduğu bu oyunda nasıl bir ortak insanlık deneyimi vardı? “Özgürlük (freedom) ve dostluk (friendship) kelimelerinin etimolojik kökenleri arasında önemli bir bağlantı var. Dostlar dünyaları paylaşır ve onların birlikte-yaratılmasına yardım ederler” diyor Svetylana Boym. “Başka bir özgürlük”ün mümkün olduğunu ve özgürlüğün birlikte yaratılan yeni bir dünya deneyimi olduğunu hatırlatıyor.[1] Özgürlük arzusuyla Faust’a dönüştüğümüz bu oyun peki, bize nasıl bir özgürlük ve özgürleşme deneyimi sunuyordu? Mephisto ile birlikte sözde sanal bir dünya yaratmak yerine (Mephisto&Co, “co”: “birlikte”, “ortaklık” demek olduğu hatırlanırsa) bütün Faustlar birleşip (Fausts&Co’yu) başka bir dünyayı yaratabilir miydik? Bu soruları oyun bittikten, iş işten geçtikten sonra, elimizde beyhude çabamızın acı dolu hatırası satış makbuzlarıyla kalakaldığımızda soruyor olabilmemiz, sadece arzularımızla değil yalnızlık, pişmanlık, kayıp ve acılarımızla da Faustlaştığımızın güçlü bir göstergesi miydi yoksa?
[1] Svetylana Boym. Başka Bir Özgürlük. Bir Fikrin Alternatif Tarihi. İstanbul: Metis Yayınları, 2016.