Hatırlayamadıklarımız Zehra İpşiroğlu’nun 2023 yılında Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan en son romanı. Şu an elimde tuttuğum kitabın kapağında bir fotoğraf var.[1] Fotoğrafta karanlıkta, belki bir kapının arkasında, yan döndüğü için yüzü fark edilmeyen bir kız çocuğu duruyor. Bir yere ya da birine bakıyor bu kız.
Fotoğrafın sağ tarafında, yani kızın baktığı yönde sadece yarısı fark edilen bir erkeğin gölgesi dikkat çekiyor. Kız çocuğunun üzerindeki pembe elbisenin düğmeleri sanki saç örgüsünden düşmüş gibi. Onlar da saç örgüsü gibi tedirgin bir titreme içinde. Kırmızı harflerle Hatırla yazılmış fotografın üzerine. Hatırla kelimesinin altına yamadık diye ekleme yapılıp tekrar satırbaşına geçilmiş: larımız… Şimdi fotoğrafta gördüklerimi ve fotoğrafın üzerinde okuduklarımı toplayıp-çarpıp hesaplıyorum: Parça parça Hatırla-yamadık-larımız… Kapak resmine bu şekilde anlam yüklemeye çalışıyorum. Yetişkin erkeğin yarı gölgesiyle saklambaç mı oynuyor bu çocuk? Evet, saklandığı kesin! Peki ama bu bir saklambaç oyunuysa, saç örgüsü ve pembe elbisenin üzerindeki düğmeler neden tedirgin? Yaptığım hesabın sonunda vardığım sonuç şu: Tedirginlik. Nitekim kitabın 50. sayfasında okuduklarım da vardığım bu sonucu teyit eder nitelikte:
“Kaçmak, saklanmak. Kimse beni görmesin, bulmasın… Görünmez olmak… Utanç…
– Suzan ne oldu? Düştün mü?
– Ne oldu bu çocuğa? Hasta mı? Günlerdir ağzına bir şey koymuyor.
Annemin beni sarmalayan elleri. Bir gün saklanarak yaşayacağımı bilmiyordum daha. Gerçeği ortaya çıkarmak için saklanmak… Görünür olabilmek için görünmez olmak.“[2]
…………………
………………….
“Sultan´ın amcamdan gebe olduğu ortaya çıkınca ailemiz Sultan’ın ailesine yüklü bir para ödemek zorunda kalmış. Böylece olay gizlice kapanmış. Sultan’ı da anası gibi apar topar kendinden kırk yaş büyük, Kadir Ağa´ya vermişler.” [3]

Zehra İpşiroğlu
Kırmızı Kedi Yayınları
230 sayfa, Kasım 2023
Edinmek için
Yukardaki ifadeler çocukken amcası tarafından tacize uğrayan Suzan’a ait. Suzan Hatırlayamadıklarımız adlı romanda okura ensesti, Sultan ise çocuğa yönelik cinsel istismarı hatırlatan, iki fiktif karakter. Amca karakteri olarak romanın hikayesinde yer alan Can San ise bir pedofil. Tabi bu pedofil romanın başlarında sevimli, sempatik, ikiz çocukları olan bir baba. Bu baba sadece kendi çocuklarını değil, başka çocukları da sözde “çok sevdiğinden” onlarla saklambaç oynayan, hatta onlara şiirler yazarak kendilerini özel hissetmelerini sağlayan tanınmış bir şair.
Suzan’ın perspektifiyle metne kodlanan yukardaki ifadeye geri dönersek, bunun romanın içeriksel merkezi olduğunu söylememiz mümkün. Olay örgüsüne bağlı diğer tüm anlatımların da bu merkezin etrafında geliştiği fark ediliyor.
Nedir bu gelişmeler? Bu gelişmeler meseleyle (ensest ve çocuk istismarı) doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan diğer figürlerin iç dünyalarında kendileriyle hesaplaşmalarını, birbirleriyle kurdukları çelişik ilişkilerini, dönüşümlerini (transformasyon) ve nihayetinde çözüm üretme çabalarını içeriyor. Tam da bu noktada, Hatırlayamadıklarımız adlı roman konuyla ilgili diğer çalışmalarla kendisi arasına mesafe koyuyor.
Zehra Hoca´nın (Zehra İpşiroğlu) kurban psikolojisinden uzak, meseleye değil, çözüme odaklı umut veren ve hatta çıkar yol (Ausweg) arayan figürleri çeşitli ifadeler ve diyaloglar yoluyla okuyucuya fikir veriyor, onu cinsel şiddete karşı bir şeyler yapabileceği konusunda teşvik ediyor, kısaca yol gösteriyorlar. Daha romanın ilk sayfalarında bu fiktif karakterlere verilen isimler de oldukça dikkat çekici. Zehra Hoca´ya romandaki kahramanlara neden Derin, Deniz Kum, Su, Yunus, Yakamoz, Lüfer vb. isimleri verdiğini sorduğumda, önce çok şaşırıyor. Bunun planlı bir seçim olmadığını o zaman anlıyorum. Tamamen su elementine bağlı bu isimlerin tesadüf olamayacağı üzerine kısaca sohbet ediyoruz. Zehra Hoca’nın bu konuyla ilgili yorumu şu şekilde:
“Çok tuhaf bir şey… Bilinçaltı ne tuhaf oyunlar oynuyor bize. Benim hep deniz kenarında geçti çocukluğum. Fenerbahçe, Dalyan ve Büyükada´da. Belki bu yüzden denizin benim için koruyucu bir yanı vardı hep. Mesela gece rüyalarımda kötü bir şey olursa hep denize atlıyordum. Deniz beni kucaklıyordu. Hani anne kucağı gibi, öyle düşün. Romanda su çağrışımı yapan isimler de büyük acılar çeken, dibe vuran, mücadele eden ana karakterler değil aslında. Ama onlara yardımcı olan karakterler. Yani daha iyi bir dünya için savaşım veren, ana kahramanlarla birlikte, onlara destek olan, bir bakıma koruyucu yan karakterler diyebilirim. Bilinçaltı ne tuhaf diye düşündüm şimdi. Gerçekten çok tuhaf.”
Ana ve Yan Karakterler
Romandaki ana karakterler dört çocuktan oluşuyor. Suzan, Sultan, Selen ve Selim. Yani Sesular Çetesi´nin üyeleri… Selen ve Selim isimlerinden de anlaşılacağı gibi ikiz kardeşler. Suzan o ikisinin kuzeni. Sultan ise ailenin bahçe işlerine bakan bir hizmetlinin kızı. Buna rağmen diğer çocuklarla oynama şansına sahip. Yan karakterlerden en çok üzerinde durulan iki karakterden biri Suzan’ın babası politikacı Barış San, diğeriyse amcası şair Can San. Her ikisi de aile dışında modern-demokrat bir izlenim yarattıkları halde, ailelerinde iki ayrı şiddet formunu (fiziksel ve cinsel şiddet) uygulayarak eril toplumdaki erkek figürünü temsil etmekteler. Yine yan karakterler olarak çizilen iki anneden biri Suzan’ın annesi Gül, eşinin sistemli fiziksel şiddetiyle karşı karşıya ve bunu kanıksadığı anlaşılıyor. İkizlerin annesi Deniz ise ailede yaşananlar karşısında etkili olamadığından, aileden uzaklaşarak kendi işleriyle meşgul olan aktif bir belgeselci. Ana karakterlerin (yukarda belirtilen dört çocuk) genç-yetişkin yaşlarında tanıştıkları diğer yan karakterlerse, onlara geçmişleriyle hesaplaşmaya başladıklarında yardımcı olan insanlar. Bu haliyle roman entelektüel-kültürel-akademik ilişkiler içindeki cesur figürlerin (aydınların) tabularla yüzleşmesi, politik, hukuksal ve toplumsal baskılara karşı dayanışması ve birbirlerini güçlendirmesini ele alıyor.
Kurgu
Tamamen kurgusal olan romanda toplumsal gerçekçi çıkarımlar zaman zaman gazetelere yansıyan kadına yönelik şiddet haberleriyle güçlendirilmiş. Özellikle bazı sayfalarda son yıllarda fiziksel, cinsel, psikolojik saldırıya maruz kalan ve hatta katledilen kadınların isimlerine-hikayelerine yer verilmesi romanın günlük hayattaki katliam haberlerinden esinlenerek kurgulandığını soğuk ve kuru bir şekilde okuyucuya hatırlatıyor.[4]
Toplam beş bölümden oluşan romanda eril toplumun sonucu erkek şiddeti tek tek figürlerin iç monologlarıyla farklı perspektiflerden ele alınarak derinleştirilmiş. Erkeklik Hapishanesi adlı bölümde romandaki erkek figürler gerek mektup, gerek sosyal medyadaki interaktif paylaşımlarıyla erkeklik olgusunu tartışıyorlar. Takma isimlerle (Zorlu, Güçlü, Tanker Tamer, Belalı, Filozof, Battı Balık, Beyaz, İlahi, Bulut…vb.) internet ortamındaki bir forumda kadın-erkek kavramları üzerine tartışan erkekler bir yandan da kendi yaşadıklarından örneklerle eril sistemi sorguluyorlar. Anlatım tekniği, zaman-mekan formu ve dil kullanımı olarak diğer bölümlerden ayrılan bu bölümde, romandaki farkındalık yaratma çabasının öne çıktığı söylenebilir. Tartışma platformunda bir figürün şu sözleri farkındalık açısından dikkat çekici:
“Şiddet gücünü nerede buluyor biliyor musunuz? Zehirli erkekte… Saldırgan bir virüs gibi beynimizi ele geçiriyor. Çok tehlikeli, çünkü bulaşıcı… Erkek erkeğe bir-iki muhabbet, kanka manka durumu, birkaç okkalı tokat, vatan millet sakarya, kadın kız davası… Oğlum virüsü sen çoktan kapmışsın da ruhun duymamış. Bunu anlamasına anladım ama hala tam kurtulamadım. Bir şeyi bilmek başka, yaşamak başka.”[5]
Burada “Bir şeyi bilmek başka, yaşamak başka.” ifadesinde FARKINDALIK olgusuyla DÖNÜŞÜM´ün nasıl iç içe geçtiğine tanık oluyoruz. Yani bilinen, söylenen, dinlenen, tekrar edilen, okunan, yazılan her doğrunun hayata geçirilebilmesi, hatırlanamayanın hatırlanmasına bağlı.
Bana göre hatırlanamayan aslında unutulan, yitip giden değil de, aksine bir travma yaratarak insanın ruhuna kaydolan ve orada kök salıp, insanın tüm hayatını zorlayan, hatta çekilmez hale getiren haksızlıklardır. İşte Zehra Hoca´nın Hatırlayamadıklarımız´daki kahramanları da toplumsal hayatın içindeki bu haksızlıkların bir bir üstünü açarak, onları köklerinden sökmeye çalışıyorlar. Bunun ne kadar gerçekçi olduğu tartışılır tabi. Kitaptaki kurgunun Ütopik olduğu da düşünülebilir. Ben yine de yazıya son verirken kitabın dördüncü bölümünde başa konulan bir alıntıyı eklemek istiyorum:
“İçinde ütopya olmayan bir dünya haritası bakmaya bile değmez. İlerleme dediğin ütopyanın gerçekleşmesidir.” [6]
Oscar Wilde
Köln, 06.04.2025
[1] Kapak tasarımı: Senem Yıldırım
[2] İpşiroğlu, Zehra; Hatırlayamadıklarımız; Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2023, S. 50
[3] İpşiroğlu, Zehra; Hatırlayamadıklarımız; Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2023, S. 77
[4] İpşiroğlu, Zehra; Hatırlayamadıklarımız; Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2023; S. 26-27
[5] İpşiroğlu, Zehra; Hatırlayamadıklarımız; Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2023; S. 202
[6] İpşiroğlu, Zehra; Hatırlayamadıklarımız; Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2023; S. 173