Rivayete göre Eric köpeği Nova’yı gezdirmek için dışarı çıkarır fakat köpek kaçıverir ve kayıplara karışır. Eric haberi yayar, köpeğini soruşturur. Haftalar geçer. Tam umudunu kesip melankoliye sürüklenirken Vanessa adında bir kadın Nova’yı bulur ve Eric’in kapısını çalar, hikâye bizi şaşırtmaz; Eric ile Vanessa arasında aşk başlar.
Aylar sonra Eric arabasıyla Vanessa’nın yanına giderken bir kazaya karışır, kendini hastanede bulur. İlerleyen günlerde tetkikler sırasında beyninde tümör olduğu ortaya çıkar, erken teşhis ile hayatı kurtulmuş olur. Ne tesadüf ama!
Bu kurgusal hikâye bize kendini Nova Etkisi- İyi Şans Trajedisi olarak tanıtır. Esasında “Nova Etkisi” Kanadalı filozof Charles Taylor’un Seküler Çağ kitabında karşımıza çıkmaktadır. Bu kurgusal hikâye ile aralarında bir bağ var mıdır yahut bir Galat-ı meşhur mu söz konusudur orası bilinmez fakat ardı ardına gelecek tüm tesadüfi hikâyelere bu kısa kurgusal hikâyeyi yakıştırmak daha uygun kaçacağından en iyisi biz Taylor’u rafa kaldıralım, “İyi Şans Trajedisi” yakıştırmasıyla bu kurgusal hikâyeden yararlanalım.
Kahramanımız Eric köpeği Nova’yı gezdirirken, tavşanın biri bir anda önlerine fırlayıvermiş ve Nova’nın dikkatini çekmiş, Nova tasmasını çekiştirip Eric’in ellinden sıyrılmış ve böylece koşturmaya başlamıştır. Eric, Nova’nın peşinden koşmuşsa da nafile; Nova kayıplara karışmıştır. Eric, tavşanın bir anda önüne atlamasının, tasmayı tutan elinin tam o an yanlış pozisyonda yakalanmasının büyük bir şanssızlık olduğunu düşünmüştür. Kahrolmuştur.
1 hafta sonra Vanessa’nın Nova’yı bulup getirmesi ve bunun üzerine mutlu bir ilişkiye başlamaları ise ona ne kadar şanslı olduğunu düşündürmüştür.
Aylar sonra Vanessa ile buluşmaya giderken feci bir araba kazasına karışan Eric, kendini hastanede bulmuştur. Kötü durumdadır. Bu ona daha önce yanıldığını, Vanessa hayatında olmasaydı yahut ona çarpan araba tam o esnada orada bulunmasaydı bunu yaşamamış olacağını, kötü şansa sahip olduğunu düşündürmüştür.
Ancak ertesi gün tetkikler sonrasında beyninde tümör olduğunu öğrenecek ve ameliyat olarak daha kötü bir duruma engel olacak Eric’e doktoru şu sözleri söylemiştir: “Sana hem iyi hem kötü haberim var. Aslında ikisi de aynı haber: Beyninde bir tümör var. Erken müdahale sayesinde sorunsuz çözeceğiz… Bu trafik kazası hayatını kurtardı!”
Eric tüm hikâyeyi şans ve tesadüfler silsilesi olarak okumaktadır.
Francis Bacon aşk için şöyle söyler:
“Bu ateşli tutku, zihnin ziyadesiyle müşfik ve zayıf olduğu zamanlarda ve pek dikkat edilmezse, talihli ya da kötü anlarında alevlenir.”[1]
Bana kalırsa sadece aşk değil, tüm yoğun duygular kendilerini hep böyle anlarda hissettirirler.
Rasyonel-nesnel yaklaşımla tesadüflerin gerçekleşmesi düşük olasılıklı eylemler olduğu söylenebilir. Hayatın her anı olasılıklar zinciridir. Fakat insanın zihni her olasılığı hesaplamaya yetmez:
Daha az duygulu, dijital alete benzeyen insanlar, hata veren bir bilgisayar gibi, tüm sayısal veri tabanlı, ruhsuz sistemleri çöktüğünde bir anda az önce olduklarının tam tersine; çok duygusal, düzelmesi için dua eden, rastgele bilgisayarın sağına soluna tıklayan, fişini çıkarıp takan, aç-kapat yapan, çaresiz vasat bir teknolojik cihaz kullanıcısı gibi son derece rasyonellikten ve mekanik düşünce tarzından uzak, sezgisel, ruhsal olgularla yaşayan, tesadüflere bağlı bireylere dönüşürler.
Montaigne der ki:
“Kavuşabildiğimiz zevk ve nimetlerin hepsi mutlaka dertlerle, üzüntülerle karışıktır.”
“İşle eğlence, keyifle sıkıntı, birbirinden çok ayrı oldukları halde, gizli birtakım ilintilerle, kendiliklerinden birleşebiliyorlar.”
Sokrates der ki: “Tanrılardan biri hazla eylemi birleştirip karıştırmak istemiş, bunu başaramayınca bari şunları kuyruklarından birbirine bağlayalım demiştir.”[2]
Ne tesadüftür ki tesadüfler de çoğu zaman yoğun duygularla birlikte belirirler; hazzı ve eylemi yahut birbirini takip eden çelişkili duyguları birleştiren gizli ilintiler gibi, bir nevi duygusal çatlakların boşluklarını doldururlar.
Yine de Eric’in nesnel düşünmekten uzaklaştığı, öznel bir yaklaşımla, duygular üzerinden okuduğu bu tesadüfler silsilesi sadece onun bu yaklaşımına atfedilemez. Çünkü Eric’in duyguları ve duygusal boşlukları, kendisinin olasılıklar içinde yaptığı tercihler sonucunda gerçekleşen eylemleri mucizevi eylemler gibi okumasına vesile olsa bile, hakikat Nova’nın karşısına bir tavşan çıkması veya çıkmaması, Nova’nın bu yöne değil de şu yöne koşması, Melissa’nın değil de Vanessa’nın gelmesi gibi tamamen kendi kontrolünde gerçekleşemeyecek olasılıkların varlığıdır. Schopenhauer’in de dediği gibi:
“Der Mensch kann tun was er will; er kann aber nicht wollen was er will.”
“İnsan istediğini yapabilir; ama istediğini isteyemez.”
Özetle, kahramanımız duygusal olarak yoğun ve tesadüfi bir dönemden geçer. Birtakım olayları tesadüfler biçiminde bize gösterir ve bize bir hikâye bir de mesaj verir: İyi şans, daha büyük kötü bir olaya yahut kötü şans, sonrasında gelecek daha büyük iyi bir olaya vesile olabilir…
Her şerde vardır bir hayır…
Lucretius “Bir tek neden vermek yetmez; birkaçını vermeli, bir teki doğru da olsa” der.
Ayrıca tesadüf deyince öyle bir kısa hikâye, iki lakırdıyla da defter kapanmaz. Dahası, her tesadüf sadece bir kişinin hayat hikâyesiyle de yetinmez; bazen döner hazırlanırken yerleştirilen yağlar gibi ufak ufak aralara saklanır, ateşten mideye uzanan yol gibi nesilden nesle uzanır, foyası piştikten sonra ortaya çıkar.
Rivayete göre 19. yy. sonlarında Sen nehrinin kıyısına 16 yaşındaki bir kız çocuğunun cesedi vurmuş. Cesedin üzerinde neden öldüğüne dair hiçbir iz bulunmamış. Bu nedenle intihar ettiği yahut kendiliğinden öldüğü tahmin edilmiş. Nereden ve nasıl geldiği, kimi kimsesi olup olmadığı bilinmediğinden “L’Inconnue de la Seine”(Sen’in bilinmeyen kadını) olarak adlandırılmış. Kimlik tespiti için Paris’te bir morgda bedeni sergilenmiş. Söylentiye göre kızın yüzüne bakan herkes kız aşırı huzurlu gözüktüğü ve tebessüm ettiği için ondan çok etkilenmiş, onun huzurlu bir şekilde öldüğü izlenimine kapılmış. Dahası, morg görevlilerinden biri öylesine etkilenmiş ki kızın suratına plaster döküp suratının maskesini üretmiş. İlgi görmesi üzerine maskeden binlerce üretilmiş, maske oldukça popüler olmuş, birçok evin duvarını süslemiş.
1950’lerde, oyuncak-maket-model üreticisi Asmund Laerdal, daha önceden ürünlerinde kullandığı ahşaptan vazgeçip plastikten üretim yapmaya niyet etmiş, bu sebeple Anne adında plastik bir oyuncak bebek üretmiş.
Bir gün, Laerdal’ın 2 yaşındaki oğlu boğulma tehlikesi yaşamış. Laerdal oğlunu hemen sudan çıkarıp göğsüne vurarak onu boğulmaktan kurtarmış. Birkaç yıl sonra bir grup anestezist kalbi durmuş kişilere yapılacak müdahaleler konusunda insanları eğitmek için bir modele ihtiyaçları olduğunu açıklamış ve üretim için Laerdal’in şirketiyle anlaşmış. Laerdal, kurtarılmayı bekleyen ölü bedenleri sembolize eden bu modellerin suratlarının korkutucu yahut rahatsız edici olmaması gerektiğini düşünmüş, neye benzeyeceği konusunda bir hayli kararsız kalmış. Fakat bir gün kayınvalidesinin evinin duvarında asılı olan bir maske –L’Inconnue de la Seine maskesi- onun dikkatini çekmiş. Böylece Laerdal modelin suratı için bunu kullanmaya karar vermiş.
Anne ismini verdiği bu popüler model (Resusci Anne) belki de milyonların hayatını kurtarmıştır…
Ne tesadüf!
Ve işte şimdi de karşınızda “Pop’un Kralı” Michael Jackson’un “Smooth Criminal”(iz bırakmayan-işinin ehli-titiz katil) şarkısından meşhur bir nakarat:
“Annie are you okay?”
“Annie iyi misin?”
Bugün bize “Annie are you okay?” dedirten, kızın ölümü ve cesedin göz önünde bir bölgeye ulaşması böylece birilerine denk gelip bulunması, Laerdal’ın oğlunun da boğularak ölümden dönmesi ve modellerin üretimi işinin Laerdal’a verilmesi veya Laerdal’ın kayınvalidesinin evinde Sen’in bilinmeyen kadını maskesine denk gelmesi ve ondan esinlenmesi tesadüfü müdür; bilinmez. Orası tartışmaya açıktır elbet ama hiç kuşkusuz hepsi bu ilginç hikâyeye bütünlük kazandıran unsurlardır.
Görünen o ki, şu tesadüflerde hep boşluk doldurma sevdası vardır. Eric’in duygusal boşluklarını dolduran tesadüfler biçim değiştirmiş, bu kez de hikâyecinin eksik kaldığı noktaları, öğretisindeki çatlakları doldurmak; adeta hikâyesindeki akıcılığı sağlamak mesuliyetiyle araları doldurmak görevini üstlenmiştir.
Amerikalı söz yazarı-şarkıcı Dory Previn “Children of Coincidence”(Tesadüfün Çocukları) adlı şarkısında şu cümlelere yer vermiştir:
If I hadn’t made a left hand turn
Eğer sola dönüş yapmasaydım
If you hadn’t made a right
Eğer sağa dönüş yapmasaydın
If I’d waited just a moment more
Eğer sadece bir an daha bekleseydim
If you’d missed the light
Eğer ışığı kaçırsaydın
If that car had never blown its horn
Eğer o araba kornayı hiç çalmasaydı
If that friend had stopped to talk
Eğer o arkadaş konuşmayı bıraksaydı…
Eğer … yapsaydı yahut yapmasaydı, ne olurdu, peşinden hangi olay-hangi duygu gelirdi kimse emin olamaz lâkin tesadüf yakıştırmasının uygun görüldüğü anın tam da o “eğer” anı olduğu tartışmaya kapalıdır.
“Eğer”leri takip ederek bazen bir kişinin hayatının seyrini değiştiren, bazen nesillere ve kitlelere dokunan anlatıların ve duyguların arasına gizlenen, bazen ise sıradan bir anımıza sadece basit bir şaşkınlık etkisiyle hareketlilik kazandıran türden, ne şekilde olursa olsun; görünen o ki tesadüfün olduğu yerde birbirine bağlanan çelişkiler, “tesadüften öncesi” ve “tesadüften sonrası” vardır…
Janus bir yüzü sola, bir yüzü sağa bakar şekilde tasvir edilen bir Roma tanrısıdır. Bir yüzü kentin girişine diğeri ise çıkışına bakmaktadır. Öyle ki bu bakışı savaş zamanı kapıların açılmasına, savaş sonrası ise kapatılmasına atfedilmektedir. Zıtlıkları anımsatan yüzüyle Janus, “iyilik ve kötülük”, “başlangıç ve son”, “önce ve sonra” gibi daha nice zıtlıklar ile de ilişkilendirilmiştir.
Kanadalı filozof Ian Hacking –herhalde Janus’un iki yüzünden olacak- olasılık kavramını Janus ile bağdaştırmıştır; olasılığın hem nesnel hem de öznel olduğundan, bir tarafta matematiksel sıklıktan diğer tarafta ise ihtimale duyulan inançtan bahsetmiştir.
Hacking’in tesadüf ile doğrudan ilişkili olan olasılık meselesini Janus ile ilişkilendirmesi bir tesadüf müdür yoksa bu lakırdıcınız bir kopyacı mıdır, hikâyenin orası size kalmıştır…
Lâkin ben yine de söylemiş olayım: Janus, girişle-çıkışın, başlangıçla-sonun tam ortasında yer alarak, aralarındaki boşluğu doldurarak, başlangıcı ve sonu birbirine bağlayarak hikâyelere ve şaşkınlıklara vesile olan tesadüfleri anımsatmıyor değildir hani…
Rivayete göre 853 yılında seçilen bir papanın seçimden bir süre sonra aslında kadın olduğu anlaşılınca delikli sandalye geleneği ortaya çıkmış. Bu geleneğe göre papa adayı delikli sandalyeye altı çıplak şekilde oturtulurmuş ve kardinal delikten papa adayının testislerini elleriyle kontrol edermiş. Testislerin yerli yerinde olduğunu fark eden ve adayın papa olmaya uygun olduğuna karar veren kardinal şöyle söylermiş:
“Duos habet et bene pendentes!” (İki tane var ve düzgünce sarkıyorlar!)
Sevgili Tesadüfi Kardinaller,
Bizimkisi de işte o hesap, testis ve papalık gibi… Tesadüf üstüne edilen birkaç lakırdı bile peşinden türlü hikâyeleri getirmiştir.
Aman ne tesadüf!
[1] BACON Francis, Denemeler: Güvenilir Öğütler ya da Meselelerin Özü, Çev.: C. Cengiz, Melike Çakan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2020, s. 43
[2] MONTAIGNE, Denemeler, Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, s. 39-40