*Yapay zekâ tarafından üretilen sanat eserleri, insan yaratıcılığına nasıl meydan okur?
*Algoritmalar, geleceğin sanat eleştirmeninin “özgünlük” algısını nasıl şekillendirebilir?
*Bugünün sanatsal normları, yakın gelecekte bireylerin estetik değerlerini nasıl etkileyecek?
Yazıda fazla soru işareti bulunması sorulara cevap arama amacımdan kaynaklanıyor. Aynı zamanda da okuyucu ile birlikte düşünmek istiyorum. Zor bir konu… Bakalım..
Hem estetik hem de felsefi olarak yapay zeka sistemleri sanatsal üretim süreçlerinde bir araç mı? Yoksa, hibrit yaratıcılığın başlangıç noktası mı? Süreç içerisinde bu iki ana başlık bu alandaki etik standartları ve yasal düzenlemeleri de belirleyecek.
Geri döndürülemez şekilde estetik ve yaratıcı sınırları zorlayan bir katalizör olarak hayatımıza giren bu sistemlerinin, sanatın evrimini yeniden tanımlayacak oluşu ise kabul etmemiz gereken bir gerçek.
Sanat, insanın ruhunu keşfetme yolculuğudur. Her fırça darbesinde, notada ya da kelimede, yaratıcı zihinlerin iç dünyasına dair bir ipucu saklıdır. Ancak bir soru günümüzde giderek daha belirgin hale geldi. Sanatın özünde yer alan bu insani dokunuş, algoritmalar tarafından taklit edilebilir mi? Daha da önemlisi, taklit bir gün gerçeğinin yerini alabilir mi?
Algoritmalar bugünlerde şair, besteci, ressam, senarist ve yazar rollerini üstleniyor. Yapay zeka tarafından yazılmış bir romana, bir sergide yapay zekanın oluşturduğu tabloya hayran kalabiliyoruz. Bu eserler, teknik açıdan etkileyici, hatta estetik olarak büyüleyici olabiliyor. Ama bizi asıl düşündüren şey şu: Bu yaratımlar gerçekten bir ruh taşıyor mu?
Sanat, yüzyıllardır insanın varoluşsal sancılarının, hayal gücünün ve duygusal karmaşıklığının bir yansıması oldu. Van Gogh’un fırçasından dökülen yıldızlar, Beethoven’ın notalarındaki derin hüzün ya da Dostoyevski’nin kelimelerle dokuduğu içsel labirentler, yaratıcısının yaşanmışlıklarının ve duygularının izlerini taşır. Peki ya yapay zeka? Yaşanmamış bir acının ya da duyumsanmamış bir sevincin yansımasını nasıl aktarabilir?
Algoritmik üretimlerin en büyük eleştirisi, bu eserlerin “hissiz” olduğu fikrinde yatar. Büyük veri setlerinden öğrenerek önceki sanat eserlerini taklit eden bir sistem, kendi yaşanmışlıklarından ilham almadığı sürece özgün olabilir mi? Yoksa algoritmik sanatın amacı zaten insan tecrübelerinin dışına çıkmak ve yeni bir estetik anlayış yaratmak mıdır?
Yazı konumuz bağlamında çok önemli bir sanatçıya değinmek isterim.
Dijital sanatın öncülerinden Vera Molnár, (5 Ocak 1924 – 7 Aralık 2023,) sanatında matematiksel formüller ve minimal varyasyonlarla rastlantısallığı bir araya getirerek karmaşık görsel düzenlemeler yaratmasıyla “ikon” haline gelen klasik sanat eğitim almış bir sanatçı. Molnár, dijital sanatın öncülerinden biri olarak kabul edilir ve çalışmalarında matematiksel algoritmalar ile sanatsal yaratıcılığı birleştiren ilk isimlerden biridir. Klasik sanat eğitimi almış bir sanatçı olarak, disiplinlerarası bir yaklaşımla teknolojiyi sanatla buluşturması oldukça dikkat çekicidir.
Molnár, eserlerinde matematiksel formüller ve rastlantısallık arasındaki dengeyi sorgular. Özellikle, algoritmaların yaratıcı sürece dahil edilmesiyle sanatsal kararların insan müdahalesinden bağımsız olarak nasıl alınabileceğini araştırmaya yoğunlaşmıştır.
Çalışmalarında minimalizmden ilham almış ve geometrik soyutlama akımıyla güçlü bağlar kurmuştur. “Kare Yapılar” ve “Hiperdönüşüm” gibi eserlerinde düzen-düzensizlik temasını işleyerek görsel ve kavramsal anlamda izleyiciyi düşündürmeyi amaçlamıştır.
Molnár, yaratıcılığı sadece sanatçının duygusal veya sezgisel kararlarıyla sınırlamayıp makinelerin analitik yeteneklerini de bir sanat yaratma sürecine dahil eden bir yaklaşımı benimsemiştir. “Makine estetiği!” olarak adlandırılabilecek bir anlayışla eserlerini şekillendirmiştir.
Onun eserleri, dijital teknolojinin sanatsal yaratımda kullanılabileceği sınırları sorgulaması ve bu sınırları yeniden tanımlaması bakımından sanat dünyasında bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir. “Kareler üzerine varyasyonlar” gibi erken dönem çalışmaları, algoritmik estetik ve rastlantısallığın eşsiz bir birleşimini sunar.
Devam edelim..
Harold Cohen (1 Mayıs 1928 – 27 Nisan 2016) ve AARON yazılımı, algoritmik sanatın hem kavramsal hem de teknik boyutlarını tartışmaya açan önemli bir dönüm noktasıdır. Cohen, 1970’lerde geliştirdiği AARON ile, bir yapay zeka sisteminin sanat yaratma sürecine katılımını, estetik değerler ve yaratıcı süreçler bağlamında sorgulaması ile tanınan alanında önemli bir sanatçıdır. Bugün eserleri birçok önemli müzede sergilenmektedir.
Cohen’in AARON’u, yalnızca sanatçının bir aracı olarak mı yoksa kendi başına bir “sanatçı” olarak mı görülebileceği sorusunu ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. AARON’un oluşturduğu eserler, genellikle belirli kurallara ve algoritmalara dayanarak insan müdahalesi olmaksızın üretilmiştir.
Ancak bu durum/sonuç “sanat yaratımı” sürecinin yalnızca bir hesaplama ve kodlama işi mi, yoksa insani yaratıcılık ve estetik anlayış gerektiren bir süreç mi olduğunu da yakın geçmişten itibaren tartışmaya açmıştır.
Peki nedir AARON? “Sanatçının belirlediği estetik kurallar çerçevesinde üretim yapan bir sayısal sistem”. Bu, yapay zekanın kendi estetik anlayışını geliştirebileceği fikrini tümüyle desteklemez tabi ki. Ancak, AARON’un bağımsız olarak üretim yapabilmesi, insanın yaratıcı süreçlerdeki rolünün yeniden değerlendirilmesine/tartışılmasına yol açmıştır. Bu noktada önemli olan, Cohen’in de AARON’u bir “sanatçı” olarak değil, sanat yaratım sürecinin bir parçası olarak tanımlamasıdır.
Cohen’in görüşüne göre, AARON bir “sanatçı” değildir, çünkü bir yapay zeka sisteminin niyeti veya duygusal bir amacı yoktur. Ancak, yarattığı yapay sistem bir sanatçının düşünce süreçlerini modellemek ve sanat yaratım sürecini analiz etmek için güçlü bir araçtır.
Cohen, AARON’un yaratıcılık sürecini anlamak için bana göre iki temel soruyu yanıtlamaya çalışmış, odaklanmıştır.
- Yaratıcılık, bir insan eylemi olarak mı sınırlı kalmalıdır?
- Estetik değerler, insan duygularına dayalı bir bağlamda mı anlamlıdır?
Cohen’in bu soruları, algoritmaların estetik ve yaratıcı değerleri üretip üretemeyeceği üzerine günümüzde devam eden tartışmaların temelini oluşturur.
AARON’a çizim yapmayı öğretmem 20 yılımı aldı. Ölmeden önce ona renklendirmeyi nasıl öğretebilirim ki? Harold Cohen, 1989
AARON’un çalışmaları, eserleri, günümüz algoritmik sanat yaklaşımlarına da ilham kaynağı olmuştur. Bununla birlikte, eleştirmenler eserlerini estetik açıdan etkileyici bulsalar da, derin bir insani duygusal bağdan yoksun oldukları gerekçesiyle eleştirirler. AARON’un yalnızca insan yaratıcı süreçlerini taklit ettiğini ve kendi başına yeni bir estetik ya da yaratıcılık tanımlayamadığını savunurlar. Bu eleştiriler, yapay zeka sistemlerinin sanat yaratımındaki insan unsurunun vazgeçilmezliğini vurgulaması açısından önemli ve kayda değerdir.
AARON’un sanat yaratımında algoritmaların rolünü keşfetmek için önemli bir deney olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Ancak Cohen’in de savunduğu gibi, AARON’un katkısı, bir yapay zeka sisteminin yaratıcı olabileceğini kanıtlamak değil, sanat yaratım süreçlerini daha iyi anlamak ve insan estetiğiyle dijital algoritmalar arasındaki ilişkiyi keşfetmektir.
Öte yandan Edebiyat alanında, GPT serisi gibi büyük dil modelleri de kısa hikayelerden romanlara kadar geniş bir yelpazede metin üretimi yapabiliyor artık.
Özellikle bağımsız yazarlar ve deneysel projeler, bu tür sistemlerden faydalanarak yeni anlatı biçimleri geliştirmekte. Bazı yazarlık platformlarında yapay zeka destekli roman taslakları oluşturularak “hikaye kurgularına yeni boyutlar kazandırılmasına” yönelik girişimler de mevcut.
Edebiyat alanında yapay zeka katkısıyla üretilen birkaç önemli örnek verelim.
The Tokyo Tower of Sympathy. Japon yazar Rie Qudan tarafından yazılan bu distopik roman, yapay zeka tarafından üretilmiş bölümler içeriyor. Romanın içinde geçen bir yapay zeka karakterinin diyalogları, ChatGPT kullanılarak oluşturulmuş. Roman, yapay zeka ile insan dillerinin ve duygularının ilişkisini sorguluyor. Roman, Japonya’nın prestijli Akutagawa Ödülü için aday gösterildi ve ödülü kazandı.*
Are You There?, Ashizawa Kamome adlı bir yazar tarafından yapay zeka kullanılarak yazılan bu roman. 2022 yılında Japonya’da “The Hoshi Awards” ödülünü kazandı. Bu ödül, insan olmayan yaratıcıların (yapay zeka, uzaylılar! vb.) eserlerine açık olmasıyla biliniyor. Romanın yazım süreci boyunca yapay zeka, yazarla bir işbirliği halinde çalıştı.
Bu örnekler, yapay zekanın tamamen bağımsız eserler yaratmaktan ziyade, insan yazarlarla işbirliği içinde çalışarak hikaye üretimine nasıl katkıda bulunduğunu göstermesi açısından dikkate değer. Aynı zamanda, bu ve benzer eserler, edebiyat ve yaratıcı yazının geleceği hakkında etik,estetik ve felsefi soruları da gündeme getiriyor.
Bu projeler yaratıcılığın doğası, yapay zekanın rolü ve insan estetiğiyle olan etkileşimi üzerine önemli tartışmaları da daha ileri boyutlara taşımış durumda.
Sanatın Geleceği: İşbirliği mi, Rekabet mi?
Fransız felsefeci Bernard Stiegler’in (1 Nisan 1952 – 5 Ağustos 2020) “bilişsel ve duygusal proleterleşme” kavramı, bireylerin dijital teknolojiler ve endüstriyel sistemler tarafından giderek daha fazla araçsallaştırıldığı fikrine dayanır. Bu bağlamda proleterleşme, yalnızca fiziksel emek değil, aynı zamanda bilişsel ve duygusal yaratımın da makineleşmeye tabi tutulduğu bir süreci ifade eder. Stiegler bu kavramı, teknoloji ile insan arasında yeniden şekillenen ilişkiler üzerinden analiz eder.
Konuyu daha derinlemesine felsefi boyutta irdelememiz için aşağıdaki soruların önemli olduğunu düşünüyorum.
* Algoritmik süreçlerin sanatın “kolektif üretim” potansiyelini arttırıp arttırmadığı.
* Algoritmaların toplumsal belleği nasıl şekillendirdiği/şekillendireceği.
* İnsan yaratıcılığı ve teknolojik araçların işbirliğine dayalı bir sanatsal modelin mümkün olup olmadığı.
Sanatın evrimi, insan ruhunun ve algoritmik zekanın iş birliğine dayalı yeni bir çağın habercisi olabilir mi? Gelecekte sanat, insan duygusallığının ve algoritmaların nesnel mekanik estetiğinin harmanlandığı bir yapıya dönüşebilir mi? Daha da ileri giderek soralım… Peki, Sanat yalnızca bir insan tecrübesi olmak zorunda mı? Belki de asıl kritik soru şu. Algoritmik sanat bir ruh yaratabilir mi? Bu ruh, insana özgü varoluşsal kaygı ve duyguların bir simülasyonu olarak mı kalır, yoksa tamamen yeni bir “mekanik ruh” anlayışı mı doğurur?
İnsanlığın “yaratıcı mirasına” meydan okuyan bir tehdit de barındırıyor bu sorular. Eğer “sanat” insana dair olan her şeyin bir yansımasıysa, algoritmik üretimlerin durdurulamayan yükselişi insan yaratıcılığını değersizleştirebilir mi?
Soruları sormaya ısrarla devam edelim, ilerleterek tabi ki..
Yapay zeka, bir insan gibi hissetmez; acı çekmez, sevinmez ya da hayal kurmaz. Doğru! bir tez… Ancak, bu onun bir tür “mekanik ruh” yaratamayacağı anlamına mı gelir?…
Sanatsal Ruh, yalnızca bir duygusal yoğunluk mu, yoksa yaratım sürecine yansıyan bir özgünlük ve derinlik mi? Yapay zeka, insanların eserlerine dayalı olarak yeni bir şey ürettiğinde, bu bir taklit mi yoksa kendi başına bir yaratım mı?
Algoritmaların yarattığı eserler, bizim anladığımız anlamda bir ruha sahip değildir, İkinci doğru! tez. Ancak kendi mekanik gerçeklikleri içinde bir “varoluş” taşıyabilir mi? daha ileri bir ifade biçimiyle açarsak; Mekanik ruh, insan ruhundan farklıdır; duygusal değil, yapısaldır. Bu gerçeklik, bizim estetik ve duygusal beklentilerimizi karşılamayabilir, ancak tamamen yeni bir perspektif sunabilir mi?
Bir algoritma, geçmişteki eserlerden öğrenerek bir tablo, bir şiir ya da bir senfoni oluşturabiliyor. Ancak bu eserlerin “yaşanmışlık” eksikliği nedeniyle, insanlara derinden dokunmasının zor olduğu bir gerçek. Doğru! tez üç. Yine de bu yaklaşım, -dikkat buyurunuz- yapay zekanın yalnızca insan benzeri bir “ruh” yaratmaya çalıştığını varsaymıyor mu? Yapay zekanın yaratımları, belki de insani duygu ve yaşanmışlıkların ötesinde bir estetik anlayış doğurabilir mi?
Özetle gelecekte sanatın evrimini bu ve benzer sorular ve cevapları şekillendirecek. Kimilerine göre çok abartılı gelebilecek yazıdaki sorular ile özgür bir zihin üzerinden hesaplaşma, yeni kavramlar geliştirme, bu alanda içi boş “hamaset” kokan, sığ tartışmaların olabildiğince uzağında durmalıyız düşüncesindeyim. “Şişeden çıkan cini tekrar şişeye koyamayacağımıza göre!”
Günümüzde geldiği düzey açısından yapay zeka sistemlerinin sanatın özünü yeniden tanımlamak için bir fırsat sunduğunu da peşinen “reddetmeden düşünmeliyiz.”
Yazı konusu sorular için Bernard Stiegler özellikle *Technics and Time* serisi ve *Automatic Society* adlı eserlerinden kavramsal referanslar almasak olmaz. Bu önemli felsefeciden referanslar ve son bir soru ile yazıyı sonlandıralım.
Stiegler’in , teknolojiyi bir *pharmakon* -yani hem şifa veren hem de zehirleyen bir araç- olarak tanımlaması üzerinde derinlemesine durulmalı. Bana göre dijital teknolojiler, -hibrit bir modelde (insan+AI)- yaratıcılığı artırma potansiyeline sahipken aynı zamanda bireyin yaratıcı özerkliğini elinden alabilir. Bu paradoks, sanatın insani boyutunun nasıl korunacağı ve algoritmik süreçlerin insan yaratıcılığını nasıl tamamlayacağı konusunda yanıtlamamız gereken önemli sorular da doğuruyor elbette.
Stiegler’e göre, algoritmaların sanatta kullanılmasının eleştirel potansiyeli azaltma riski vardır. Sanat, kapitalizme ve endüstriyel mantığa karşı bir direniş alanı aynı zamanda, -etik ve mesaj kaygısı barındırmasından ötürü- algoritmalar tarafından üretilen sanat eserleri bu direniş alanını -yoktur-/ zayıflatabilir. Çünkü bu eserler, sıklıkla kitlesel tüketim için optimize edilmiş estetik kalıplar içinde üretilirler. Çok çok önemli bir bakış açısı..
Stiegler, insanların bireysel ve toplumsal belleklerini dijital araçlara devretmesinin, “belleğin dışsallaştırılması” olarak tanımlar. Bu süreç, bireylerin kendi hikayelerini oluşturma kapasitesini azaltır ve bunun yerine kitlesel medyanın ve algoritmaların sunduğu anlatılarla şekillenen bir toplumsal bilinç yaratır. Sanatta bu, yaratıcı özgünlük yerine, kitlesel estetik şemaların tekrarını teşvik eder.
Dijital araçların artan etkisi, bireyin yaratıcılığını daha önce eşi görülmemiş bir ölçekte algoritmalara devretmesine neden olabilir. Bunun sonucu algoritmik süreçler, bireysel yaratıcılığı sınırlayan normatif estetik kalıpları dayatabilir. Bu bağlamda, bireylerin yaratıcı bir özne olmaktan çok, bir tüketici ya da pasif üretim aracı haline geldiğini/geleceğini ileri sürer Stiegler.
Stiegler’in düşünsel hayatımıza kattığı “bilişsel proleterleşme” kavramı, aynı zamanda kültürel üretimin demokratikleşmesi ile ilgili bir ikilem içerir. Dijital araçlar, sanatı daha erişilebilir hale getirebilirken, aynı zamanda bireylerin sanatsal özerkliklerini kısıtlayabilir. Bu bağlamda, algoritmaların sadece sanatı mekanikleştirdiği değil, aynı zamanda “insani değerler ve anlam sistemlerini” dönüştürdüğü bir süreç olabilir…
Bugün 20’li yaşlarında olan sanat, felsefe, hukuk ya da sosyal bilimler alanında eğitim alan bireylerin on yıl sonra sanata bakış açıları, dijital teknolojilerin ve algoritmik sistemlerin etkisiyle nasıl bir dönüşüm geçirebilir? Ya da yeni nesilde nasıl bir sanat evrimi bizi bekliyor?
Ben bu bu satırları yazarken/siz okurken; ya bilinmeyen bir yerde bilinmeyen bir süper yapay zeka (Artificial Superintelligence ASI) ile “birtakım elitler” sohbet edip sanat ve felsefe üretiyorsa!? diye bir düşüncenin varlığından da kurtulamıyorum.
Size de musallat edeyim dedim bu düşünceyi. İyi düşünmeler.
* https://www.japantimes.co.jp/culture/2024/01/19/books/akutagawa-prize-book-chatgpt/