Devrimci strateji meselesini seçimler ve sonuçlarını tartışmaya vesile edelim istiyoruz. Seçimler gibi milyonlarca insanın ilgi odağı olan meselelere devrimci sosyalist açıdan bakanların farklı bir yaklaşımı olmalıydı. Her beş yılda bir gelen bu fırsatı çok iyi değerlendirdiğimiz söylenemez. Kitlelere ve devrimci mücadele içinde olanlara önerilerimizi sunma imkanını gerektiği gibi kullanamadık.
Seçimler kitlelerin politikaya ilgi duyduğu bir anda onlara devrimci görüşleri iletme, devrimciler arasında devrimci stratejiyi tartışma olanağı verdiği gibi, küçük de olsa başarılı deneyimler yaratılmasına imkan veriyor.
Nitekim, küçük bir il olan Dersim’de Komünist Başkan’ın kazanması, seçim taktiğinden ve TKP’nin ne söylediğinden bağımsız olarak bir siyasi etki yarattı. Kendisinden ve komünizmden söz ettiriyor, olumlu bir gündem oluşturuyor. Tartışma yaratıyor.
Şimdi sonuçlar üzerine tartışmayı devrimci strateji mevzusu üzerinden yapabilirsek, siyasi yüzümüze ayna tutma fırsatı bulabiliriz.
Mesele şu: Seçim tutumumuz bir devrimci strateji, taktik, programa sahip değilse, tüm bunlar için bir kaldıraç, örgüt yok ve inşası hedeflenmiyorsa, seçim başarıları hiçtir. Bu sekter bir değerlendirme değil. Bu değerlendirmeyi sekter bulanların çoğunluğunun, seçimlerde burjuva partilerini desteklemeye çağrı yapmaları, sekter olmadığımızı ispata yeterli.
Devrimci taktikler çok parçalıydı
31 Mart seçimlerinde sosyalist ve devrimci cenaha hakim olan ana eğilim çok parçalıydı:
Birincisi, HDP tarafından belirlendi: Batı’da AKP’yi kaybettirme Doğu’da kazanma stratejisiydi.
İkincisi, TKP ile temsil olunan Dersim örneğindeki pragmatizm ile birleşen bir ulusalcı kampanyaydı ki, içinde Kürt halkı, kayyum gibi ifadeler yer almadı.
Üçüncüsü, Batı’da bağımsız adaylar çıkartma tutumuydu son derece sınırlı kaldı.
Dördüncüsü, boykot çağrısıydı.
Beşincisi, seçimlere katılma ve protesto etkme biçiminde ifade edilebilir. Karma bir politikaydı. Sandığa öfkemizi yansıtmayı amaçlıyordu. Batı’da bağımsız adayları burjuva partilerine karşı destekleme, Doğu’da kayyumların geri alınması için HDP’ye oy verilmesi, HDP adaylarının ve bağımsız adayların olmadığı yerlerde ise, boş oy verilmesi.
HDP’nin stratejisi etkili ve güçlü biçimde uygulandı. AKP’nin Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi büyük illerde kaybetmesine yol açtı. Bunun bir sevinç, moral yarattığını söyleyebiliriz. Ancak o kadar.
Diğer seçeneklere gelince, 31 Mart seçimlerinde en ileri düzeyde bağımsız adaylar çıkartıldı. Özellikle burjuva partilerine oy verilmesi çağrılarına bir karşılık oldu. Bu önemli. Ancak çok sınırlı kaldı. Ülke genelinde bir eğilime dönüşmedi, sonuç alıcı olmadı. Bağımsız adaylar genel bir politik bağlama yerleştirilmiş değillerdi. ‘Kazanırsak neler yapacağız’ düzeyinde bir propagandayla ve adaya oy istemekle sınırlı kalındı.
Kuşkusuz seçimlere oy istemeyerek katılmanın manasızlığına değinmiyoruz. Bize oy verin şunu, şunu yapacağız diyerek olmayacağı gibi, gelin birlikte yapalım sivilliğinde de pek faydalı bir siyasal çalışma yapılmış olmayacaktır. Oy, işçi sınıfının devrimci programına ve seçimlerin çare olmadığına dair mücadele çağrısına istenebilir. Yani kaç emekçi, seçmen devrimcilere, devrim fikrine oy vermektedir?
Boykot ise karşılık bulmadı.
Son eğilim ise, seçimlere katılma ve üçüncü seçeneği işaret etme veya protesto etme eğilimi, kendisini oy pusulalarının üstünü çizip, taleplerini yazmakla ifade etti. Emeklilikte Yaşa Takılanlar, Erdoğan’ın bakan yaptığı damada öfke ifadeleri emekçi kesimlerde sadece AKP’ye taleplerini ve öfkesini ifade etme biçimi oldu. Belki tekil örnekler bunlar, ancak anlamlıdır ve geleceğe dair ip uçu olmalı..
AKP’yi kaybettirme taktiği…
Tüm bu seçim siyasetleri yetersiz kaldı. Bu tutumlar içerisinde en geniş ve etkili olan AKP’ye kaybettirme taktiği oldu. Ancak bu taktik veya strateji, devrimci görev ve sorumluluklarımızı başkaca politik güçlere, burjuvazinin diğer kuvvetlerine aktarmak biçiminde gelişti.
Onlar baharın gelmesinden söz etti, bazılarımız ona ‘demokrasi’ manası yükledi. AKP’nin koltuklarına karşı aday çıkarılması ‘taktik’ adım sayıldı, CHP adaylarına lehine seçimlerden çekilindi ya da ÖDP Genel Başkanı örneğinde olduğu gibi, bir ilçeden belediye başkanlığına aday olundu. CHP listelerinden belediye meclisi üyeliklerine aday olundu.
Yeri gelmişken, ÖDP kazanılacak bir yerden veya işçi-emekçi kentlerinden aday olmayarak ‘çıkar peşinde değiliz’ mesajı vermeyi devrimci politika saydı. Hopa’daki güç birliği seviyesine bile gelinemedi.
Böylelikle AKP’ye kaybettirme stratejisinin sınırlarını da görmekteyiz. Burjuvazinin iktidar partisi lehine politikleşmiş medya, yargı, devlet kurumlarına, askeri devlet cihazına boyun eğmek, bu stratejinin gizlenen kısmıdır.
Sosyalist muhalefet ve HDP, CHP’nin mütemmim cüzü durumuna gelmiştir. Üçüncü seçeneğin inşası meselesi, AKP’ye kaybettirmek için CHP’ye oy vermeye evrildiği anda AKP’nin kaybedeceğini bilmeyen yoktu. Ancak, CHP’ye oy verilmesi çağrısıyla HDP üçüncü seçenek liderliğini tehlikeye atmıştır. Üstelik oy kaybetmiştir. Oylarını CHP’ye devretmiştir. CHP liderliğinin politikalarını desteklemeye mecbur bırakılmıştır. İleride aksi yönde hareket ederse, çok daha geniş kitleler HDP’yi AKP’ye çalışmış olmakla suçlayabilecektir.
Uzatmak pahasına 1991 Madenci Yürüyüşü’nün liderliğini DYP, SHP’li vekiller yapıyordu. İşçilere burjuva partilerinin birini yıktıklarında yerine bir diğerinin gelmesini çözüm olarak gösterildi. Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı diyerek Turgut Özal’ı hedef alan işçi hareketi, yerine DYP-SHP koalisyonunu getirdi ardından Demirel’i cumhurbaşkanı yaptı. 1994, 5 Nisan kemer sıkma kararları bunun işçi sınıfına bedeli oldu. 1999 emeklilik yaşını uzatan yasa bu iklimde çıktı vs.
Özetle, mesele burjuva partilerinin yer değiştirmesine vesile olmak değil, toplumsal değişime liderliğe hazırlanmaktır. Gerisi gelir geçer ve taş taş üstüne eklenemez.