Öncelikle cezaevlerinde yaşananların, dışarıda şikâyet ettiğimiz koşullardan kat be kat daha kötü olduğunu söyleyerek başlayayım. Hani ara sıra metaforlara başvuruyoruz ya: “Türkiye yarı açık cezaevine döndü” ya da “dışarıdakiler de özgür değil ki…” gibi. Ama dönem dönem bunun bir metafor olduğunu unutup, teşbihte hata yapıyoruz.
Evet, dışarıda AKP devletinin karanlığı gün be gün zifirileşiyor. Evet, her gün yeni bir hak ihlali, sansür, kapatma, karatma ile karşılaşıyoruz. Evet, korku ikliminde yaşıyoruz. Muhalif sesler sansür ve oto-sansür yoluyla kısılmaya çalışılıyor. Parti yöneticileri, belediye başkanları tutuklanarak demokratik muhalefet engellenmeye çalışılıyor. Tutuklanmayan, dışarıda olan milletvekillerinin açıklamalarını da adına basın denilen paçavralar yayınlamıyor
Ama…
Ama içeride yani zindanda koşullar çok daha kötü. Özgürlüğünden mahrum bırakılan politik tutsaklar her geçen gün daha da daralan hücrelerde dik durmaya çalışıyorlar. Bir zamanlar “işkenceye sıfır tolerans” diyen AKP Devleti, şimdi işkenceye yeşil ışık yakmış durumda. Tutsaklarının iradelerini kırmak için “her yol serbest” diye gizli genelge almış gibi zindan zebanileri saldırıya geçmişler. İstisna durumlar için öngörülen “çıplak arama” şimdi tüm politik tutsaklara dayatılıyor. Doktor muayenesinde kelepçe çıkarılmıyor. Bu suça kimi doktorlar da “Hipokrat yeminini unutarak” ortak oluyor. Yasal kitaplar verilmiyor. Hücre baskınları talana – linçe dönüşüyor. Bebek anneden, anne bebekten koparılıyor. Hasta tutsaklar zor koşullarda diğer tutsakların yardımıyla hayatta kalmaya çalışıyor. Sayımlarda askeri nizam, tek sıra, komut dayatılıyor. Bunlara itiraz edenler saldırıya uğruyor. Her gün yeni bir kaburga, kol, bacak kırılma olayı duyuluyor. Sürgünler hız kesmiyor. Tutsaklar aileleriyle görüşemesin diye fizana sürülüyor. Ring araçlarıyla hastaneye gitmek bile eziyet denirken, 500-1000 km uzaklara – sürgüne- bu araçlarla tutsaklar taşınıyor.
Bu kısaca özetlemeye çalıştığım kara tablo, tutsakların bana ve grup arkadaşlarıma (www.gorulmustur.org) yolladığı mektuplarda ayrıntılı olarak yazıyor. (Ayrıca İHD raporlarında da yer alıyor.) Üstelik bu mektuplar resmi belge niteliğinde. Hepsinin üzerinde ”görülmüştür” mührü var. Bu bilgiler doğru olmasa zaten “okuma komisyonu” engellerdi.
Velhasıl durum mektuplarda yazılanlardan çok daha kötü. tutsaklar mektuplarının sonuna “engellenmesin diye çok azını yazıyoruz sorunların” diye not düşüyorlar.
Şimdi 49 gündür devam eden açlık grevlerini de bu bilgiler ışığında değerlendirmek gerekiyor. Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki politik tutsaklar mecbur kalmayınca bu eylem biçimini tercih etmezler. Seslerinin duyulmadığı, her geçen gün koşulların kötüleştiği bir ortamda açlık grevlerine başvuruyorlar. Ancak bu defa tutsaklar, deyim yerindeyse 12 Eylül koşullarında olduğu gibi izole edilmiş halde, tecrit içinde tecridi yaşadıklarını düşünüyorlar. Psikolojik ve fiziki şiddete uğruyorlar. “Yasal” talepleri yanıt bulmuyor. Dışarıda tam bir sessizlik var. Birkaç muhalif gazete, haber ajansı dışında onların sesini duyan yok. Bu sessizliğe tepki olarak açlık grevlerine katılım çoğalıyor.
Tamam gündem yoğun, tamam referandum çalışmalarına bile zor imkan buluyor siyasi örgüt ve partiler. Ama kendine solcuyum, demokratım, yurtseverim diyen insan, içerideki tutsakları unutur mu? Onlara zaman ayırmaz mı? Bulundukları alanlarda, ilişkide oldukları kurumlarda (parti, sendika, dernek, yayın organı) bu konunun gündeme alınmasını talep edemez mi? (tabi duyarlı olanları tenzih ediyorum.) Bu soruları herkesin kendisine sormasını sağlamalıyız diye düşünüyorum. Ve tabi bireysel olarak da yapılacak dayanışma girişimleri var.
Unutmayın tutsakların en önemli gıdası mektuptur. O kadar çok mektup yazmalı ki, okuma komisyonları kilitlenmeli. Zindan zebanileri “bu insanlar sahipsiz değilmiş” diye durup düşünmeli. Açlık grevinde olan insanların daha da hassas olduklarını düşünelim. Onları yalnız bırakmayalım. Başka ne yapılabilir diye hep beraber fikir üretelim.
Şimdilik diyebileceklerim bunlar. Ben ne mi yapacağım. İlkbahar geldi. Tutsaklar göremiyor. Onlar için bahar fotoğrafları çektim. Görülmüştür grup arkadaşlarımla beraber o fotoğrafları Kartpostala dönüştürüp, çoğaltıp hapishanelere, daha güzel, daha adil bir dünya diledikleri için içeride olan insanlara yollayacağım…
Not: Bu yazı Dicle Haber Ajansı’na verdiğim mülakattan yola çıkarak hazırlanmıştır.