Sevgili Günışığı,
“Bir akşam, yemekten sonra babam odasına çekildi. Saatlerce odasından çıkmadı. Merak ettim. Babamın yanına gitmek istedim. Annem bana engel oldu. ‘0 çalıyor şimdi. Senle ilgilenemez. Bak aklıma yeni geldi. Sana okuman için iki kitap getirdi. Televizyonun yanında duruyor, al oku bir köşede, olmaz mı?’ dedi.
Sevinçle televizyonun yanındaki kitapları aldım. Bir koltuğa oturdum. Her iki kitaba baktım. ‘Kahveci Güzeli’ adlı bir şiir kitabıydı. Çocuklar için yazılmıştı. ‘Üveyikler Göçerken’ de bir çocuk romanıydı. Nasıl sevindim bir bilseniz!
Yazan Abdülkadir Bulut’tu. Yerimde duramadım. Annemin mutfağa gitmesini fırsat bildim ve babamın odasına girdim! Babam bana baktı. Güldü. Kollarını açtı. Kucakladı beni. Gözlerimden öptü. Saçlarımı okşadı. Ama benim gözüm onun okuduğu kitaptaydı. ‘Ülkemin Şiir Atlası.’ Önce bir anlam veremedim. Hemen sordum: ‘Ülkemin Şiir Atlası ne demek baba?’
‘Ülkemin Şiir Atlası, 1987 Şubat’ında Can Yayınları tarafından yayımlanan bir şiir kitabı. Şair Abdülkadir Bulut’un bütün şiirlerinin bir araya getirilmiş hâli, bu gördüğün kitap,’ dedi babam. İçten dedim ki ona: ‘Bana aldığın şu kitapların yazarını mı okuyorsun sen de?’
‘Evet,’ dedi.
‘Peki, kim bu şair, anlatsana bana, n’ olur baba!’ dedim. Babama sarıldım. Onu öptüm.
‘0, sana aldığım iki kitaptan başka yedi şiir kitabına imza atmış bir şair, öğretmen. Bunlar sırasıyla Sen Tek Başına Değilsin, Acılar Yurdumdur, Yıkımlar, Gözyaşları da Çiçek Açar, Sen Tek Başına Değilsin 2, Yurdumun Şiir Defteri, Direniş Günleri’dir. Ülkemin Şiir Atlası isimli toplu şiirleri kitabında Kahveci Güzeli de var. “Okumak haz duymaya, zihnimizi süslemeye, yetimizi artırmaya yarar”(1) düşüncesinde olan bu güzel şaire dair anımsadığım üç güzel olay var, ölümünden sonra.
İlki, ölümünden bir ay sonra ‘Yarın Dergisi’nin Eylül 1985 tarihli sayısında Şükrü Erbaş’ın ‘Abdülkadir Bulut’u Yitirdik’ isimli yazısı. İkincisi, bir dönem Sivas’ta yayımlanan ‘Eylül’ isimli derginin ‘Abdülkadir Bulut Özel Sayısı.’ Üçüncüsü ise, Can Yayınları’nın bir jesti olan elimizdeki ‘Ülkemin Şiir Atlası…’
Ölümünün üzerinden yaklaşık onca yıl geçmiş, ama edebiyat dünyasından tek kişi çıkıp onu anmamış. Senin mektuplaştığın yazar da dahil olmak üzere, bunların hepsi, bir takımın oyuncuları gibi kendi aralarında paslaşıyorlar. Takımdan olmayanı dışlıyorlar. Oysa öyle olmamalı,” dedi. O sırada annem odaya girdi. Bana sitem etti. Okula hazırlanmam gerektiğini söyledi. Üzüldüm. Çünkü babamın söyleyecekleri bitmemişti… Ama başka zaman yalvarmama rağmen Abdülkadir Bulut’tan hiç söz etmedi. Abdülkadir Bulut’u bana anlatır mısın?”
Böyle yazmışsın can çocuk.
♦♦♦
Sevgili Günışığı,
Mektubun hora geçti. Ama yüreğimi deldi geçti…
Evet, biz; aynı damarı sürdüren bir takımız, ama Abdülkadir Bulut’u hiç dışlamadık. Senin mektubundan önce Ali F. Bilir 1945 Gülnar doğumludur, şairdir, yazardır, eczacıdır. Aykırısanat’ı çıkardığımda katkısı çok olan dostumdur, ağabeyimdir. Asıl adı da Ali İhsan’dır. Bazen F’yi bazen de Faruk’u kullanır. Şiir, öykü, roman, eleştiri, araştırma ve derleme türünde pek çok kitabı var. Eşi F. Saadet Bilir’le Abdülkadir Bulut için iki kitap hazırlanacak. İlki, Abdülkadir Bulut, “Kasabalı Lorca” – Yaşamöyküsü, Şiir, Yazı, Söyleşi ve Mektupları… Diğeri de Abdülkadir Bulut’a Sevgi Sözleri.
Bu kitapta da sana yazdığım mektup yer alacak. Bu da sana ikinci sürprizim olsun sevgili kitapçıl dostum.
İlk kitaba bir yazı katkı sunmakla yetinmedim. Bendeki kaynakları dostuma gönderdim. Bu anlamda ilk kitaba katkım oldu. Ali F. Bilir’le yazması ve hazırlaması döneminde telefonlaşarak, Mersin’e gittiğimde de buluşarak Abdülkadir Bulut’u konuştuk. Hatta onun, Nâzım Hikmet’in şiirlerini ezbere bildiğinden, aynı toprağın insanı oldukları hâlde hiç karşılaşmadıklarından, tanışamadıklarından da söz etti…
Sonra Osman Bolulu(1929-2 Ağustos 2017) ile de konuşmuştuk. Ki ışık içinde olsun, Ankara’da yaşardı. Eğitimci, yazar ve şairdi. Yazdıklarımı da beni de severdi. Damar’ın bürosunda buluşurduk. Çoğu zaman da evinde kalırdım. Köy Enstitülü bir yazar, şair olarak eğitim ve memleket meseleleri başta olmak üzere otuza yakın kitabı yayımlanmıştır. Çoğu da şiir kitabıdır… Övgüyle, şiirlerinde Toroslardan, Türkmenlerden, bunların manilerinden, ağıtlarından yararlanmış olabileceğinden söz etmişti Bolulu da.
Mektubunun yanıtını yazdığım günlerde Özgen Seçkin de gelmişti evime. Konumuz bir ara Abdülkadir Bulut oldu. Onu tanıtan bir yazının Damar’da çıkmasının iyi olacağından söz etmişti. Bunca şey senin ve Abdülkadir Bulut’u çok seven baban için yeterli midir bilmiyorum. Ama sana anlatmak istiyorum şimdi o ince, has şairi.
1943 yılında Anamur’un Akine köyünde doğmuş Bulut, 21 Nisan günü. Annesi, eteğinden hazırlanan bezle kucaklamış onu. Altına toprak konulmuş, kundaklanmış. İlk önce kundaklanmaya karşı gelmiş. Sesleri algılamaya başlayınca, köyün yaşlılarına kulak vermiş. Maniler, söylenceler, halk hikâyeleri dinlemiş. Okula giden çocukların peşine düşmüş. Okumayı sevmiş. Hep sevmiş ama. Okumanın “insana konuşmada canlılık ve yazmada olgunluk verdiğini,” öğrenmiş bir kere. “İnsan, zekâsına ket vuran her türlü engeli iyi seçilmiş eserler okumakla ortadan kaldırabilir,”(2) diyor o.
1955’te ilkokulu bitirmiş. İlk şiirleri 1960 yılında, daha 17 yaşındayken “Varlık” dergisinde yayımlanmış.
Şımarmamış. Yazdıklarıyla yetinmemiş.
Akşehir İlköğretmen Okulundan mezun olmuş. Senin gibi çocukları çok severmiş. Bu yüzden şiirle ilgisini kesmiş. Yüreğindeki bu ateşi, içindeki ocakta bekletmiş, uygun bir zamanda alevlendirmek için. Ama okumadan geri durmamış. 1965 yılında Kırıkhan’ın Saldıran köyüne tayin edilmiş. Burada şiirle tekrar ilgilenmiş. İçindeki ocağın ateşini alevlendirmiş yani. “Soyut” ve “Türk Dili” ürünlerine yer vermiş. Bu köyde, hem öğretmenlik hem de şairlik yapabileceğine; öğrencilerini eğitim yönünden geri bırakmayacağına eminmiş. Kendine güveni artmış.
Her şey yolunda diye sevinirken, 1966 yılında açığa alınmış. Anamur’da öğretmenliği sürdürürken, Atatürk’ün “Bursa Söylevi”ni bir köyde okumaktan bakanlık emrine alınmış. 777 gün çok sevdiği çocuklardan ayrı kalmış. Ama ne uzlaşmış ne de teslim olmuş. Direnmiş. Hakkını aramış. 1968 yılında Danıştay kararı ile yeniden öğretmenliğe dönmüş.
Şiir çalışmalarına ağırlık vermiş. “Forum” dergisi aralıksız şiirlerini yayımlamış Bulut’un. Bir yıl sonra evlenmiş. İki yıl sonra Ekim doğmuş. Bu arada 12 Mart’tan payına düşeni almış, tutuklanmış. 1973 yılında ikinci oğlu Elçin doğmuş. Milliyet Sanat Dergisi’nden “1974’ün En Başarılı Şairi” ödülü verilmiş. 1976 yılında ilk şiir kitabı Sen Tek Başına Değilsin yayımlanmış.
İstanbul Dukalığı karşısında yalnız olmadığını kanıtlamak istercesine bu adı koymuş, kendi olanağı ile bastırdığı kitabına. O, İstanbul’dan değil; ama bu kente olumsuzlukları yükleyen, egemen edebiyat ortamından çok çekmiş. Bu yüzden ‘İstanbul’ şiirinde:
Heder ettin beni bu yaşta
Sen ey güzel İstanbul
Çekip gidiyorum işte
Allah’ından bul
diyerek, asıl, İstanbul’a olumsuz misyonu yükleyenlere sitem etmiş, Sevgili Günışığı.
Acılı bir hayat sürdüren Abdülkadir Bulut, boş durmamış ama, senin gibi güzel çocuklar için “Kahveci Güzeli” (şiir) ile “Üveyikler Göçerken” (çocuk romanı) isimli kitaplarını yayımlamış.
“Acılar Yurdumdur” isimli şiir kitabına bakarak onun ümitsiz olduğunu düşünme sakın. Çektiklerine karşın asla ümitsiz olmamış. Şiirini değerlendirenlerin ortak noktası Bulut’un en çok da “öfke”de; ve “arkadaş”tan söz ettiği gerçeğidir. Aslında o hep kendi gerçeğini yazmış. Onun ikinci Yeni şiirinden esinlendiğini söyleyenler bile, toplumculuktan hiç uzak kalmadığını, kavgadakilere omuz verdiğini kabullenmişlerdir. Temiz bir Türkçe ile şiir yazdığını inkâr etmemişlerdir.
♦♦♦
Sevgili Günışığı,
Abdülkadir Bulut, şiiri önemseyen, gerçek ve büyük şairlerden de beslenen, ama açık yüreklilikle, “Şiiri henüz tüylenme döneminde olan bir şairim. Bakalım şiirim tüyünü düzüp alasını, sürmesini çekebilecek mi göğsüne. Benim üstüne titrediğim nokta burası,” diyen biri. 8 Ağustos 1985’te tutuklu bir akrabasının duruşmasını seyretmek için geldiği Silifke’den Anamur’a dönerken Boğsak yakınlarında minibüsün kapısının açılması sonucunda araçtan düşerek hayatını kaybetmiş. Şairdi, yazardı, öğretmendi. Ne kadarı gerçek bilmiyorum.
Anamur’da yaşlı bir adamın Abdülkadir Bulut’un ölümüne dair söylediklerini yinelemek istiyorum:
“Dolmuşla eve dönüyormuş. Yorgunmuş. Dolmuş balık istifi gibi doluymuş. Bir nine binmiş dolmuşa. Kimse yer vermeyince Abdülkadir vermiş. Yüreği halk sevgisiyle dolu olan Bulut, kapıya başını dayamış ve uyumuş. Şoför dolmuşu uçuruyormuş sanki… Dolmuş virajı dönerken kapı açılmış ve bizimki düşmüş… Bir daha da kalkamamış…”
Hayatın karşısında
Dağ başlarında
Taş gibi olmak güzel şey
öyle sessiz ve kendi hâlinde
Ama bundan daha önemlisi
Her gün biraz daha kayalaşmak
Halkınla birlikte halk içinde
Kaya gibi olmak da yetmez
Bütün mesele hayatın karşısında
Sıkmak dişi, sağlam atmak ayağı
Kıyımlarda kıranlarda bile
Açtırmamak dibindeki toprağı
(Acılar Yurdumdur)
diyerek ölümü yanıtlayan bir güzel insan.
“Yurdumun Şiir Defteri” adındaki şiiriyle mektubuma son veriyorum.
Yurdum, işte senin şiir defterin
Rüzgârlı bir yaprak koydum arasına
Görüşme günlerinden gelirken
Yolda bir ağaçtan koparmıştım
O kadar çok isterdim ki yurdum
Bir de senin şiir defterinin arasına
Çocukların ayak seslerini koymayı
Ve altına her birinin adresini yazmayı
♦♦♦
Can Çocuk,
O, yurdunun bütün dağlarında, ovalarında, varoşlarında kendine has düşlerle gelecek kuran senin gibi güzel çocukların ayak seslerinde. 0, yurdumuzun şiir defterine girmiş bile. Sana önerim onun kitaplarını mutlaka oku. Onu okudukça ne kadar da sevdalı bir Bulut olduğunu anlayacaksın onun. Hoşça kal, ama kitapsız kalma.
(1), (2) Francis Bacon
Yazarın Abdülkadir Bulut’un 36. ölüm yıl dönümünde Evrensel gazetesinde yayımlanan yazısı da ilginizi çekebilir.