ABD’nin Suriye’den şimdilik ‘çekilme kararı’ vermesi üzerine Türkiye’nin ‘Fırat’ın Doğusu’na yapacağı operasyonu ertelemesi, eski bir tartışmayı yeniden gündeme getirdi. Sadece büyük medya değil, sol kesimlerde de Kürtlerin ‘hamisi’ ABD’nin çekilme kararının yol açacağı komplikasyonlar tartışmaya açıldı. Birçok sosyalist eğilim ABD-Kürtler ilişkisini yeniden masaya yatırdı.
Egemen sınıfların ‘Kürtlerin hamisi ABD çekildi, şimdi Türkiye’ye alan açıldı’ propagandasına, ‘biz demedik mi’ diyen sol eğilimler de ‘ABD Kürtleri sattı’ sloganıyla katıldı. Vatan Partisi bu siyasi iklimi fırsat bilerek HDP’nin kapatılması için Anayasa mahkemesine başvuru yaptı.
Kürtler ve ABD emperyalizmi arasındaki askeri/siyasi ilişki üzerine ‘dışarıdan’ yapılan kimi sol gözlem ve değerlendirmelerin Kürt halkıyla dayanışmaya hizmeti etmediği açık. Ama ne gam: Konu ABD emperyalizmi olunca, ezilen ulusla dayanışmanın anlamı hemen ikinci plana düşüyor.
Bunun temel nedeni olaylara nereden bakıldığıyla ilgilidir: Bir Türk sosyalisti yani ABD emperyalizminin siyasi ve ekonomik sömürüsü altındaki Marksist, Suriye’de ‘tarım devrimi, ulusal bağımsızlık, burjuva demokrasisi’ için mücadele eden ezilen ulusun siyasi/askeri örgütlerinin ABD ile pratik ilişkiye girmiş olmasını doğru değerlendirme zemine sahip değildir.
Birincisi, Türk sosyalisti Suriye rejiminin Kürtlerin adını, kimliğini, nüfus kağıdını yok sayan siyasi ve askeri zorbalığı karşısında ezilenlerin ‘yılana’ sarılmak zorunda oluşunu anlamamaktadır.
İkincisi, PYD/YPG’ye atfedilen siyasi sosyalist roldür. PYD Suriye’de proleter bir devlet inşa etmek isteyen sosyalist bir örgüt değildir. Politik olarak konumu ve uluslararası ilişkileri onu sosyal demokrat bir gelenekle adlandırmaya uygundur.
Öte yandan Kürtler’in siyasi yapılanması olan PYD/YPG’nin esasen askeri örgütünün, YPG’nin ABD ordusuyla bir pratik ilişki geliştirdiği görülmektedir. PYD ise ABD ile ilişkiye her zaman mesafeli olmuştur.
Bir başka soru daha sorulabilir: Ezilen ulusun askeri örgütünün ABD ile pratik ilişki geliştirmesi halinde sosyalistlerin PYD/YPG’ye desteği ABD emperyalizmine bir destek anlamı taşımaz mı? Kuşkusuz dolaylı olarak ‘taşır’ denilebilir. Ancak bu siyasi bir yaklaşım olmayacaktır. Bu olgu ezilen ulusa destek vermekten vazgeçmeyi gerektirecek bir neden olamaz. Nitekim, ezilen ulusun askeri örgütünün kimi eylemlerini benimsememize, kınamamıza rağmen ezilen halka/ulusa desteğimizi sürdürmekteyiz.
Üçüncü bir nokta, sosyalistlerin tarihsel olarak en zayıf olduğu bir zamanda ve özellikle sahalarda pratik bir değer taşımadıkları zamanda, ezilen ulusun askeri hareketinin kurduğu ilişki biçimini değiştirecek bir güce sahip değiliz demektir. Bu durumda ilkesel tavır, ezilen ulusun hareketine olan desteğin sürdürülmesi, ancak Marksist görüşün de özgürce ifade edilmesidir.
ABD-YPG ilişkisi sadece Suriye rejimine karşı bir işbirliği de değildir. Esas olarak ABD emperyalizminin parçaladığı Irak’ta yeşeren ve yerleşen IŞİD’in Suriye rejiminin zayıflaması sonrasında, bu topraklarda da egemenlik kurmasına karşı bir mücadeleye dair olduğu görülecektir.
IŞİD, parçalanan Irak devleti ve zayıf düşen Suriye rejiminin yol açtığı boşluğu doldurmaya aday önemli bir silahlı örgüttür. IŞİD insanlık için tehlikeyi temsil eden bir örgüttür. Bu örgütün varedilmesinde ABD emperyalizminin veya onun desteğindeki Arap rejimlerinin rolü kuşkusuz var.
Ancak ABD emperyalizmi de tek bir siyaset izlemiyor. Irak’ta izlediği politikayı Suriye’de yürütmüyor. ABD emperyalizminin çıkarlarına Suriye rejimini tamamen güçten düşürmek uygun görülmediği andan itibaren IŞİD tasfiye edilmesi gereken bir örgüt olmuştur.
Bu tasfiye Suriye rejiminin zayıflatılan askeri gücüyle yapılamazdı. Parçalanmış Irak rejimi ülkesinde bu mücadeleyi zaten başaramamıştı. IŞİD’e şu veya bu şekilde destek veren Türkiye ile IŞİD’in yayılması önlenemezdi. İran ise, zaten ABD’nin düşmanı konumundaydı. Bu durumda ABD için sahada rüştünü ispat etmiş, seküler ve kendi dışındaki uluslara, inançlara demokratik mesafede durmaya çalışan PYD/YPG’den başkası kalmıyordu.
YPG açısında ise, Suriye rejimine karşı olduğu gibi Türkiye rejimini de caydıracak güç ABD olabilirdi (Rusya açıkça Suriye rejimiyle işbirliği içindeydi). IŞİD’e karşı ABD askerleriyle sahada işbirliği yapmanın pratik yararı olabilirdi; nitekim oldu da.
İşte ABD ordusuyla YPG arasındaki ilişkinin maddi zemini bu uluslararası güç ilişkileriyle somut saha ilişkilerinden kaynaklanmıştır. Bundan dolayı ezilen ulus hareketine desteğimizi değiştirmemize yol açacak somut ve siyasi bir neden ortada yoktur.
Bu askeri ve saha ilişkisinin getireceği siyasi sonuçların muhattabı da bizzat oradaki örgütler ve halk olacağı için, ezen ulusun sosyalistleri olarak bizim dışarıdan akıl vermeye hakkımız da yoktur.
Görüşlerimizi gizleyelim mi, susalım mı? Elbette hayır: Ezilen ulus hareketinin siyasal düzeyini ve pratikteki zorluklarını bilelim, doğru bir mücadelenin gereklerini sahada uygulamanın yollarını bulalım.
Troçki 1938 Geçiş Programında (Suriye gibi) geri ülkelerde “ulusal bağımsızlık ve burjuva demokrasisi için verilen mücadele, dünya emperyalizmine karşı verilen sosyalist mücadele ile içiçedir” demektedir. Ortada dünya emperyalizmine karşı verilen sosyalist mücadele olmadığı için, siyasi eksenler de kaymaktadır.
Yine Geçiş Programı’nda ifade edildiği gibi, ‘Bununla birlikte bütün geri ülkelerde devrimci gelişmenin genel eğilimi Rusya’daki üç devriminin 1905, 1917 Şubat ve 1917 Ekim devrimlerinin ‘sürekli devrim’ formülüne verdiği kesin anlam çerçevesinde belirlenir’.
Suriye’de bu programın takipçisi bir devrimci hareket de yoktur. Diğer yandan PYD hareketinin mevcut siyasi durumu ‘ulusal bağımsızlık ve burjuva demokrasisi’ için verilen mücadele aşamasında sayılır; üstelik ‘tarım devrimi’ hala gündemlerindedir.
Sonuç olarak Türkiyeli ve Dünya sosyalistlerin ‘dünya emperyalizmine karşı verilen sosyalist mücadele’yi yerine getiremedikleri koşullarda, PYD/YPG’nin eksiğini kendisine fazla saymanın ötesine geçemiyorlar, ezilen ulusla bir dayanışmayı yerine getirmiş de olmuyorlar.