Fransa’nın en aykırı düşün ve yazın insanlarından Georges Bataille, Erotizmin Tarihi‘nde, insan cinselliğinin antropolojik esaslarının yanı sıra kültürel ve uygarlık tarihine içkin niteliklerinin bir incelemesini sunuyor.
İnsanı hayvandan ayıran bir kavram olarak, cinsellik karşısında duyulan derin dehşet şeklinde tanımladığı erotizmi, Lévi Strauss, Sigmund Freud ve Marcel Mauss’la tartışarak derinleştiren Bataille, yasaklar, dehşet, tiksinti ve çürüme gibi mayınlı arazilerde kendine özgü bir biçimde çarpışarak ilerliyor.
Mahrem dünyanın gerçek dünyaya, ölçüsüzlüğün ölçülülüğe, sarhoşluğun aklı başındalığa karşı durulduğu; bizi köleleştiren yararın ve çalışmanın egemenliğine itiraz edilerek, ânın ve yararsızlığın egemen olduğu tek edim olarak tanımlanan erotizm üzerinden enerjilerin israf ihtimalini yeniden keşfetme çabasıdır Erotizmin Tarihi.
KİTAPTAN
Erotizmin dünyası ile düşüncenin dünyası arasındaki birincil uyumsuzluk
İnsanoğlunu bir türlü avucumuzun içine alamıyor, nasıl bir şey olduğunu sahiden kavrayamıyoruz: İnsanlık sürekli kendiyle çelişiyor, iyilikten en adi kötülüğe, aşırı nezaketten aşırı terbiyesizliğe, en büyüleyici olandan en tiksindirici olana ani geçişler yapıyor. Sık sık dünyadan ve insanlıktan sanki bir birliği olan varlıklarmış gibi bahsediyoruz: Halbuki insanlık görünüşte komşu ama gerçekte birbirine yabancı dünyalar yaratır; hatta bazen bu dünyaları birbirinden ölçülemez uzunlukta mesafeler ayırır: yani hırsız ve serserilerin dünyasıyla rahibelerin dünyası arasındaki mesafe bir bakıma bir yıldızla diğeri arasındakinden fazla olabilir. Ama bu farklı dünyalar birbirini reddedip itmekle de kalmaz. Bu uyumsuzluk aynı zamanda tek bir varlıkta yoğunlaşır: Aile ortamında bir melek olan filanca adam gece çökünce fuhuş batağında debelenir. İşin ilginç yanı ise bahsettiğim dünyaların her birinde diğerini görmezden gelmek ya da en azından hor görmek âdettendir. Hatta aile babası bile, kızıyla oynarken azgın bir domuz kılığında gezdiği kötü yerleri unutur; kızının huzurunda uyduğu tüm o ince kuralları çiğneyen pis adamı hatırlayacak olsa kendisi de şaşırır.
Aynı şekilde evlerinde yardımsever, barışçıl birer köylü olan, dizlerinde çocuklarını zıplatan adamlar bile savaşta yakıp yıkar, yağmalar, işkence edip öldürür: Son derece farklı davrandıkları bu iki dünya birbirine yabancıdır.
Bu dünyaları ayıran duvarlara elle tutulmaz bir sağlamlık veren şey, insanı uzun ömürlü bir figür haline getiren –aynı zamanda kitabımın hazırlanmasında da başrolü oynayan– oturaklı ve tutarlı düşüncenin başlı başına belirlenmiş bir dünya meydana getirmesidir. İnsana dair tutarlı ve oturmuş bir biçime sahip olan kabul edilebilir görüşler, kınanan dünyalarla çok az ya da hiç teması olmayan, hatta can sıkıcı olmakla beraber yüz kızartmayacak* yaşama biçimlerini bile bir tarafa kaldıran düşüncenin dünyasından çıkmıştır. Bu şekilde oluşturulan düşüncenin, “insanlık dışı”, tekinsiz hatta tiksinti verici olarak nitelediği şeyi görmezden geldiğini değil, onu bir parçası haline getiremediğini söylüyorum: Düşünce ona lütfedip, tepeden, dışından bakar; o, düşünce için, olsa olsa, kendisi oyuna dahil olmadan, keyfi bir şekilde, doktorların hastalıkları incelediği gibi incelediği ikinci sınıf bir konudur.
Düşünceyi oluşturan yegâne şey olan anlaşılabilir insanlık asla bu lanetli bölgeye sokulmayacak.
Yine de, psikanalizin bütün cinsel alanı hiç çekinmeden incelediği varsayılabilir… Görünüşte doğrudur bu. Ama sadece görünüşte. Psikanalizin bu alanı bilgece, açık bilince katılması imkânsız dışsal bir öğe olarak tanımlaması gerektiği kabul edilir. Onun için kesinlikle cinselliğin olmadığı bir somut bütünlükten bahsedilemez, ama bu, oluşumunda cinselliğin rol oynadığı bilime yatkın düşüncenin fiilen daha dokunulmaz hale gelmesini, sanki cinsellik bu düşünceyi artık hiç etkilemiyor ya da çok az etkiliyormuş gibi düşünülmesini engellememiştir: Psikanalizin gözünde cinsellik ve düşünce birbirine zıt konumlarda bulunur; diğerleri gibi psikanaliz de zaman zaman birbirlerini etkilemekle beraber birbirinden ayrı soyut olguları inceleyen bir bilim dalıdır. Bu şekilde, hâlâ büyük bir saygıyı hak eden soyut düşün- * Örneğin, polisin dünyası veya cenaze hizmetlerinki vb. GİRİŞ 19 cenin entelektüel ayrıcalığını muhafaza eder; psikanaliz, cinsel öğeyi, gösterdiği gelişim bu öğeyi soyutlamaya indirgediği ölçüde kabul eder, somut yanı ayrıksılığını korur.
Ama bu doğrucu yöntemin ötesinde, bilimin ve düşüncenin kibrinin bir tarafa bırakılacağı, erotizm ve düşüncenin artık ayrı dünyalar teşkil etmeyeceği bir yöntem de düşünülebilir.*