Handan: Kaç yıldır birlikte tiyatroya gidiyoruz, eleştirmenlerle oyun seyrederken yarı eleştirmen oldun neredeyse. Yaptığın yorumları başkaları da duysun istiyorum bazen. Bu sezon gittiklerimiz arasında konuşmak istediğin var mı?
Sakine: Kadercan’ı konuşalım bence, çok sevdim bu oyunu, çünkü çok şey söylüyordu. Önce oyuncudan başlayalım, çok etkilendim. Deniz Karaoğlu’nu dizilerden görmüşlüğüm vardı ama burada bambaşka. Tek başına bir dolu role girdi çıktı, yine de hepsinde kimi oynadığı hemen anlaşılıyordu. Bir buçuk saat boyunca bir rolden ötekine geçip durdu. Ter içinde kaldı o tişört, kendimi onun yerine koyup iyice odaklandım oyuna. O kadar çaba harcadı ki bir saniyesini bile kaçırmak istemedim.
Handan: Sahne geçişleri gerçekten de çok hızlıydı, bir rolden diğerine geçişte çok az es olmasına rağmen Karaoğlu bir yandan rap söyleyip bir yandan anlatıdan anlatıya yumuşak geçişler yaparak bu zor işin üstesinden geldi. Çok katmanlı, kalabalık ve içerik açısından oldukça ağır bu anlatının mizahi dokunuşlarla hafifletilmesi çok iyi fikirdi. Karaoğlu da ne o ağır koşulların ne de mizahın altını kalın çizgilerle çizmeden bu mizahi yaklaşımı sahneye taşıdığında çok dengeli bir yerde durdu.
Sakine: “Benim Varoş Hikayem” adlı filmi izlemiş miydin? Bu oyundaki dengeli mizah bana biraz o filmi anımsattı, önceleri bu kadar saçmalığa gülmekten kendini alamazken yavaş yavaş oyun kişisinin (Kader Can) gerçekliğine yol aldıkça önünde perdeler tek tek açılıyor gibiydi. Filmde de benzer bir deneyim yaşamıştım. Oyunun hızlı temposunu ve katmanlarını gördükçe tiyatrodan sıkılan arkadaşlarım aklıma geldi, bence onlar da bu oyunu sevecekler, herkese anlatacağım. Tıpkı Kader Can’ın söylediği rap parçaları gibi hızlıydı oyun.
Handan: Rap demişken oyunun ne anlattığından bahsedelim mi biraz?
Sakine: Tamam, ben başlayayım. Kendisi doğmadan babası ölmüş, annesinin tek başına yetiştirdiği Kader Can adında bir erkek çocuğunun anılarıyla karşılaşıyoruz. İstanbul, Bağcılar’da büyüyen Kader Can’la sahnede karşılaşmadan önce oyunun adından hareketle bir trans hikayesi sanmıştım, çünkü bu konuda çok oyun var. Neyse bunu başka zaman konuşuruz. Kader Can mahallesini şöyle anlatıyor oyunda;
Bütün yollar denize ulaşır, bizde martılar çöplükte dolaşır…
Balkonda beynine yersin kurşunu, bedenler hep yerlere yığılır…
Ayıp yasak günah..esrar, fuhuş, gırla, polise gerek yok izbandud abiler dolaşır sokakta.
Sokak cadde bina, okul cami bakkal sola dönemezsin dur şşt dur lan orada kal
Elinde görünmez harita, rotanı çiz hemen yoksa burada kalamazsın yarına, çürürsün bir çöp bidonunda…
Askerlik çağına geldiğinde işte bu mahalleden çıkıp vatanı kurtarmaya, erkek olmaya gidiyor Kader Can. Askerlikle ilgili ilk izlenimi ise şöyle; “Uzun, kısa, herkes komutan benim için. Abiler, amcalar, kuşlar, böcekler, benden dik yürüyen herkes komutan…”
Handan: Parasını verip askerliği bankada bitiremediği için mecburen katıldığı bu yaşantı grubu sayesinde başka hayatları tanıyor ama en heyecan verici buluşma kendisiyle olanı. Çocukluğunu, hatta doğmadan önceki halini düşlüyor, düşünüyor, iç dünyasında yolculuğa çıkıyor. Daha sonra kendisini başkalarının gözünden görüyor, taktir edilmeyip sırtı sıvazlanmayınca dışlanmış hissediyor, hırslanıp sevimsizleşiyor. Sınıfsal ayrımların askerdeki tanımlarına sığınıp bu yaşantı grubu için uygun görülen ayrımcılıklara sığınıyor.
Sakine: Bu son cümleyi biraz açalım bence. Üniversite mezunları kısa dönem askerlik yapıyorlar ve bir şekilde uzun dönem askerlik yapan erlerden üstünler. Onlar öyle hissettirmese de dilleri, alışkanlıkları, ilgi alanları başka. Bizim Kader Can da bunu hissediyor, “ne olum, dejenere misiniz nesiniz artis misiniz olum. Ezdiler lan beni tek parmaklan. Fuck yu peysac! Fuck jooloji! Fuck poşet! Yo matha fucka!” diyerek özgür hissettiği tek alan olan rap dünyasına kaçıyor.
Handan: Karşıtlıklar, kutuplaşmalar üzerine inşa edilmiş bir toplum yapısının izlerini Kader Can’ın kişiliğinde, tepkilerinde okuyabiliyoruz; kentli-kasabalı, okumuş-cahil, zengin-fakir, kadın-erkek, vatansever-hain ayrımlarına kolayca başvurmaya başlaması bulunduğu yerle de yakından ilgili. Gri alan bırakmayan, hamasi, ataerkil, tavizsiz ve sert olmakla erkek olmayı eş gören bir kurumun etkisi altında geçirdiği zaman uzadıkça sorunlarını sert virajlar alarak çözebileceğini düşünmeye başlıyor Kader Can. Tam bu oyunu düşünürken karşıma çıkan şu haber toplumun fotoğrafını Kader Can’ı da içine alarak çekmiyor mu sence de?; “Bu ülkede erkek şiddeti sadece kadınlara değil, herkese yönelmiş durumda. İnsanlar birbirleriyle şiddet üzerinden ilişkileniyor artık. Erkeklik artık gaddarlıkla özdeşleşti ve savaş politikaları bunu derinleştiriyor.”[1]
Sakine: Gerçekten de öyle. Askere gelmeden önce tek derdi rap söylemek ve kız arkadaşı Ayla olan bu genç birden hainler, bayrak, vatan, nöbet demeye başladı. Hatta annesi ‘oğlum askere gitmen lazım’ der demez askerlikle ilgili bildiği bütün klişeleri sıralamaya başlamıştı. Askerlik süresince de kendisini beğenmedikçe saldırganlaşmaya başladı, dili şiddet doldu, hareketleri sertleşti, annesinin bile kalbini kırdı, üstelik bunu yaparken kendisini son derece haklı görüyordu. Askerlik anısı dinleyen başka kadınlar ne düşünürler bilmiyorum ama bence dünyanın en sıkıcı anlatıları asker anıları. Oysa erkekler bu anılar anlatılırken birbirlerine bir tür sırdaşlık ediyorlar, empati besliyorlar ve aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi davranıyorlar. Belki de maruz kaldıkları şiddeti sadece kendilerinin bilmesini istemekten doğan bir duygudaşlık bu. Sürüne Sürüne Erkek Olmak ne güzel anlatıyordu bu tür değişimleri değil mi?
Handan: Oyunu izlerken ben de düşündüm o kitabı. İnsanın kendisine merhametle, müşfik bir neşeyle yaklaşmasını engelleyen ne kadar fazla engel olduğunu hatırladım Kader Can’ın gelgitlerini gördükçe. Kader ve Can isimlerinin arasında sıkıştığı gibi Bağcılar ve rap dünyası arasında da sıkışmış, çelişkileriyle ilk kez askerde karşılaşmış bu genç ne çok insanı temsil ediyor. Mutlu olmak için ne çok engel, ne çok kısıt varken acıyı sarıp sarmalayan, ölümü kutsallaştıran bir değerler sisteminden Kader Can’ın temsil ettiği bir dolu genç insanın çıkabilmesini çok istedim. Yakın bulduğu insanlarla kurdukları ilişkilerde kendilerinin belirlemediği kodlar yüzünden sevgiyi, empatiyi bu kadar cimri, yargılamayı, aşağılamayı bu kadar cömertçe kullanan hoyrat ve hırçın genç bir dolu insanın da bu oyunu izlemesini gönülden diledim.
Sakine: Son zamanlarda izlediğimiz oyunlardan birçoğu kadınların ezilmesi, şiddet görmesi, eli kolu bağlı kaldığı sistemin içinden çıkamamaları hakkındaydı. Bu oyun kadınların bu kadar ezildiği sistemde aslında erkeklerin de özgür olmadığını hatırlatıyor, türlü türlü aidiyetlerin getirdiği yükümlülükler ve sınırlamalar yüzünden kimsenin özgür seçim yapamadığını dile getiriyor. Kader Can’ın hızlıca uyum sağladığı hamaset dili ve şiddetin içinden birdenbire sıyrılıp kendine geldiği anlardan birinde ‘ben yapamam, kedi seviyorum ben yaaa’ demesi şiddet diline nasıl sinsice maruz kaldığımızı da göstermiyor muydu?
Handan: Köşeye sıkışmış bireyin bir türlü bir çıkış yolu bulmaması fiziksel olarak Kader Can’ın oturduğu platformda somutlaşmıştı. Oturduğu platform yatak, masa, koltuk gibi eşyaların hepsi birden olurken değişen duygu durumlarını veya kişileri temsil ediyordu. Ama oyuncu kimi oynarsa oynasın, oturduğu yer neresi olursa olsun o platformdan ayrılamıyordu. Rap şarkıları söylerken ayağa kalkabildiği anlarda biraz daha özgürleşebiliyordu yalnızca. Oyuncunun canlandırdığı her bir kişi için arayıp bulduğu küçük mimikler, oyunlar sayesinde kişileri birbirinden ayırabilsek de hepsinin aynı merkezden bir türlü uzaklaşamamalarının verdiği sıkıntı seyirciye de geçiyordu.
Sakine: Geçen yıl izlediğimiz Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin oyununda da üç kadın sandalyelerine yapışmış gibiydiler, hatırlıyor musun?
Handan: O oyunu da Murat Mahmutyazıcıoğlu yazıp yönetmişti. Üç kuşak kadının bir türlü harekete geçememesiyle Kader Can’ın eyleme geçememesi arasındaki sebepler birbirinden çok da uzak değildi zaten. Potansiyelimizi, enerjimizi, coşkumuzu zor da olsa evde tutuyoruz ne de olsa.
Sakine: Bu sözlerin bana Tom Waits’in ‘How Is It Gonna End’ şarkısını hatırlattı. Biz de bilmiyoruz Kader Can’a ne olacağını, ama şarkı söylemeye devam etmesi bile bir umut. Hepimiz için!
* Bu sayımızda hazır farklı eleştiri biçemleri denemişken Eylem (Ejder) oto-röpörtaj yapmam konusunda ısrarcı oldu, daha önce böyle bir deneme yapıp çok hoşlanmıştım.[2] Bir daha denemeyi kabul ettim, farklı bir akıcılık sağlıyor yazıda. Umarım Sakine yine gelir benimle tiyatrolara!”
————————–
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/12/nukhet-sirman-palu-ailesini-istisna-gibi-gostermek-korkunc/
[2] http://www.mimesis-dergi.org/2018/07/eskisehir-bir-tiyatro-festivaline-daha-tick-atti/
Bu yazı TEB Oyun dergisinin 40. sayısında yayınlanmıştır