Arslanköy Hadisesi’ni uzun uzadıya anlatmayacağım burada. Zira ilgilenenler olayların nasıl gerçekleştiğini anlamak için benim doktora tezime ve devamında yayınlanan kitabıma bakabilirler. (link aşağıda) Orada bu konu uzun bir bölüm olarak anlatılmaktadır.
Benim bu konu hakkında biraz sonra yapacağım vurgu da CHP’li arkadaşlar için kurtarıcı olmayacak. Çünkü ortada Arslanköy olayında arkasına iktidar partisini almış eski muhtarın yerine köylünün seçmek istediği yeni muhtara karşı verilen bir toplumsal mücadele var. Olay bir seçim meselesinden fazlasıdır ve Türkiye tarihinde aslında sıklıkla meydana gelen fakat bizim yine sıklıkla unuttuğumuz tabandan gelen toplumsal hareketlerin varlığına ilişkindir.
Arslanköy Hadisesi/Davası, 1946-1950 dönemindeki yoğun politik mücadelenin önemli olaylarından yalnızca birisidir. Arslanköy Hadisesi, 1946 Sendikacılığı ve yarattığı yeni emek mücadelesi dalgasının yanında, Baladız İsyanı (1946), Senirkent Olayı (1946), Hayrabolu Davası (1946) diye devam eden bir toplumsal hareketliliğin parçasıdır aslında. Birbirinden bağımsız olarak Türkiye’nin birçok yerinde ortaya çıkmış ama genel politik ortamın yarattığı bir isyan dalgasıdır. Bunu çoğu zaman gözden kaçırır tarihçiler çünkü iktidarda CHP vardır ve karşısında daha sonraki tarihyazımında hakim olacağı şeklinde “sermayenin ve büyük toprak sahiplerinin partisi” DP vardır. O yüzden onun yanında görünen her hareket karşı-devrimcidir, gericidir… Maalesef öyle değil ve bu kadar kestirmeci ve kolay değil… Bu dönemdeki olayların çoğu dönemin iktidar partisi karşıtı olmakla birlikte Baladız İsyanı’nda olduğu gibi DP’li bir başkana karşı da gerçekleştirilmiştir. Aslında her ikisi de sermayenin ve toprak ağalarının partisi olan DP ve CHP siyasal iktidarın paylaşımı için mücadele vermektedir. Bunun yanında bu yeni çatışmalı siyasetin getirdiği politik özgürleşme, toplumsal ve ekonomik taleplerin bu çatışmanın bir parçası olarak kolektif bir mücadele yoluyla dile getirilmesine fırsat vermiştir. Arslanköy ve diğer olaylar bunun bir parçasıdır…
Her iktidarın her toplumsal mücadeleye gösterdiği otomatik tepkinin bir sonucu olarak Arslanköy Hadisesi de ilk anda “devlete karşı silahlı isyan” olarak değerlendirilmiştir. Olaylar sonucunda açılan davada sanıklar hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 258, 271 ve 149. maddelerinden ceza istenmiştir. 149. madde “devlete karşı isyan” fiilini tanımlamaktadır. Aslında mikro bir “Gezi Hadisesi”dir bugünden bakıldığında Arslanköy. Kadınların, çocukların, daha önce devletine isyan etmemiş “sıradan” insanların politik mücadelede nasıl bir anda sivrilebileceğinin, kendisini var edebileceğinin bir örneğidir. Dönemin iktidarının CHP olması bugün için AKP iktidarını, kendinden önceki bütün sağ iktidarlar gibi bu olayı sahiplenmesini getirmiştir ama aslında bu olayı yalnızca bir usulsüzlük olarak göstererek asıl boyutunu gizleme çabasının bir parçası olmuştur bu sahiplenme. Bu durumun erken bir dönemde farkına varan da Celal Bayar olmuştur aslında. Dönemin iktidarının bizzat değil ama onu kullanarak yerel yetkililerinin bu işin alevini büyüttüğünü dile getirmiştir “devlete zeval gelmemesi” esasını gözettiğinden. Şöyle diyor Celal Bayar:
“Arslanlar köyü hadisesini çoklarınız bilirsiniz. Bu köyde demokratların kazandığına dair seçim evrakını nahiyeye götüren köylüyü köy dışında karşılayan Jandarma Komutanı köylüden hangi partinin kazandığını soruyor. Köylüde Demokratların diye söylemesi üzerine bu seçim olmadı. Yeniden yapacağız diyerek köylüyü geri çeviriyorlar. Toplanan köylünün haklı olarak tekrar seçim yapamayız demeleri üzerine de Nahiye Müdürü emir veriyor. Jandarma Komutanı ateş açtırıyor. Köylü dağılıyor. Hadise mahkemeye intikal etmiştir. Bir çok vekil arkadaşlarımız, bu işi takip etmektedirler. İkinci bir misâl; Kütahya ve Afyon köylerinde dövülen zavallı bir vatandaşın çorabını çıkarttırdım. Ayağında şiş ve yara gördüm. Vakıa bunu Hükümet yaptırmıyor. Hükümet idaresinde bir çok şuursuz insanlar bulunması, bu hadiseler sebebiyet verdiğini kabul etmek lazımdır.”
Aslında olaylar Bayar’ın bu kadar basitçe anlattığı gibi değil. İktidara karşı bir politik odak olarak ortaya çıkan DP’yi bu dönemde toplumsal muhalefetin merkezi haline getiren bir politik ortam vardır. Kendisi çok istemese de, DP tabiri caizse bu toplumsal muhalefetin üzerinde “sörf yapacaktır”. Elbette ki bu desteği sonraki yıllarda kendisine dönük olan karşı çıkışlarda da hatırlatılacaktır. Ama her zaman olduğu gibi o dönemin iktidarı da kendi dönemindeki usulsüzlerden daha çok yine Arslanköy hadisesini örnek verecektir. Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından yapılmış benzer bir başka konuşmada ise muhalefet tarafından DP’nin siyasi ve idari baskı yaptığı yönünde dile getirilen iddialar Arslanköy ve Senirkent örnekleri ile cevaplandırılmaktadır:
“Siyasî baskının şiddetle tatbik edilmiş olduğu bu devirde Senirkent yalnız bırakılmamış, Arslanköy ve benzeri hâdiseler birbirini tevali etmiş ve fakat bütün baskılara rağmen neticenin arzu ettikleri şekilde değiştirilmesine imkân bulunamamıştı. İktidarımız zamanında, bir vilâyetin kanunla değiştirilen hüviyeti siyasî bir baskı numunesi olarak her yerde tekrarlana dururken siyasî baskı ve zulmün zamanlarına ait en fecî misallerini, bu milletin hafızasından ve hâtırasından silmek mümkün müdür? Senirkent faciasının mes’ulleri kimdi? Zulmü tatbike vasıta olanlar mı? Yoksa bu zihniyeti temsil ve teşvik edenler mi? O devirde idarede vazifeli olup, iktidarın vasıtalığını yapanlardan birisi bugün intisap etmiş bulunduğu muhalefet partisinin mes’ul kademesinde ve mebusluğun teşrii masuniyet zırhına bürünmüş olsa dahi meydanlarda siyasî ve idarî baskıdan bahsetmeye nasıl cesaret edebiliyor?”
Son olarak kendisini DP iktidarının devamı olarak gören siyasi partilerin sıklıkla bahsettiği Arslanköy, Senirkent olayları gibi meseleler yanında yine aynı toplumsal hareketler zincirinin bir parçası olan ama hiç dile getirilmeyen bir başka olaydan bahsetmek, onu hatırlatmak gerekiyor. 1946 yılında dönemin DP ilçe başkanı da olan ve Isparta’nın önemli ailelerinden birine mensup Abdullah Demiralay’ın öldürülmesi olayı Cumhuriyet gazetesinde şöyle anlatılıyor:
“Bundan beş ay kadar evvel, Baladız köyünde halk tarafından linç edilen Isparta zenginlerinden Abdullah Demiralayın ölümüne aid davanın görüşülmesine, Isparta Ağırceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Kendisine borclu olan ve borclarını ödemiyen köylüler tarafından, başı taşla ezilerek öldürülen Abdullah Demiralay, aynı zamanda İsparta Demokrat Parti ilçe başkanı olduğu için, dava muhitte büyük bir alaka uyandırmıştır.”
Dava bireysel bir borç-alacak davası değildir. Bu dava kapsamında toplam 36 kişi yargılanmıştır. Olay kolektif bir “vergi isyanı” olarak bile tanımlanabilir. Zira dönemin tanıkları bu olayı hatırlarken işin bu yönüne özellikle dikkat çekmektedir. Bu dönemde Baladız İsyanı hakkında bir şiir yazan bu yüzden işkence gören Ruhi Su’nun dizeleri olayın boyutunu daha açık göstermektedir:
“Bin dokuz yüz kırk altının yazında
Baladız’ın harmanları savrulur
Demiralay toprağında tozunda
Ecel gelmiş kuşlar gibi çevrilir
Haciz geldi ocakları bozuyor
Kimi vergi kimi sorgu yazıyor
Can dayanmaz kul canından beziyor
Böyle olursa demir kalmaz sivrilir
Sulh olalım dediler de olmadı
Beyde insaf kulda sabır kalmadı
Haber gitti jandarmalar gelmedi
Kara toprak bey kanıyla yoğrulur.”
Arslanköy hatırlanacaksa Baladız ile birlikte hatırlanmalıdır. Zira hepsi aynı dönemin “iktidar karşıtı toplumsal hareketleri” olarak tanımlanmayı haketmektedir.
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için yazarın Politics and the Peasantry in Post-War Turkey adlı kitabına başvurabilirsiniz.