Saye nedir bilir misiniz? Saye, gölge demek. Sayende ise senin gölgende, yardımınla anlamındaki zarif teşekkür…
Biz 14 Eylül akşamı gerçekleşen prömiyerle, bu topraklardan yüz yıl önce geçmiş ve türlü ıstıraplar çekerek, koskoca bir çınar gibi köklerini toprağa, dallarını göğe uzatmayı başarmış, ilk Müslüman Türk Kadın Oyuncu Afife Jale’den ilham alınarak hazırlanmış bir tiyatro oyunu, bir rüya izledik.
“Gerçekler rüyaya karışabiliyorsa şayet, rüyalar da neden gerçek olmasın?”
Doğduğun ve doyduğun yer kaderin olsa dahi, o yerin tüm yasaklarını, yargılarını, kısıtlarını, “sen kim oluyorsun da…”larını, “yapamazsın, başaramazsın” larını bir bir sindirip; önüne dağ yerine, yoluna nehir yapan ve kalbindeki kıvılcımı, koskoca bir aleve dönüştürerek kendini, kendinden sonrakileri tek tek bu alevle tutuşturup, büyük yangınlar çıkaran yüce ruhlara adanmış, gerçek ve şahane bir rüya…
“En çok babam severdi saçlarımı, görse nasıl üzülür…”
On üçümdeydim çok sevdiğim uzun saçlarımı bir çırpıda üç numaraya vurdurduğumda. Şehir Tiyatroları’nın emektar kuaförlerinden Talat (Kasacı) Abi bir elinde makas, diğer elinde tıraş makinesi ile Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin (eski bina) üst katında yanıma geldiğinde bir an olsun tereddüt etmedim, titremedim, vazgeçmedim kararımdan.
Sene: 1998. Oyun: “Atatürk ve Çocuk”. Rolüm: Atatürk’ün manevi evlatlarından “Gültekin”.
1900’lü yılların başındaki gibi Müslüman Türk kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu ve yasağı delebilmenin tek koşulu erkek kılığında sahneye çıkmak olduğu için değildi bu durum. Gerçekte erkek olan Gültekin karakterinin altından küçük bir kız olmama rağmen hakkıyla kalkabildiğim ve sahnede çok başarılı olduğum için kestirmiştim saçlarımı, rolüm gereği, küçücük yaşımda… Okulda, sokakta, otobüste sevimli bir oğlan çocuğu sanılmama ya da etraftan hasta olduğum düşüncelerine aldırış dahi etmeden üstelik. Çünkü “akşama temsil var!”dı.
Ah Afife… İffetli, namuslu, saygıdeğer kadın. İnancından da kadın olmaktan da, sahneden de vazgeçmeden tüm saygınlığın ve cesaretinle bizlere ışık olan kadın.
Ah Jale… Gece karanlığında ansızın meydana gelen ve sabah çiçeklerin üstünde beliren çiğ tanesi… Su gibi ferah, su gibi aydınlık ve aziz geldin kuruyup, çatlamakta olan bu topraklara… Ve hâlâ senin bereketinle yağmur olup yağmaya devam ediyor tüm Türk Müslüman kadın oyuncular korkusuzca bu yüzyılda…
Hiç’lenip, linçlenerek ve sonra ardından içli içli ağlanarak toprak altına itilen tüm kadınlara ithaf edilerek oynanıyor “AF!FE”
Oyun sonunda, 12 yaşında kendine Afife Jale’nin ölümünü dert edinen o muhteşem çocuk, büyük usta ve her daim us’ta olan Haldun Dormen başta olmak üzere, oyunda dolaylı olarak emeği geçen tüm çocuklara teşekkür edilen bu müthiş rüyanın Afife’si, Demet Evgar…
En son ¨39 Basamak¨ ile izlemiştim onu sahnede, büyüleyiciydi. Oyunda, Afife dışında Eliza ve Viola’ya da hayat veren bu biricik kadın, sahneden indiğinde de dert edindiği ve korkmadan her fırsatta savunduğu mevzulardan olsa gerek, elimizden tutup bu cesur kadınla, sanki orada, 122 yaşında olmasına rağmen hâlâ o sahnede yaşıyormuşçasına tanıştırdı seyirciyi. Sanrıları, ağrıları, kahkahaları, hayal kırıklıklarına rağmen, ateş olabilmek için kibrit gibi yanmayı ve bunu göze almayı anlattı güçlü oyunculuğuyla. Nasıl özlemişim seni tiyatroda izlemeyi.
Eylül ayı oyun haberlerini verdiğim bir önceki yazımda da bahsettiğim diğer bir özel isim, Tilbe Saran. Oyunun Kınar Hanım’ı, Mehdiye Hanım’ı, Olivia ve Hamlet Kraliçe’si… Benim ilk “oyun” öğretmenim, kalbime sahne tohumlarını ilk ekenim. Afife’nin ateşini, Yıldız Kenter hocadan devralmış ve sahnede tüm asaleti ile alev alev yanan, seyirciyi gözlere fer getirecek bir güçle kendine hayran bırakan ve iyi ki bu ülkede, bizim kadın oyuncumuz dediğim, gururlandığım isimlerden. Seninle aynı sahneyi paylaşmak kim bilir ne büyük şans ve ne kutlu bir hadisedir! Seni de çok özlemişim, çok.
Necip Memili… Mınakyan, Komiser, Hidayet Bey, Malvolio, Dede ve Hamlet’in Kral’ı oyunda. Birbirine tezat bunca karakter, diyalekt, duygu tek bir ruhta iki buçuk saate yakın nasıl toplanır? Seyirciyi darmadağın ederek… Evet, dağıldım! Darmadağın oldum, hayran oldum, bayıldım. Gökyüzünden düşen ve asla birbirine değmeyen, her biri farklı şekillerde; zaman zaman yavaş, zaman zaman tipi şeklinde yağan kar taneleri gibi geldin sevgili Memili… Üşüdüm, eğlendim, kızdım, gülümsedim, afalladım, kıskandım, kıskandım, çok kıskandım. İyi ki sahnedesin, iyi ki!
Her bir karakteri anlatan birer paragraf hediye etsem bu sayfalara, size bu rüya hakkında epey bir bilgi vermiş olurum endişesi ile diğer oyuncular gönül koymaz umarım mahcubiyeti birbirine karışmışken, küçük ipuçları vermeye devam edeyim.
Yine üç farklı role can olan iki kıymetli isim; Bora Akkaş ve Bedir Bedir. Varlığım, tüm karakterlere armağan olsun diye haykırıp, damaklarda nefis bir tat bırakan oyunculuklarıyla sarıp sarmaladılar bizleri. İdil Sivritepe, Atılgan Gümüş, Orkuncan İzan, Bilge Çınar, Öykü Su Okur, Keremcan Arslandağ, Basma Seiba ise Yazar Osman Balcıgil’in “Nefesi Tutku Olan Kadın: Afife Jale” kitabında yer alan: “Öyle bir oynayacak ki oyuncu dediğin, yardımcı rolde bile olsa, sanki bütün öteki roller onun için yazılmış gibi olacak” paragrafını her fırsatta seyircinin gönlüne nakşetti.
Ve oyunun hem hareket hem ses, hem de yan rollerine hayat veren isimleri; Alize Çalık, Dila Yağcı, Ahmet Kahvecioğlu, Bengi Şiir Umutlu, Hande Ömürlü, Feride Hakim ve Nilay Çelebi. Kararında bir ölçü ile Afife’nin makûs talihini yıkabilmek ve onu seyirciyle buluşturabilmek için bu büyülü kumpanyada ışıldadılar dün gece.
Yazıyı okurken, rüya bu, hiç mi tökezlediğin bir aralık yok diyenlere; oyunun MAXIM Gazino bölümünü örnek verebilirim. Oyunun belki de en parlak, en aynalı, en ışıklı bölümünü maalesef beğenemedim.
Atılgan Gümüş’ün en gerçekçi haliyle hayat vermeye gayret ettiği Minyon Virjin karakterinin oyunun kudretinden uzak, fazla abartılı, “haydi bitse artık!” gibi iddialı yorumlanmasa bile, “keşke”li cümleler kurduracak bir tarafta olduğunu düşünüyorum. Yazınsal anlamda tat alamadım, oyunun bütünlüğü içinde buradaki metin ve oyun gönlümde asılı kaldı maalesef. Bir an rüyadan hararetli bir biçimde uyandım ve tekrar uyumak üzere uyuyakaldım.
Yiğide öldürmekten ziyade hafif bir baygınlık geçirttiysem, hakkını da yemeyeyim. Oyunun tümünde olduğu üzere bu bölümde de hem hareket tasarımı (Candaş Baş), hem ışık tasarımı (Cem Yılmazer), hem de sahne ve kostüm tasarımı (Gamze Kuş) muazzamdı.
Müzik için ayrı bir paragraf açmak isterim. Sevgili Tuluğ Tırpan, Ilgın Kopuz ve Sezen Aksu şarkı sözlerini notalarıyla öyle bir uçurmuş ki, popüler müzik platformlarında “AF!FE Oyun Müzikleri” albüm haberini almamız yakındır. Afife’nin ilk kez sahneye çıktığı an ve bisiklet sahnesi favorilerim!
Tahminlerim şaşırtmadı, Serdar Biliş rejisi diğer yapımlardan farklı ama kendisinden artık alışageldiğimiz, minimum dekor, maksimum video konsepti ile karşıladı bizi. Biliş’in yönettiği oyunlardan İfigenya’nın büyük diyagonâl ekranı büyümüş, 12. Gece’nin handycam’i daha bir steadicam’e dönüşmüş dedirtiyor ister istemez. Prodüksiyon büyük bütçeli olunca, haliyle nimetler de o denli zengin oluyor. Cesaret edilmeyene yürüyebilen bir isim olduğu için kendisini kutluyorum! Teknolojiyi her fırsatta sahneye taşıyarak, “oyun ateşini eskisi gibi sadece kibritle değil, artık çakmakla hatta pürmüzle bile yakabiliriz, neden olmasın” coşkusunu seyirciyle buluşturan önemli bir göz kendisi. Yuvarlak, kayar sahne platformundan faydalanarak, tüm oyunu bir çemberin etrafına işlenen güllü oyalar gibi nakış nakış işlemiş Serdar Biliş ve kıymetli yardımcı yönetmenleri: Hüseyin Tuncel, Serin Öztoprak ve Buket Gülbeyaz.
Antrparantez, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde de olduğu üzere, rüyanın dağılmaması, duygunun merkezden uzaklaşmaması gibi sebeplerle iki buçuk saate yakın tek perde temâşâ ettiğimiz bu önemli eserler, ne yazık ki Türk seyircisine biraz uzun geliyor. Kafasını telefondan ve tabletinden ayıramayan sosyal medya düşkünü zât-ı muhteremler için oyunu izlemek yerine, orada olmak ve fotoğraf çektirmek daha büyük bir mesele olduğundan, bu gibi uzun tek perde oyunlarda da utanmadan maç izliyor, mesajlaşıyor, sosyal medya hesabını veya maillerini kontrol ediyor malumunuz. Dün akşam oyun esnasında oyuncuların televizyon dizilerindeki rollerinden bahsederek sohbet eden insanları duydu bu kulaklar!
Bir kez daha idrak ettim ki; bunun yaşla, cinsiyetle, gelir gücüyle ilgisi yok! “Cemiyetlerde biz de oyuna gittik diye sohbetini ederiz, dur gitmemiş olmayalım” motivasyonuyla, bin 750 TL’lik bilet alan ancak oyun izleme âdabı bilmeyen seyirci ile toplumsal araştırma anketlerine “ben sadece belgesel izliyorum” cevabı verip, 60 TL’lik bilet alan ve oyunla zerre ilgilenmeyen seyirci arasında hiçbir fark yok. Hani hep konuşulur ya, bilet fiyatları biraz yüksek olsa seyirci de ona göre davranır, daha ilgili, dikkatli yaklaşır yapıma diye. Katılmıyorum! Zihinler yerine cüzdanlar büyüdüğü müddetçe değişen hiçbir şey olmayacak. Ne acıdır ki, yine bir oyun esnasında “lütfen sohbet etmeyin, telefonunuzun ışığı dikkatimi dağıtıyor rica etsem kapatır mısınız?” gibi uyarılarda bulunmak zorunda kaldım. Bu konuda ne dertli olduğumu Mesele121 dergi için 9 Nisan 2024’te kaleme aldığım “İzleyebilmek ve İzlemeyi Bilmek Üzerine” başlıklı yazımdan da anlayabilirsiniz.
Sahnedeki emeğe ve koltuklardaki gerçek seyirciye saygı hassasiyetimin altını bir kez daha çizdiysem, oyuna geri dönüyorum.
Standart sahne ekiplerinin dışında, tarih danışmanları, diyalekt danışman ve koçları, video ekipleri, fizyoterapist, sahne görüntü sistem ekiplerinin yer aldığı oldukça kalabalık bir kadronun emek verdiği AF!FE tiyatro oyununun yazarını en sona bıraktım: Selin Cankı Ceylan.
“Monologlar Müzesi: AŞK” ve “Bir Hücre Mahkûmunun Son Dünü” isimli oyunları, kalemiyle sahneye taşıyan Ceylan, 1900’lerin çok kültürlü hayali bir tiyatro kumpanyasından çıkan kadının, bir sanat fedaisine dönüşümünü çarpıcı bir şekilde yazmış. Mürekkebi tükenmesin.
Saye nedir bilir misiniz? Saye, gölge demek. Sayende ise senin gölgende, yardımınla anlamındaki zarif teşekkür…
Biz dün akşam, kadınların toplumda ikinci sınıf ve yasaklı bir figür olarak görülmesine karşı çıkan, bunun için mücadele eden ve kendini bu uğurda sahneye feda eden Müslüman Türk kadını ve 1923 29 Ekim’inde bize bambaşka bir gelecek armağan ederek, özgürlüğümüzü iliklerimize kadar yaşamamıza fırsat veren bir çift mavi göz ‘saye’sinde muhteşem bir tiyatro oyunu, bir rüya izledik.
Var olmaya çalıştığın için teşekkür ederiz AF!FE
Yüzyıllar geçse dahi, her türlü şiddetin reva görüldüğü, gücünden kıskanılan, cesareti sorgulanan, kudretinden korkulan kadınlara adanarak oynanan AF!FE’yi siz de izleyin.
Seyircisi bol, alkışı daim ve tıpkı Afife Jale gibi sesi yüksek olsun!
Meltem Ercivan
15.09.2024
İstanbul