Ülkemizde ilk internet girişimini gerçekleştiren, parmaklarında birçok marifeti olan, bıkmadan, usanmadan, istikralı üretimleri, projeleri olan Elif Dağdeviren ile online bir söyleşi gerçekleştirdik. Yoğunluğuna rağmen zaman ayırdığı için teşekkür ederim. Faydalandığım bir söyleşi oldu.
Tanıyanlar bana katılacaklardır eminim. “Üstün zeka ve yetenekli” tanımına uyan ender insanlardan birisin. İlham verici bir geçmişin ve hayat hikayen var. Söyleşilerimde ilk soru ve son soru hep aynı, kendini tek cümle ile anlatmanı istesem ne söyleyebilirsin?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Ben, benden çok olduğunu düşünüyorum aslında. Belki de benim farkım, kendimi çok ciddiye almadan sevdiğim işlerin peşinde koşarak hayatın bana sunduklarını doğru değerlendirmeyi ve bunun için de işaretleri takip etmeyi becerebilmek. Sanırım kendimi de en iyi böyle ifade edebilirim tek cümleyle.
Geçmişte yaptıklarından ziyade güncel uğraşların ve gelecekteki hedeflerin üzerine sorularım olacak. Ayrıca önemli bir sektör profesyoneli olarak sinema sektörüne yönelik sormak istediklerim de var. Bugünlerde ne ile meşgulsün? Neler yapıyorsun?
Bu aralar ağırlıklı olarak kendimi yazmaya verdim. Beraber çalıştığımız uluslararası bir yapım şirketi için bazı formatların Türkiye uyarlamaları ve orijinal senaryolar üzerinde çalışıyoruz. Bireysel olarak da çok uzun yıllardır hayalini kurduğum kendi senaryolarımı ve kitabımı yazmaya başladım. Bir de çok uzun zamandır sağa sola çizdiğim tasarımları farklı bir iş alanı olarak hayata geçirmeye karar verdim, daha ziyade kadınlara ve evde çalışanlara yönelik şık ofis malzemeleri diyebiliriz. Şimdiye kadar hep dağılmamak adına kaçtığım bir işti, fakat hayat çok hızlı akıyor ve bunlar defterlerde ve bilgisayarımda kalmasın istedim.
Tasarım tarafını bilmiyordum. Bu alanda da başarılı olacağına eminim. Geçmişte ülkemizin önemli festivallerinden olan Antalya Uluslararası Film Festivali’nin direktörlüğünü de üstlenmiştin. Dört kadından oluşan festival için umut verici bir ekiptiniz. (Zeynep Atakan, Hülya Uçansu ve Alin Taşçıyan.) Ülkemizde festivaller son yıllarda skandalsız geçmiyor. Yurt dışında birçok önemli festivali de izleyen /katılan birisi olarak niye böyle sence? Niye gerçek anlamda bir uluslararası festival/market yapamıyoruz?
Buna cevabım yeni bir linç alanı açabilir. Ama ne yazık ki benim gözlemim şu, Türkiye’nin genelinde var olan sorun bizim sektörde de var. Bazıları sadece çalışıyor ve başarıya öyle kavuşuyor, bazıları da sadece gürültü yapıyor ve adlarını öyle yaşatmaya çalışıyor. Ve ne yazık ki her alanda olduğu gibi sanat da ikiye bölündü. Hatta belki daha çok bölünme yaşadı. Artık bazıları karşısındaki insanın yeteneklerine, yapabileceklerine, niyetine değil kendisine bizzat nasıl bir fayda sağlayıp sağlayamayacağına bakıyor. Daha da kötüsü buna çok kısa dönemli olarak bakıyor.
Festival dediğiniz aynı anda herkese fayda sağlayabilir bir ortam değil. Bazı yıllar davet edilirsiniz bazı yıllar edilmezsiniz; bazı yıllar filminiz, eseriniz, katkılarınız kabul görür bazı yıllarda görmez. Kendinize iş olarak sanatı seçtiyseniz ne yazık ki bir memur gibi düzenli bir hayat bekleyemezsiniz. Bizim sektör çok keyifli gözüktüğü ve olduğu kadar, çok fazla iniş çıkışlarıyla hayatın bütününde çok da zorlayıcı bir meslek. Dolayısıyla seçtiğimiz işin ne olduğunu bilmeli ve o işin getireceği zorlukların olgunluğuna da sahip olmalıyız.
Bazı insanlar var ki yaptıkları tek başarılı işle parlayıp o başarıyı bir daha tekrarlayamasalar bile bir ömür boyunca harika üretimlerde ve yaratımlarla hayata katkıda bulunmaya devam edebiliyorlar. Bazıları ise başarılı bir iş yaptıktan sonra belki üzerine çıkamayacağını düşündüğü için veya gerçekten de çıkamadığı için; o tek işin arkasına takılıp sürekli o günlerin başarısını bir ömür boyu dikte etmeye çalışıyor, hatta o başarıyı bayrak edinip başkalarına saldırmaya başlıyor. En üzücü kategori de hayal ettiği başarıya hiçbir zaman ulaşamayıp bunu kapatmak için sürekli gürültü çıkartmaya çalışanlar… Elbette festival yönetimlerinin de kendi içlerinde hataları var, çünkü yöneticisinden katılana, çalışandan danışılana herkes insan. Ancak tekrar ediyorum festivallerin her sene sektörün tamamını mutlu etmek gibi bir zorunluluğu yok. Zaten öyle olsaydı hiçbir festivalin ağırlığı kalmazdı.
Tespitlerine katılıyorum. Festival yönetmenlerinin siyasi seçimlerden bağımsız, uzun süreli, kalıcı ve yerel yönetimler değişince değiştirilmesinin de festivallerin kimlikleri için önemli olduğunu düşünüyorum. Peki, ülkemizde internet teknolojileri anlamında ilk yatırımcı/vizyonerlerden birisi olarak, günümüzde ülkemizin gelişen teknoloji dünyasındaki yeri konusunda neler söyleyebilirsin?
Türkiye teknoloji yaratıcılığı ve geliştirmesi açısından dünyanın önemli ülkelerinden biri oldu. Özellikle de oyun sektöründe. Ben de bununla çok gurur duyuyorum. Tabii bunun en önemli nedenlerinden biri de teknoloji kullanımının çok yaygın olması. Size garip gelebilir ama Amerika denilen ülkenin bile genel nüfusu, Türkiye’deki insanımızın pratik zekasına sahip değil. Dolayısıyla da biz çok daha kolay uyum sağlayıp, kullanıp, geliştirebiliyoruz. Zaten ben Türkiye’nin geleceğinin 3T ile şekillenmesi gerektiğine ve böyle güçlenebileceğine inanıyorum: Teknoloji, tarım, turizm. Ve tabii son yıllarda Türk dizileri sağ olsun buna bir de yapım sektörü eklendi.
3T, ne güzel özetledin. Umarım bu başlıklara göre bir vizyon belirlenir. TV, sinema, gazetecilik, teknoloji inovasyonları, sosyal girişimler, vakıflar gibi farklı disiplinlerde projeler üreten/gerçekleştiren birisi olarak ülkemiz için gelecek öngörülerin neler?
Aslında bir önceki sorunun sonunda buna bilmeden biraz cevap vermiş oldum. Eğer bizim insanımızın, özellikle de genç nüfusun önü açılırsa bu saydığım alanlarda önüne geçilemez bir şekilde Türkiye bir dünya devi olur. Bir de özellikle 3T’nin birbiriyle alakası yok gibi gözükse de çok ciddi bağlantıları var. Dünya gittikçe teknoloji kullanımında ilerliyor ancak aynı zamanda gittikçe daha organik ve köklerine bağlı bir yaşantıya da dönüyor. Özellikle gençler, dünyayı gezmeye çıktıkları vakit tatillerini sadece dinlenmek olarak değil, öğrenebilecekleri ve sosyal sorumluluk alabilecekleri şekilde değerlendirmeyi tercih etmeye başlıyorlar.
Türkiye doğru bir politikayla yurt dışından yatırımcı beklemeden kendi elindeki değerlerle dünyanın en güçlü ekonomisine sahiden de sahip olabilir. Ancak sanırım bunun için önce kendi iç kavgalarını bırakıp beraber çalışmayı öğrenmesi lazım. Cumhurbaşkanlığı külliyesindeki bir yapımcılar toplantısında bana söz geldiğinde şunu söylemiştim: Evet gittikçe dünyada dizilerimizle güçleniyoruz ama bu bir dalga ve hazır bu dalganın üstündeyken birbirimizi o dalgadan iterek düşürmeye çalışmak yerine, el ele tutuşup vadedilen topraklara ulaşabilirsek bizi bir daha yıkmaları zor olur. Ondan sonra istediğimiz kadar rekabet edebiliriz. Ancak şu anda gördüğüm ne yazık ki Türkiye bir kavgalar cehennemine dönmüş durumda ve bir an önce kendi öz değerlerimize dönmemiz gerek. Yoksa ben de çok eleştirdiğim o karamsarlar kervanına katılmak üzereyim.
Sektörümüzde insan kaynağı niteliği olarak düşüncelerini merak ediyorum. Diğer sektörlerle karşılaştırdığımızda sanki insan kaynağı konusunda sorunlu bir sektör olduğumuzu düşünüyorum. Katılıyor musun bu düşünceme? Üretim biçimlerimizin süreçlerindeki birçok çarpıklık nedeniyle yetenekli insanlar sektörde pek kalıcı olamıyor sanki. Önemli bir sektör profesyoneli olarak bu konular da neler söyleyebilirsin?
Aynen katılıyorum! Daha evvel de söylediğim gibi zaten inişli çıkışlı bir sektörümüz var, yani gerçekten bu işi aşkla yapacak insanlara ihtiyacımız var. Yetenek dediğiniz zaten zor bulunan bir şey. Bize ikisi bir arada gerekirken ekonomik düzensizlikler, sektörün çok kolay yetenek harcayabilme duyarsızlığı, bazılarının köşe başlarını tutup gençlere hiç alan açmaması gibi konulardan dolayı kaliteli insan bulmak gittikçe zorlaşıyor.
Her şeyden önce okullarda ya da bu sektöre girmek isteyenlere bu işin zorlukları çok net anlatılmalı. Gazetelerde gördükleri birkaç yazar, yönetmen veya oyuncunun etkisiyle, sektöre her ayak atanın lüks içinde yaşayacağı gibi bir yanılgı var. Ayrıca anlatılmalı ki o baktıkları da gördükleri hale gelebilmek için çok zorlu süreçler yaşadılar. Yani zor ama başarı elde edilirse de bambaşka bir seviyeye çıkılabilecek bir iş olduğu bilinmeli. Bir de ne yazık ki hiçbir iş beğenmeyen ve mezun olur olmaz en ünlü, en paralı, en havalı olmak isteyen bir kitle var. Bu, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir sektör için var olabilmiş bir durum değil. Elbette istisnalar olabilir ama onlar her zamanki gibi kaideyi bozmazlar. Belki okullarda bunun da eğitimi verilmeli.
Bir de tabi çoktan başarmış olup köşeleri tutmuş olanlar var ki, bunlar ister yönetici ister yaratıcı pozisyonunda olsunlar kendi geçirdikleri zorlukları ya unutuyor ya da o zorluklar yüzünden geldikleri yere biraz fazlaca sahip çıkmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla özellikle de gerçekten yeteneği ile parlayabilecek olanların ilerlemesine isteyerek veya istemeyerek engel olabiliyorlar. Bir de sektöre girmek isteyen çok olduğu için halihazırda girmiş gençlere sahip çıkılacağına, en ufak bir sorunda derhal bir yenisiyle değiştirebileceklerini düşünüyorlar. Bütün bunlar gerçekten sağlam, yaratıcı ve uzun dönemli, kaliteli ve iş bilen insan kaynağı oluşmasına engel olmaya başlıyor.
Yaratıcı Endüstri için küresel ölçekte yeni yeteneklerin keşfedilmesi konusunda özellikle ABD’de Meritokratik bir sisteme dönülmesi son dönemde sıklıkla dile getiriliyor. Meslek örgütleri de çok duyarlılar. Bu konuda sınırlı da olsa öncü girişimleri görmeye başladık. Ülkemizden dışarıya baktığımızda bu konuda ne durumdayız? Yetişen nitelikli insan kaynağını ülkemizde yaratıcı sektörler için gerektiği kadar keşfedebiliyor muyuz? Onlara fırsatlar yaratabiliyor muyuz? Önerilerin neler olabilir?
Zaten aslında net olarak olması gereken bu! Yani insanlar yaptıkları iş konusunda yetenekli, bilgili, gelişmeye açık oldukları için işe alınmalı; birinin tanıdığı, klanı veya akrabası olduğu için değil. Elbette biri yönetici olduğu vakit beraber çalışacağı insanları öncelikle kendi çevresinden seçmek isteyebilir. Ama eğer o çevrede o işe uygun biri yoksa o zaman biraz konfor alanından çıkacak ya da başarısızlığı göze alacak.
Meslek örgütleri bazıları tarafından hiç sevilmez ama doğru çalışan bir meslek örgütünün bu konuda çok önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Örneğin ABD’deki oyuncular sendikası, yazarlar sendikası gibi örgütlenmeler hem üyelerini hem de çalıştıkları sektörü koruyorlar. Türkiye ile ilgili düşündüğüm ise, korkarım gittikçe daha çok nepotizme kayıyor olması. Çünkü sanırım insanlar birbirlerine güvenlerini yitirdiler, onun için de risk alıp konfor alanlarından çıkmıyorlar. Belki bazı iş alanlarında çok sorun olmayabilir ama özellikle yaratıcılığın gerektiği alanlarda böyle çalışmak imkansız. Zira eğer yaratıcı bir işiniz varsa yaratıcı olmak zorundasınız, nokta!
Yaratıcı değil de yönetici olmaya adaysınız da yaratıcılığın ne olduğunu bilmeli ve yaratıcı insanları yönetebilmelisiniz ki bu hepsinden daha zor ve bunu bilmeyen birinin başarması imkansız. Bir de yetenek keşfi bizim sektörün en önemli konularından ve sorunlarından biri. Amerika ve Avrupa’daki menajerlik ajansları yetenek keşfini de en az ellerindeki yeteneklerin yönetilmesi kadar ciddi bir iş olarak ele alıyorlar. Bunu sadece oyuncular için değil yazar, yönetmen, hatta görüntü yönetmeni, kostüm tasarımcısı gibi diğer yaratıcı iş başlıkları için de söylüyorum.
Bizde başarılı menajer daha çok elindeki büyük isimlerle anılıyor, yeni kimleri keşfettiği ile ilgili değil. Yapımcılar, menajerler, yayın mecraları yeni yeteneklere kesinlikle yer açmalı. Bazı kanallar no-name’lere de şans tanımaya başladılar, ama elbette bunun esas nedeni yetenek keşfi değil ekonomik. Olsun, ona da razıyız.
Benim bu konudaki önerim örneğin göz önündeki alanlarda iletişimin gücünü ciddiye alarak yeni stratejiler geliştirmek ve yöneticiler, yapımcılar olarak ajansları yeni yetenekleri keşfedip bizlere getirmeye teşvik etmek. Sektör örgütlerinin bölünerek çoğalması değil birleşerek güçlenmesini sağlamak çok önemli. Bir örgütün, sendikanın, derneğin ya da vakfın işsiz güçsüzlerin buluşma yeri değil, yeni işsizler ve güçsüzler yaratmamak adına bir araya gelmiş güçlü insanların sektörden kazandıklarını sektöre geri verdikleri bir yer olarak tanımlanmasını ve bu doğrultuda işlevsel hale gelmesini sağlamak lazım. Tabi güçlü insanların da bir araya gelince güçlerini sektörü kendi lehlerine şekillendirmek için değil, bu buluşmayı sektörün lehine kullanarak kendilerinin ileride daha da güçlenmesine neden olacak şekilde kurgulamanın ne kadar önemli olduğunu anlayabilmeleri lazım.
Sonradan yapımcılığını üstlendiğin Dondurmam Gaymak filminin seyirci sayısı konusunda eşim ve ortağım Nurcan Güzel ile girdiğim iddiayı kaybeden birisi olarak söyleyebilirim ki dinamik ve sürprizli girişimlerin oluyor. Yakın, orta vadede Elif bize yeni sürprizler yapacak mı?
Bu harika iltifatı minnetle alıp kabul ederken, bir yandan da merak ettim sen kaç seyirci demiştin gişeye ☺ Galiba var, ama eğer başarılı olursam öveyim kendimi izninle ☺
“Filmin yaygınlığı için geliştirdiğin stratejini anlayamamıştım” desem cevap vermiş olurum sanıyorum. Film sonuçta benim gibilerin beklentilerini de çok aşan sayıda seyirciye ulaştı. Bu süreç birçok bağımsız film yapımcısı için hala örnek alınmalı. Evet tam da yeri geldi, sormak isterim. Deneyimlerin ışığında sektöre girmek, var olmak isteyen gençlere neler söyleyebilirsin?
Gerçekten bu sektörde yapacağınız iş her ne ise hem ona hem de sektörün tamamına aşık olmanız gerek. Çünkü aşk bazen kendinizi bile feda etmenize neden olur. Ama buranın avantajı, bu aşk sizi başarılı yaparsa bırakın kendinizi feda etmeyi koskoca bir kendiniz yaratırsınız.
İkincisi, yetenek bir yanı keskin bıçak gibi insanı ikiye bölüp acı bir şekilde yok edecek de bir lütuftur. Yani yeteneğinizi fark edin, bilin, sahip çıkın ama bunun hele de daha adım atar atmaz bir kibir abidesine dönüşmesine izin vermeyin. Çünkü yıllardır bu sektörde çalışanlar ne yetenekler gördüler kibri ile kendini yok eden ve ne yetenekler gördüler mütevazılığıyla tahta çıkan.
Sonuncusu da bilin ki en tepedeki rol modelleriniz de dahil olmak üzere herkes sizin geçtiğiniz yollardan geçti. Ben misal, aylarca çay taşıyıp masa sildim. İşte bu yüzden aşk diyorum, çünkü aşık olunca bunların hiçbiri insana batmaz. Ayrıca bir insana aşık olduğunuzda bunları yapmak elinizi zayıflatmaya aday olabilecekken, aşık olduğunuz işte bunları yapmak sizi gittikçe güçlendirir. Ve hayal kurarken elbette sınır koymayın ama yeteneklerinizin çok dışında da hayaller kurmamaya çalışın. Misal, çok iyi bir yönetmen olamayabilirsiniz ama muhteşem bir set amiri olabilirsiniz. O zaman vaktinizi vasat bir yönetmen olacağınıza muhteşem bir set amiri olmaya adarsanız yenilmez olursunuz!
İyi ki bu soruyu sordum, harika bir yaklaşım ve öneriler. Ülkemizde hangi sektör olursa olsun kadın olmanın dezavantajları olduğundan söz edilir ve genel kabul görür bu düşünce. Kariyerin boyunca kadın olmanın dezavantajlarını yaşadın mı? Yaşadıysan engelleri nasıl aştın ya da aşabildin mi?
Ne yazık ki bu çok doğru ve sadece ülkemize ait bir sorun değil. Yıllar önce Dondurmam Gaymak Oscar aday adayı olduğunda Los Angeles’ta bir önceki senenin en iyi film Oscar’ını almış yapımcıyla buluştum. Yapımcı bir kadındı ve bizi buluşturanlar üç erkek. Ben kadına bir soru soruyorum, sorumu ciddiye almadan lafa giriyorlar. Kadın beni ciddiye alıp cevap veriyor, hiç durmadan onun üzerine konuşuyorlar. Bir ara dayanamayıp dedim ki, “Arkadaşlar sussanız da bizzat Oscar almış insandan mı dinlesek acaba?” Kadın içini çekip bana, “Hiç üzülmeyin o kadar alışığım ki dinlenmemeye çünkü kadınım” dedi ve ben o kadar şaşırdım ki anlatamam. “Burada bile mi?” dedim. “Emin olun birçok ülkeden daha fazla hem de” dedi.
Peki ben nasıl mı başa çıktım? Belki de kadın olduğumu unutarak. Ben unutunca onlar da unuttular galiba. Bir de duymazdan, görmezden gelerek, hatta bazen saf’a yatarak. Zaman zaman da sırf işleri hızlandırmak ya da garantiye almak için yanıma bir erkek alıp, onu söyleyecekleri konusunda eğitip toplantılara öyle gittiğimi bilirim. Şimdi dönüp bakıyorum da iyi ki işte kadın olduğumu unuturken hayatta kadınlığımı unutmamışım! Bazıları ona da mecbur kalıyor zira.
Evet söyleşilerimde son soru hep aynı “En son izlediğin film, okuduğun kitap ve dinlediğin müzik albümü/sanatçı hangileri?
En son izlediğim film: Bir nedenle yıllar önce seyredip çok sevdiğim Time Traveller’s Wife’ı tekrar seyrettim.
En son okuduğum kitap: Salkım Sokak No 3, İclal Aydın ve Gizli İlimler Hazinesi, Ömer Faruk İspir. (Genellikle eşzamanlı okuyorum)