Sosyal medyada ücretsiz fotoğraf ve video paylaşım uygulaması olan Instagram’a katalog suçlarına uyulmadığı gerekçesi ile erişim engeli getirildi. Gerekçenin doğruluğu tartışması bir yana, kendini ifade yollarından biri olan uygulamaya konulan bu engel, erken yaşta aramızdan ayrılan Prof. Dr. Türkel Minibaş’tan yıllar evveli duyduğum “Türk Milleti söylemez, söylenir” sözünü aklıma getirdi.
Prof. Dr. Türkel Minibaş’ın saptaması ne kadar doğruydu; şimdi bir kez daha anlamlı geldi. Zira, bakmak ve görmek gibi söylemek ve söylenmek arasında da dağlar kadar fark var.
Söylemenin hukuki karşılığı demokrasinin olmazsa olmazı, öznesi herkes olan düşünce özgürlüğünün yansıması, haliyle ifade özgürlüğüdür. Düşünceyi açıklama, yayma özgürlüğünü de içeren bu özgürlük toplanma özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü ile yakından ilişkilidir. Siyaset tarihinin temel taşlarından olan ifade özgürlüğü Birleşmiş Milletler tarafından, İkinci Dünya Savaşından sonra ilan edilen 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, bireylerin veya toplulukların fikir ve görüşlerini sansür, yasal yaptırım veya tehdit korkusu olmaksızın ifade etme hakkı olarak tanımlanır.
Türkiye, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünde olumlu oy kullanmış ve 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de metin yayınlanmıştı. Prof. Dr. Rona Aybay’ın ifadesiyle, bir istisna teşkil eden bu yayınlanma; bildirideki hak ve özgürlüklerin tanıtılıp yaygınlaştırılma ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygının geliştirilme çabasını ifade etmektedir. Nitekim 1961 Anayasasında beyannamenin etkisi çok açıktır. Bu hak ülkemizin imzaladığı ve yürürlüğe koyduğu tüm insan hakları sözleşmelerinde temel insan hakkı olarak kabul edilmiş ve korunmuştur. Yürürlükteki 1982 Anayasasında ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti ve düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kenar başlıkları ile 24. -26. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelerde herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamayacağı ve suçlanamayacağı anayasal olarak tanınmış ve korunmuştur. Ancak 26. madde ile bu özgürlüğün kullanılmasında kanun koyucu ve idareye geniş bir sınırlayıcı düzenleme yetkisi de verilmiştir.
Bu hakkın koruduğu menfaat, çocukluk dönemini anlamak ve çocukluğunu şifalandırmak isteyen herkesin okuması elzem görünen Alice Miller’ın Yetenekli Çocuğun Dramı kitabında çok iyi biçimde ifade edilir. Varoluşunun ilk anından başlayarak, “o sıradaki hali ile ve olduğu gibi” kabul edilip ciddiye alınmak çocuğun doğuştan gelen temel ihtiyacıdır. Çocukluk döneminde bile en temel olan bu ihtiyaç karşılanmazsa ne olur? Gelişim psikologlarına göre kendi olamayan ve kendini ifade edemeyen herkes öfkelidir. Bu öfkenin bedene ve topluma yansıma biçimleri kişiden kişiye değişir. Louise L. Hay, Tüm Hastalıkların Zihinsel Nedenleri adlı kitabında şişmanlığın olası nedeni olarak; genellikle korkuyu simgelediğini, kişinin korunma gereksinimi içinde olduğunu ve korkunun bastırılmış öfkenin yerini aldığını ifade eder.
“Söylenme” ise, düşüncelerini sağlıklı ve hukuki biçimde ifade yollarının kapalı olduğunu, söylemenin sonuçlarına katlanılmak istenmediğini, “cesareti olan birileri söylesin biz de faydalanalım” anlayışını ifade edebilir. Ülke tarihimiz açısından baktığımızda da, mevcut düzene karşı çıkan ve şiirleri, ezgileri bu günlere gelen halk ozanları, içinde bulunduğu ve haklarını ifade ettiği toplulukları içinde bile korunmamış dağa çıkmak zorunda bırakılmış. Bu gerçeklik “(D)oğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar(.)”, “(S)ürüden ayrılanı kurt kapar(.)” sözleriyle benimsenmiş ve doğrulanmış. Buna rağmen, Dünya tarihinde olduğu gibi bizde de; biz ve bizim için diyen, kendine göre olsa da daha mutlu bir ülke ve yaşam uğruna kendi hayatlarını feda etmeyi göze alan gençler, düşün insanları dışlanmış, hapsedilmiş, işkencelere maruz kalmış, hayatları sona erdirilmiş, ben ve hep bana diyenlere ise susulmuş, göz yumulmuş. Halis Çetin’in Türk Toplum Sözleşmesi başlıklı kitabında da bahsettiği gibi “(A)kıllı / uslu insan iyidir” bir kültüre dönüşerek nesilden nesile aktarılmıştır.
İçine doğduğu aile ortamından başlayarak, kendini özgürce ifade etmesi genel kültüründe olmayan bir toplumda, karar alıcıları ve uygulayıcıların bu hakkı anlama, benimseme ve uygulama zorluğu çekebileceği kabul edilmese de anlaşılabilir. Ancak devletin varlık amacı ve kamu/toplum gücü ile yetkilendirilmiş insanların ödevi toplum üyelerinin mutluluğunu sağlamaksa, merak edilecek olan şudur: İnsanın temel ihtiyacı ve temel özgürlük haklarından biri olan kendini korkusuzca ifade etme hakkının ölçüsüzce sınırlandırılması ve engellenmesi kime ne fayda sağlıyor olabilir?