Başlığa bakıp da yeni bir Paul Simon albümü yayınlandığını ve caz yapmaya başladığını sanmayın. Yaşıtlarının çoğu ilerleyen yaşlarında Amerikan Şarkı Kitabı’nın mücevherlerini yorumlamışsa da Simon bu yola meyil etmedi (kim bilir belki de henüz etmedi) ve hala kendi şarkılarını çalıp söylüyor.
Hayranlarının başka türlüsünü beklediğini de sanmam çünkü Simon külliyatı, haddi zatında, popüler müziğin en seçkin şarkılarının büyükçe bölümünü oluşturuyor; karşı kültürün marşları haline gelen The Sound of Silence, Mrs. Robinson, America ya da The Boxer başta olmak üzere çoğu şarkısı Amerikan Şarkı Kitabı’ndaki yerini çoktan almış durumda.
Simon, şarkılarında tipik rock‘n roll ritminin dışında o denli farklı ritmik desenler kullanan bir müzisyen ki Dünya Müziği olarak bilinen türün de öncülerinden sayılabilir. Mother and Child Reunion şarkısını 1972’de yayınladığında dünya Jamaika’nın reggae ritmi ile tanıştı. Zamanında ülkemizde de çok sevilen Graceland albümü (1986), Güney Afrika tınılarını ve ritmik zenginliğini sunuyordu. Albümlerinde caz müzisyenlerinden faydalanmasına ve Afrika’nın poliritmik ses zenginliğini sıkça kullanmış olmasına rağmen aynı kökten dallanan caz türünde bir albüm yayınlamadı.
Paul Simon caza bulaşıyor
Bu demek değil ki, Paul Simon caza hiç bulaşmadı. Albümlerinde çalan caz müzisyenlerinin müzikal şahsiyeti, haliyle, birçok şarkısının cazımsı tınlamasına vesile oldu. En güzel örneklerden birisi, aynı adlı albümünün giriş parçası Still Crazy After All These Years (1975), Michael Brecker‘ın kısa ama tutkulu tenor solosuyla çoğu smooth caz parçasından daha fazla caz hissi veriyor. Bu albüm aynı zamanda ikonik caz davulcusu Steve Gadd ile işbirliğinin de başlangıcı.
Paul Simon, There Goes Rhymin’ Simon (1973) albümünde, Allen Toussaint ve Quincy Jones gibi büyük orkestra aranjörlerini, Richard Davis, Ron Carter, Bob Cranshaw gibi caz basçılarının katkısını aldı.
One-Trick Pony (1980) çok daha fazla cazcının katkısıyla kaydedildi. Hit şarkılar olamadılarsa da, Oh, Marion, John Faddis‘in trompetinin, Stranded in a Limousine, Michael ve Randy Brecker kardeşlerin nefeslilerinin katkısıyla enfes tınlayan, hem icra hem de düzenleme açısından mükemmel denebilecek sunuma sahip şarkılar.
Graceland’in incisi ve bana kalırsa pop müzikte yapılmış en keyifli şarkılarından biri olan You Can Call Me Al, (bariton saksofonda Ronnie Cuber, trombonda Dave Bargeron ve Kim Allan Cissel, trompette Earl Gardner, Randy Brecker, Jon Faddis, Alan Rubin, Lew Soloff olmak üzere) birinci sınıf caz müzisyenlerinden kurulu nefesliler bölümünün nakarattaki enfes pasajları olmasaydı bu denli kalıcı olur muydu, bilmem.
“Eskiler alıyorum, alıp yıldız yapıyorum”
Paul Simon’ın albümlerinde caz müzisyenlerini kullanmasının örneği çok; yazıyı hedefinden saptıracağı için hepsini saymayacağım ama zamanında dikkati çekmediğini düşündüğü şarkılarını yeniden yorumladığı In the Blue Light‘a (2018) caz müzisyenlerinin yaptığı katkıyı anmamak haksızlık olur.
How the Heart Approaches What It Yearns, Sullivan Fortner‘ın piyanosundan serilen armoni zenginliğinin önünde Wynton Marsalis‘in sürdinli trompet solosu ve vokale eşliği parçayı caz yapmıyor olabilir ancak bu icra, caz müzisyenlerinin (zanaatlerinin gereği olarak) özgün şahsiyete sahip olmalarının bir şarkıyı ne denli güzelleştirdiğinin güzel örneği.
Keza One Man’s Ceiling Is Another Man’s Floor, Joel Wenhardt‘ın piyano solosu ve trompetçi C.J. Camerieri ile saksofoncu Andy Snitzer‘ın nefes(li)lerinden yayılan New Orleans cazı ile albümün bir başka zirvesi.
The Teacher‘da Walter Blanding, ortada ve sonra iki mükemmel soprano solosu çalıyor; Pigs, Sheep And Wolves icrası ise, dinleyiciyi düpedüz geçtiğimiz yüzyılın başına götürüyor, Wynton Marsalis ve Lincoln Caz Orkestrası‘nın müthiş müzisyenleri şarkıya Chicago cazı aşısı yapıyor.
Some Folks’ Lives Roll Easy şarkısında ise Paul Simon, daha önce hiç yapmadığı üzere kendisini tümüyle caz müzisyenlerine teslim ediyor. Sullivan Fortner (piyano), John Patitucci (bas) ve Jack DeJohnette (davul) üçlüsünün pürüzsüz eşliği ve benzersiz saksofoncu Joe Lovano‘nın solosu, Simon’ın ilk yayımından 40 küsür yıl sonra bu şarkıya tekrar el atmasının çok yerinde bir karar olduğunu kanıtlar güzellikte.
Karın tokluğuna caz
Kimseler okumaz uzun yazıları, demiştim, uzatmayacağım diye söz vermiştim kendime ama olmuyor; bu yazar sevdiklerinden bahsetmeye başlayınca çenesi düşüyor. Aslında size caz müzisyenlerinin Paul Simon şarkılarına getirdiği yorumlardan bahsedecektim. Olmadı, ikinci bir yazıya kaldı ancak burada yazdıklarımı da bir yere vardırayım.
Caz müzisyenlerinin yaptığı müziğe caz denir, şeklinde bir tarif var. Yanlış olmasa da doğru da değil. Bir parçayı caz yapan icra edilme şeklidir. Neyin caz olduğu ayrı bir konu, izah etmek de neredeyse mümkün değil lakin Paul Simon’ın caz yapıp yapmadığının, müziğinin caz olup olmadığının tartışılması abesle iştigal olur.
Müziğin yıldız isimleri, sınırsıza yakın bütçeyle, stüdyo olanaklarıyla ve kendilerine tanınan sanatsal özgürlükle hareket edip her zaman iyi müzisyenlerle çalışıyorlar. Dünyada, özellikle pop müzik aleminde, hiç sahne almayan, bir gruba üye olmayan ve isimleri müzik tutkunları hariç kimseler tarafından bilinmeyen sayısız stüdyo müzisyeni var ve işe giriştiklerinde lider sanatçıya mükemmel katkı veriyorlar. Ancak Paul Simon örneğinde (ki bu seriyi devam ettirebilirsem Sting, Tom Waits ve diğerlerinde) olduğu üzere, caz müzisyenleri, hızlı karar verebilme alışkanlıkları, çok sık çalıyor olmaları ve en önemlisi caz müziğinin doğasının müzisyenden kendine özgü bir ses (timbre) talep ediyor olmasından ötürü, fırsat bulduklarında pop müziğe şahsiyet katıyorlar.
Anmadan geçmemeli, caz müzisyenlerinin karnı da, aslını sorarsanız, böyle doyuyor. Yoksa caz ve müzik aleminin kurallarını belirleyen köpekbalıklarının ticari hırsları göz önüne alındığında, bir kaç istisna hariç, üç kuruşa çalıyorlar. Şu söyleyeceğim ayrı bir yazı konusu belki ancak son dönemde, özellikle gençlerin cazı diğer türlerle kaynaştırma çabasının altında bu olgunun yattığını tahmin etmek zor değil; güzel yaşamak istiyorlar ve bu onların da hakkı.
Kariyerinin başında sayısız pop albümünde seans müzisyenliği yaptıktan sonra kendisini caza adayan Michael Brecker, kendi çapında şöhretinin doruklarında iken 1991’de Paul Simon’dan gelen dünya turnesi teklifini kabul etmesinin temel nedeninin maddiyat olduğunu söylüyordu. Hayatın normal akışı içinde asla gidemeyeceği yerlere gitmek, oralarda sahne almak, tüm bunları konforlu koşullarda yapmak, Nelson Mandela gibi kahramanlarıyla tanışmak da cabası. Öyle ki iki yılın sonunda kazandığı para güzel bir ev alabilmesine yetmenin de ötesinde, bu sayede son yıllarını maddi açıdan sorunsuz geçirebildi.
Bizden de bir örnek var; Kenan Doğulu bir süredir caz müzisyenleriyle çalışıyor. Hatta sinyalleri doğru anladıysam hep birlikte Abbey Road’da bir albüm de kaydettiler ama bu da başka bir yazının konusu olsun.
Hülasa, pop ve rock yıldızlarının caz müzisyenlerine gruplarında yer vermesi her iki taraf için de güzel sonuç doğuruyor.
Burada keseyim. Yazının ikinci bölümünde, iyisiyle kötüsüyle Paul Simon şarkılarının caz yorumlarını anlatacağım.
Kıssadan hisse de şöyle olsun: müzik tutkunuysanız kendinizi Paul Simon’dan uzak tutmayın. Çok az şarkı sözü şiirdir ve Simon, şair kumaşına sahiptir.
Turgay Yalçın’ın bu yazısı ilk olarak Dark Blue Notes internet sitesinde yayımlanmıştır.
Turgay Yalçın’ın Dark Blue Notes’daki tüm yazılarına erişmek için tıklayınız