“Stiller farklı olabilir, önemli olan bu farklı stilleri bütünlüklü ve iyi şekilde ortaya koymak” diyen Serkan Özyılmaz, Bach ve Mozart gibi klasik dönemin büyük ustalarından, Oscar Peterson ve Cecil Taylor gibi efsanelere uzanan müzikal keşif yolculuğunda kendi özgün tarzını oluşturmuş.
Bir dönem TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nda şeflik yapan Özyılmaz bu deneyimin Big Band müziğini içselleştirmesinde önemli katkı sağladığını söylüyor. Bugüne kadar birçok projede yer alarak önemli isimlerle stüdyoya giren Özyılmaz kendi albümü için de “albüm için yazdığım müzikler kafamda bir yerlere oturuyor. Muhtemelen çok da uzun olmayan bir süre içinde stüdyoya girebiliriz” diyerek sevenlerine müjdeyi veriyor. Serkan Özyılmaz ile sıra dışı müzikal yolculuğunu ve “oldukça” genç yaşlarda başlayan müzik tutkusunu enine boyuna konuştuk.
Müziğe ve piyanoya ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Yaklaşık 1 yaşlarında evde müzik çaldığında elimle doğru bir şekilde tempo tuttuğumu fark etmiş annem ve anneannem. Kısa bir süre sonra da küçük bir pikap alınmış 45’lik çalan. Ben sürekli o plakları çalmaya başlamışım. Daha sonra 33’luk plak çalan bir pikap alınmış. Tabii ki sürekli onun başındaymışım. 5 yaşında Akbank Çocuk Korosu’na başladım. Koro şefinden melodika dersleri alıyordum. İlkokul başladığında yine aynı öğretmenle keman dersleri 5’inci sınıfa kadar devam etti. İlkokul sonrası Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano Bölümü’nü kazandım. Tabii ki bu süreç müziğe olan ilgimi arttırmış olmalı. Akbank Çocuk Korosu’nda Piyanoyu gördüğümü ve çok hoşlandığımı hatırlıyorum.
Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki müzik eğitiminizin kariyerinize nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz? Ayrıca müzikal tarzınızı oluştururken sizi en çok besleyen müzisyenler kimler oldu ve onlardan nasıl ilham aldınız?
Konservatuarda uzun, müzik dolu eğitim benim için çok zevkliydi. İlk senelerde Bach, Mozart, Beethoven, Chopin, Liszt gibi kompozitörlerin yanında; Shostakovich, Rahmaninov gibi 20’nci yüzyıl kompozitörlerini de dinliyordum. Özellikle Shostakovich’in politonal yapısının beni etkilediğini hatırlıyorum. Diğer yandan Oscar Peterson, Cecil Taylor gibi piyanistleri de dinliyordum. Bazı caz notaları bulup onları deşifre ediyordum. Doğaçlama çalmaya hemen ilk yıllarda başlamıştım. Liseye geçtiğimde, Kompozisyon Bölümünde Ercivan Saydam’dan armoni, kontrpuan, fug stillerini öğrendim. Ama aklım bir yandan 20’nci yüzyıl müziklerindeydi. Bartok, Ligeti, Messiaen, Saygun gibi bestecileri daha yakından inceliyordum. Lisansta İlhan Usmanbaş, Hasan Uçarsu ile kompozisyon, orkestrasyon çalışma fırsatım oldu. Pop, rock gibi stilleri de takip ediyordum. Orkestra müziklerine daha fazla yoğunlaştım. Aynı zamanda Ali Perret’le caz derslerine başladım. Aydın Esen’le bir araya geldik. Caz ve doğaçlamada Bill Evans, Herbie Hancock, Kenny Kirkland, Chick Corea, Aydın Esen gibi farklı stillere sahip müzisyenleri analiz ediyordum. Diğer yandan kulüplerde farklı stiller içinde doğaçlama çalmaya başlamıştım. Aydın Esen’in bakış açısı birçok arkadaşım gibi beni de etkiledi.
Duyduğum şey sadece caz değil, benim oluşturmak istediğim yeni müziğin doğaçlama haliydi ve aldığım eğitim bunu yapmama izin veriyordu. Dolayısıyla sadece caz stilini değil, Bach’tan günümüze önem verdiğim kompozitörlerin stillerini de doğaçlama dünyama katmaya başladım. Bütün bu farklı stillerin küçük yaştan itibaren benimle birlikte olmasının, beni müzikal olarak oldukça zenginlestirdiğini ve bunun konservatuardaki eğitime verdiğim önem sonucunda oluştuğunu düşünüyorum. Özellikle Bach, Brahms, Scriabin, Prokofiev, Ravel, Berg, Bartok, Ligeti ve daha birçok kompozitörden etkilendiğimi söyleyebilirim. Bu kompozitörlerin içinde Ligeti benim için ayrı bir yere sahip.
Dinleyici sizi zarif, müzikal ifadesinde usta ve derinliği olan bir piyanist olarak nitelendiriyor. Müzikal kimliğinizi oluştururken kendinize özgü bir yaklaşım benimsediğinizi düşünüyor musunuz?
Kaba üsluplar çocukluğumdan beri bana itici gelmiştir. Örneğin Liszt’in bir etüdü özensiz bir piyanistin ellerinde ve yanlış pedal kullanımıyla anti müzikal hale rahatlıkla gelebilir. Erken yaşlarda bu sonorite farklılıklarını ve müziğin diğer öğelerindeki farklılıkları algılamaya başladım. Şüphesiz daha içine kapalı, zaman zaman depresif yapımın müzikal kimliğime etkisinin oldukça belirleyici olduğunu söyleyebilirim. Yine ilgilendiğim şeylerin üzerinde durmayı, derinlemesine incelemeyi severim. Daha önce bahsettiğim gibi etkilendiğim kompozitörler ve ruhsal yapım, doğal olarak müzikal kimliğimi belirlemiş olmalı. Aslında küçük yaşlardan itibaren etkilendiğim Shostakovich, Prokofiev daha sonraları Ligeti gibi kompozitörlerin depresif yapılarına uyum sağladığımı düşünüyorum.
Müzik, insan duygularını ifade etmenin en etkili yollarından biri olarak kabul edilirken her müzisyenin müzik yapma nedenleri ve müzikal hikayesi farklılık gösteriyor. Sizin müzikal kariyerinizde belirgin bir tema veya duygu örgüsü var mı?
Benim için müzik çok küçük yaşlardan itibaren kendimi bulduğum, her zaman orada iyi hissettiğim ve yaşamımın doğal bir parçası olduğu için bütün bu duygu durumlarımın müziğe yansıması olağan sanırım. Ancak genel bir tema olarak ifade etmek gerekirse çok da mutlu bir bakış açımın olmadığını söylemek yanlış olmaz.
TRT İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’nda şeflik yaptığınızı biliyorum. Hatta 2022’de bu konserlerden birini canlı dinleme şansı bulmuştum. Bu deneyim, müzikal vizyonunuzu nasıl etkiliyor?
TRT İstanbul Radyosuna gitmeye 1999 yılında başladım. O senelerde orkestrada emeklilikler başlamıştı. Ancak maalesef emekli olan büyüklerimizin yerine senelerce kadrolar gelmedi. 2015 yılında önemli ölçüde kadro verildi. Ama orkestraya dışarıdan gelen müzisyenlilkleri üst düzeyde olan 4 arkadaşımız hala kadrosuz. Dolayısıyla orkestranın kapasitesini ileri seviyeye taşımak bu şartlarda çok kolay değil. Benim şefliğim döneminde İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosunda her ay solistli konserler yapıyorduk. İyi konserler olduğunu düşünüyorum. Aklımda daha modern belki pek örneği bulunmayan müzikal oluşumlar da vardı. Ancak bunlar ortak bir bakış açısıyla mümkün. Diğer taraftan Big Band müziğini içselleştirmem için bana oldukça katkı sağladığını söyleyebilirim. Caz dünyasının önemli müzisyenlerinin müziklerini yıllarca seslendirme şansımız oldu. Şefliği bazı sebeplerden dolayı Cem Tuncer’e devrettim. O da şu anda bu görevi başarıyla yürütüyor.
Tamer Temel, Cengiz Baysal’ın Baby Steps, Okan Ersan, KÖFN gibi isimlerin albümlerine eşlik ettiniz. Çok çeşitli müzisyenlerle farklı albümlerde çalışmak müzik tavrınıza ve tarzınıza neler kattı?
İlkokulda yabancı pop starların müziklerini dinliyordum. Daha sonraları da farklı türleri takip ettim. Cengiz Baysal’ın ilk albümü Yıldızların Üstünde’yi kaydettiğimizde 2000’lerin başlarıydı. Daha önce Pasaporte Latino isimli grupta birlikte çalıyorduk. Baysal, ABD’den yaz aylarında geliyordu. Bu grupla Latin dünyasının iyi müziklerini iyi atmosferlerde keyifle çalıyorduk. Okan ile onun fusion tarzına uyum sağladığımı düşünüyorum. Tamer Temel’le çok iyi uyum sağladığımızı söyleyebilirim. Onun yeni müziklere bakış açısı mümkün olduğunca derinleşmek isteği uzun yıllar aramızdaki müzikaliteyi pekiştirdi. Aslında iyi müzik varsa ben genellikle oralarda olurum. Stilleri farklı olabilir, önemli olan bu farklı stilleri bütünlüklü ve iyi şekilde ortaya koymaktır. Bu farklılıkların müzikalitemi zenginleştirdiğini söyleyebilirim.
Bu isimlerle çalışırken unutamadığınız bir anınız var mı? Bir müzisyen olarak müzikal anlamda başınıza ne gelmesinden çekinirsiniz? Sahnede nasıl bir deneyim yaşamak sizi korkutur?
Beni içinde bulunmak istemediğim, ne çalacağımı tasarlayamadığım, ne olduğu, stili belli olmayan müzikler içinde bulunmak korkutur. Böyle deneyimler az da olsa yaşadım. Tabii ki bir müzisyenin en çok çekindiği şeylerden birisi de sahnede müziği unutmak. Orkestranın bocalaması olabiliyor. Ama bu çekincelerin ya da korkuların yıllarca süren deneyimlerle geri planda kaldığını söylemek doğru olur. Yine de özellikle orkestra gibi daha büyük oluşumlarda işlerin yolunda gitmeme ihtimali çalınan müziğin yapısına göre bir kaygı yaratabilir.
Caz piyanisti olarak absürd kaçtığını düşündüğünüz bir playlistiniz ya da takıntı haline getirdiğiniz müzik türü var mı?
Öyle bir playlistim yok. (gülüyor) Yani çocukluğumdan beri pop, rock, latin tarzında severek dinlediğim birçok müzik var. Ama hayatımda düzenli bir şekilde bu müzikleri dinlediğimi söyleyemem. İlgimi çeken bir yapı çıkarsa karşıma dinlerim. Ya da arada aklıma eskilerden gelen müzikler olabiliyor. Zaman zaman onlara bakıyorum. Örneğin geçenlerde karşıma Sergio Mendes’in Never Gonna Let You Go şarkısı çıktı. Sürekli modülasyonlar olan bir popüler müzik. Hemen armonik yapısını inceleme ihtiyacı hissettim.
Kendi solo albümünüzü henüz çıkarmadınız. Bunu şimdiye kadar yapmıyor olmanızın özel bir sebebi var mı?
Evet, aslında Ozan Musluoglu’nun My Best Friends Are Pianists albümünde Dipteki Işıltı isimli bir parçam ve TRT’de solo kayıtlarım var. Bu kadar farklı stilleri içselleştirmek, biraz kafa karışıklığı yaratmış olabilir diye düşünüyorum. Ama albüm için yazdığım müzikler kafamda bir yerlere oturuyor. Muhtemelen çok da uzun olmayan bir süre içinde stüdyoya girebiliriz.
Big Band’le hedeflerimizi yakalayabileceğimiz oluşumların olmasını isterim. Trio albümü dışında özgün doğaçlama solo ve modern kompozitörlerin kayıtları var.