Edebiyat dünyamızın gündeminde çok uzun zamandır Maksim Gorki yok. Oysa bir zamanlar, 12 Eylül denen kâbus ülkenin üzerine çökmeden önce edebiyatla ilgilenmeye başlayan her gencin pusulasıydı Gorki’nin kitapları. Elbette Ana başta olmak üzere, Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim üçlemesini okumayana, hiçbir şey okumamış gözüyle bakılırdı.
Yoksulluğun, isyanın ve devrimin içinden gelen, son derece gösterişsiz ve bu yüzden herkese ulaşan bir sesti Gorki. Kendini sıradan insanlardan ayırmak, seçkinler kastına dahil olmak şöyle dursun; bir yazarın sıradanlaştığı, sadeleşebildiği ölçüde büyük bir yazar olacağını söylüyordu. İnandığı gibi de yaptı. Hayatını “acı” anlamına gelen “Gorki” adını aldığı güne kadar nasıl yaşadıysa, kitapları Rusya’nın her yerinde okunmaya başladıktan sonra da öyle yaşadı, öyle yazdı.
1906’da yazdığı Ana romanında 1905 Devrimi’nde Rusya’da yoksulların hayatını ve nasıl devrimci dönüşüme katıldıklarını yazar. Ana Pelage, kendisini sürekli döven işçi kocasının ölümünden sonra oğlu Pavel’le birlikte adım adım devrimci mücadeleye sarılır. Pavel ve arkadaşlarının konuşmalarını, bildirilerini merakla izleyen Pelage, giderek farklı bir bakış açısı edinir ve 1905 Devrimi’nden önce işçileri çarın despotizmine başkaldırmak için ayaklanmaya çağıran devrimcilere katılır. İşçi ve köylülere gizli bildiriler dağıtır, hapse düşen oğlunun ve arkadaşlarının peşine düşer, sürgün cezası alan oğlunun mahkeme savunmasını dağıtmak üzere harekete geçerken öldürülür.
1905 Devrimi günlerini son derece canlı ve gerçekçi bir hikayeyle anlatan ve 1906’dan bu yana milyonlarca kez yeniden basılan Ana’yı bir kere daha okuyalım; belki de o “zamanların ruhu”nu hatırlamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
22 Ocak 1905: Rus Devrimi
19. yüzyıl Çarlık Rusya’sında toprak köleliğine dayanan tarımsal yapının yanı sıra 1900’lerde başlayan ekonomik bunalım ve 1904’te başlayan Rus-Japon savaşının getirdiği yokluk koşulları yoksul kitlelerin hayatını dayanılmaz hale getirir. İşyerleri kapatılır, binlerce işçi işten atılır ve elbette ücretler iyice düşer. İşçi sınıfının çoğu ekonomik taleplere dayanan grevleri, Marksist/sosyalist gazetelerin etrafında toplanan grupların çalışmasıyla siyasal nitelikler kazanmaya başlar. Başında Lenin’in olduğu Iskra (Kıvılcım) da bunlardan biridir. Iskra, birbirinden ayrı duran, dağınık sol ve sosyal demokrat grupları bir araya getirir ve 1903’te ikinci parti kongresini toplar. Kongre sonunda kurulan Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde iki ana eğilim ortaya çıkar: Bolşevikler ve Menşevikler. Menşevikler, işçi sınıfının önderliğine inanmaz ve militan bir parti yerine liberal burjuvazi ile uzlaşacak bir siyasi partiden yanadırlar. Bolşevikler, partinin bölünmesini önlemek için üçüncü kongreyi toplarlar.
Kanlı Pazar
1905 yılında, eski Rus takvimine göre 9 Ocak, yeni takvime göre 22 Ocak’ta Petersburg’da işçiler Çar II. Nikolay’a bir dilekçe sunmak üzere Kışlık Saray’a doğru barışçıl bir yürüyüş yaparlar. Yaklaşık yüz bin işçi, Papaz Gapon adında bir ajanın öncülüğünde yürürler. Talepleri, 8 saatlik iş günü, fazla mesainin kaldırılması ve daha adil bir ücrettir. Çar’ın askerleri yüz bin işçinin üzerine ateş açar ve 1000’den fazla insan oracıkta öldürülür. Çarlık, bir yıl önce, 1904’te Bakü’de Bolşeviklerin örgütlediği bir grevin sağladığı başarıdan güçlenip Rusya’nın her yanında ayağa kalkan işçi eylemliliğinden korkmuştur. Bu korku, her iktidarın yaptığı gibi çarlığın da, eylemlerin içine ajan sokma ve bu yolla rotasını sisteme doğru çevirme taktiğine başvurmasına neden olur. Gapon adlı papaz, Rus Fabrika İşçileri adında bir örgüt kurarak işçi sınıfının devrimci taleplerini reformize etmekle görevlendirilir. Papaz Gapon, işçi eylemliliğini Çar’a güç kazandıracak bir eyleme dönüştürmek üzere, II. Nikolay’a bir mektup gönderir. Mektupta, ezilenlerin tarihinde artık ezberlenmiş olan bir ikinci taktik yer alır; her şeyden Çar’ın çevresi sorumlu, ona olayları doğru aktarmıyorlar!
Plana göre Çar, halkın karşısına çıkacak ve dilekçeleri kabul edecek, böylece ne kadar işçi dostu olduğunu gösterecek ve eylemler yatışacaktır. Ama o anda sarayın içinde her ne olduysa ve ne konuşulduysa, Çar, Gapon’u yarı yolda bırakır! Askerler kalabalığın üzerine aniden ateş açar, 1000 kişi ölür, 2000 kişi yaralanır. Olay tarihe Kanlı Pazar adıyla yazılır. Çarlık ise, gerek bu katliamın gerekse ardından yaşanan gösterilerde (en büyüğü 1 Mayıs’tı) insanların üzerine ateş açtırmanın bedelini ağır öder. Bütün ülkede yüz binlerce işçi greve gidip sokaklara dökülür, Çar Duma’yı toplamak zorunda kalır ve 1905 Devrimi’ne giden süreç başlar.
1 Mayıs gösterilerinde ölen yüzlerce insanın ardından Varşova’da genel grev ilan edilir ve işçiler/ devrimciler sokaklarda barikat kurarak polisle çatışmaya girerler. Üç gün süren çatışma, çarlık sistemiyle yapılan ilk savaştır.
Direniş bir süre sonra köylere yayılır. Kırsal bölgelerde toprak köleleri büyük çiftlikleri ateşe verirler, toprağa el koyarak efendileri kovarlar. Tıpkı kentlerde işçilere yapıldığı gibi köylülere de ateşle karşılık verilir ancak direniş yayılmaya ve güçlenmeye devam eder.
Potemkin İsyanı
Çarlık, 1904’te girdiği Rus-Japon savaşıyla milliyetçi atmosferi güçlendirmeyi ve devrimci kalkışmayı boğmak istemiştir ama tam tersi bir sonuca yol açmıştır. Yenilgi sonrasında askerler arasında da hoşnutsuzluk baş gösterir ve 1905 Haziran’ında Karadeniz donanmasına ait olan Potemkin zırhlısında ayaklanma çıkar. Deniz erleri, subaylara isyan ederler; onların kurşuna dizilmesi emrini dinlemeyen tayfa da isyancı erlere katılınca, ayaklanma büyür ve subaylar denize atılır, gemiye devrimci komite el koyar. Komitenin kararıyla gemi bir işçi kenti olan Odessa’ya demirler. Gemi Odessa’da coşkuyla karşılanır. Ancak çarlığın askerleri 3 Temmuz’da kente 50 bin kişilik bir askeri kuvvet gönderir ve halkın üzerine ateş açarak büyük bir katliam yapar. Potemkin İsyanı 6 bin kişinin katledilmesiyle sonuçlanır ama tarihe unutulmaz bir direniş destanı olarak geçer, sinema tarihinin unutulmaz filmi Potemkin, Ayzenştayn tarafından insanlığın belleğine armağan edilir.
İlk özörgüt: Sovyetler
İşçi ve köylülerin kitleler halinde katıldığı toplumsal kalkışma, devrimin kontrolünü kaçırmaktan korkan liberal burjuvaziyi Çar’la anlaşmaya iter. Çar’ı bazı reformlar yapmaya ikna etmek üzere toprak beyleri ile ittifak kurmaya çalışır. Çar, temsili bir meclis toplamayı kabul eder, Menşevikler burada yer almayı kabul ederken, Bolşevikler “halk meclisi karikatürü” olduğunu ilan ettikleri Duma’ya katılmayı reddederler.
Lenin, Marksist tarih anlayışının öngördüğü gibi Fransız İhtilali ile başlayıp bütün Avrupa’da gerçekleşen burjuva devrimlerinde önderlik eden burjuva sınıfının, Rusya koşullarında önderlik edemeyecek durumda olduğunu ve devrimci örgütlenmede önemli bir noktaya gelen işçi ve köylü sınıflarının, devrimin yedeğinde kalmasının yanlış olduğunu söyler. Yeni tarihsel koşullar altında durum özgün bir nitelik arz etmekte ve işçi sınıfına önderlik rolü yüklemektedir. Buradan hareketle, çarlık yıkılacak ve yerine geçici bir devrim hükümeti kurulacaktır. Bu anlamda partinin burjuvaziye karşı bağımsızlığını korumasının hayati önemde olduğunu savunur.
1905 sonbaharında grevler ve devrimci eylemler bütün Rusya’ya yayılır. Çok sayıda sektörün katıldığı ve siyasi talepleri öne çıkan genel grev, hükümeti oldukça zora sokar.
Devrimci eylem, kendi içinde ilk özörgütünü yaratır; İşçi Delegeleri Sovyetleri. Bolşevik Parti önderliğinde kurulan “Sovyet”, işçi iktidarı için ilk gerçek örnektir, sosyalist toplumun nüvesidir. Sovyetler, ilk seçimlerini 13 Ekim’de Petersburg’da atölye ve fabrikalarda yapar. Bunun ardından Moskova’da da işçi Sovyetleri kurulur ve ülke çapına yayılan büyük bir grev örgütlenir. Sanayi işçilerinin yanı sıra banka, adliye, hastane, ulaşım ve posta çalışanları ve küçük esnaf da greve katılır.
Haklar Bildirisi
Rusya’da yaşamı felce uğratan grev nedeniyle Çar, Ekim 1905’te bir bildiri yayınlamak zorunda kalır. Halka, burjuva özgürlüklerinin temeli olan “kişi dokunulmazlığı, vicdan, söz, toplanma ve dernek kurma özgürlüğü”nün sağlanacağına dair söz verir. Aynı bildiride, yasama görevini yürütecek bir Devlet Duması ile parlamento kuracağını da açıklar. Haklar Bildirisi, bir yandan halkın zaferidir ancak öte yandan devrimci kalkışmayı reformlara hapsetme girişimidir ve kısmen başarılı da olur. On binlerce insan zafer sarhoşluğu içinde mücadelenin sonuna gelindiğini düşünmektedir. Bolşevikler, bu hakların göz boyama için verildiğini ve sistemin temellerinin aynen korunduğunu anlatmak için uğraşırlar ve sonunda Kasım ayında yeni bir grev dalgası yayılır. Bu grevin amacı, 8 saatlik işgününü fiiliyatta hayata geçirmektir. 8 saatlik mesainin sonunda işi bırakırlar. İşverenler, bu greve katılan işçileri atmakla tehdit ederler ve ülkede olağanüstü durum ilan edilir. Sovyetlerin öncülüğünü çektiği grevi, bu kez emekçi sınıflar dışında destekleyen olmaz ve grevi sonlandırma kararı alınır, ancak Aralık ayında bir kez daha, genel siyasal grev ilan edilir.
5 Aralık’ta başlayan genel greve katılım yüksek olur, Sovyetler, halkı devlete olan borçlarını ödememe çağrısı yaparlar. Halk akın akın bankalara gider ve hükümet tepkilerden korkarak geri adım atar. Halka askeri saldırtmaz ama Sovyetler’in yürütme kurullarındaki üyeleri tutuklar. Moskova’daki ayaklanma barikatların kurulduğu silahlı bir kalkışmaya dönüşür. Tam 9 gün işçiler, barikatlarda askerle çatışırlar ancak diğer Sovyetlerden destek gelmeyince Moskova Sovyeti silahlı mücadeleyi bitirmeye karar verir. Ayaklanma kanlı bir biçimde bastırılır, buna yönelik protestolara da aynı şiddet kullanılır. Yüzlerce kişi ölür ve Çar, tarihe geçen utanç verici lakabını alır: Kanlı Nikola.
Lenin, yenilgiyle sonuçlanan 1905 Devrimi’nin önemini şu sözlerle vurgular: “1905 genel provası olmasaydı, ne 1917 Şubat’ındaki burjuva devrim, ne de 1917 Ekim’indeki proleter devrim gerçekleşemezdi.”
Ve Barbarlık Çağı
1917 Ekim Devrimi’nin 100’üncü yılına girdik. Sanki bir yüzyıl boyunca yeryüzü bize, insanlığa bir şans tanıdı; insana yaraşır, kendisiyle ve doğayla barışık, adil ve özgür bir dünya yaratabilmemiz için koca bir yüzyıl bağışladı.
Yüz tane yıl geçti 1917’den beri, büyük Ekim Devrimi’ni yaygınlaştırmak bir yana, devrimin kendisini bile koruyamadık, o da yıkıldı…
Neoliberalizm, kapitalizmin kendini insanlığa rağmen ayakta tutmasının bu yeni formu, dünyanın en küçük hücrelerine kadar yayıldı; ekonomisiyle, siyasetiyle, kültürüyle, medyasıyla, edebiyatıyla, sinemasıyla bütün yaşam alanlarımızı işgal etti.
Sessizce, sinsice bilincimize işledi. Sınıf sözcüğünü kaldırıp kimlik sözcüğünü koydu siyaset diline; toplumsal gerçekçiliği kovalayıp edebiyat dünyasından post-modern metnin gerçekliğini koydu yerine; “büyük anlatıların sonu” perdesi altında gelecek perspektifimizi kararttı; sözün ve yazının kıymetini monitörden akan resimlere ve harflere kurban etti; dünya devrimi ütopyasını “küçük güzeldir” masalının kandırıcı ve umutsuz cazibesinde boğdu; devrimci mücadeleyi “yaşam alanı” çaresizliğine ve mahallelerden fabrikalara emek emek örülen örgütlenme tarzını “basın açıklamaları” kolaylığına indirgedi.
Şimdi, koca bir yüzyılın, değişimlerin ve devrimlerin yüzyılının ardından bakarken; bilişimi, yazılımı, mikroçipleri ve insansız hava araçlarıyla “mükemmel” bir altyapının üzerinde barbarca tepinen bir insanlığı seyre duralım.
Ya “sosyalizm ya barbarlık” derken 1990’larda, henüz şu inanılmaz 21. yüzyıla girmeden hemen önce; hâlâ bizden epey uzak, kim bilir belki de hiç ihtimal vermediğimiz bir sonuçtan söz ediyorduk. Şimdi oradayız. O sonuçta. Tam onun üzerinde duruyoruz. Barbarlığa bir kala’nın merkezinde.
Son söz: Gorki’yi, bir antik dünya portresi gibi tozlu raflara kaldırıp ne dediği belirsiz metinler üzerinde analizler yapan edebiyat âlimlerine selam verelim, Ana’dan, son yıllarımızı özetleyiveren bir parça ile:
“İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne. İşte asıl cinayet bu. Utanılacak bir cinayet… Birtakım silahlar çıkartıyorlar, insanları öldürüyorlar ve bunu yapanlara devlet diyorlar. Evlerine, sosyal statülerine, paralarına, hiçbir zarar gelmesin diye gariban insanları harcıyorlar. Anlıyorsun beni, değil mi anne? Halkın ruhunu kurutuyorlar ve hiçbir şey anlamaz hale getiriyorlar.”
Hiç değilse ruhumuzu kurutmayalım.
Merhaba, Ekim Devrimi’nin 100’üncü yılı.
Şöhret Baltaş