Ogün Samast’ın salıverilmesinden sonra bana düşündürdüklerini, her dış uyarıcının kendine benzer şeyler anımsatmasının sonucu olduğunu düşünün derim. Çünkü o, salıverilmeseydi belki de belleğimin bir yerinde duran ama bastırdığım anısal gerçeklikler gün yüzüne çıkmayacaktı.
Çünkü organize ve faillerinin gerçekte bilindiği bir cinayetin kurbanı Hrant Dink’le belki hiç karşılaşmadım veya karşılaştıysam da o olduğunu bilemediğim biri benim için.
Nasıl mı diye soracak biri olabilir diye demek isterim ki çocukluğumu Ceyhan’da geçirdim. Öğretmen olarak göreve başladığım ayrıldığım yıla kadar… Liseli bir öğrenci olarak, ortaokuldan beri aileme ekonomik katkım olsun diye yaptığım onca iş oldu. Bunu, kişisel hayat hikâyemden kotardığım Geçmiş Ceyhan’da Çocukluktu adlı otobiyografik romanda anlatmıştım detaylıca. Ama arada, özellikle bir yaz tatilinde dayımlara gittim. Onlar, Gaziantep’in Düztepe mahallesinde otururdu. Dayımlar, kaba ve ince sıva işi yapardı. Aldıkları işi işçilerine yaptırırlardı. Ben de onların iş yerlerine giderdim. Verdikleri işleri yapardım, karşılığında da harçlık alırdım. Özellikle bu işleri organize eden Ali ve Edo dayımın evlerinde kalırdım sırasıyla. Onlarda kalmak beni çok sevindirirdi. Çünkü Ali dayım müzik deneyimi olmuş, plak yapmış ve babası istemediği için Ankara Radyosu sanatçılığını elinin tersiyle itmiş biriydi. Edo dayımsa sesiyle, şakalarıyla ve cep defterine yaptığı birbirinden güzel resimlerle adeta büyülerdi beni.
Lise biri bitirdiğim yılın yazında gittiğimde Ali dayımın evinde kalmaya başladım. O evde gördüğüm arkadaşı sessiz biriydi görünüşte. Bana arada bakardı, onu tek gördüğüm zamanlar iki üç günde bir geldiği akşam yemeklerinde. Akşam yemeğinden sonra dayımla misafir odasına çekilirlerdi. Ne konuşurlardı bilmezdim, merak da etmezdim ama bir süre sonra evden çıkıp sabaha karşı dönmeleri ilgimi çekerdi. Çünkü ne kadar sessiz olsalar da çıkardıkları sesleri duyardım. Bazen de gelmezlerdi eve. Nereye, ne için giderlerdi? Oralarda ne yaparlardı? Neden yengemden de olsa yapıp ettiklerini saklarlardı, bilemezdim ama merak ederdim. Dayıma da sormazdım, sorsam da demeyeceğini bilirdim. Buna hiçbir anlam veremezdim.
Bir akşam bana Ahmet Arif’le Enver Gökçe’nin şiir kitaplarını ve Halkın Birliği gazetesini vermeleri de aklıma hiçbir şey getirmemişti. Bir iki kere de sonradan bölge toplantısı yapmak için olduğunu öğreneceğim bir toplantı için anneannemin, Düztepe’nin daha gerisindeki, adını şimdi de bilmediğim mahallesindeki, yani Edo dayımın da kaldığı evini terk etmemizi istemişti dayım. Karanlık iyice bastırmıştı ve sokaklarda kimseler yoktu. Evin etrafında iri yapılı gölgeler gibi, oraya buraya sinmiş kişiler görmüştüm. Edo dayım anneannemi adeta kucaklamıştı yıkılmaması için. Ben de şaşkın biçimde arkalarından yürümüştüm. Teyzemlere geldiğimizde, böylesi toplantılarda en çok zavallı yaşlı incecik anneannemin yavrularını yitirmiş anaç bir tavuk gibi olduğunu o gece teyzemle yaptığı konuşmalardan anlamıştım. Benim için bir muammadan başka bir şey değildi o an yaşadıklarımız.
Tarihini tam anımsamıyorum ama Gaziantep’teki Amerikan Hastanesi ve eski şehirlerarası otobüs terminaline de açılan bir ara sokağın sonunda dernekleri vardı onların. Kime, neye ve niçin karşı olduğunu bilmediğim bir yürüyüş ve gösteri yapmışlardı, o derneğin önünden yola çıkarak büyük bir kalabalıkla… O kalabalıkta, kaldırımda yürüyen ve slogan attıranlardan olan Ali dayıma yakın bir sırada yürümüştüm. Dayımla gelmiştim. Gözüm hep ondaydı. Bir ara dayımın yanında yemekten sonra odaya çekilip saatlerce konuştuğu adamı ve adının Fırat olduğunu duyduğum ikinci bir kişiyi görmüştüm. Fırat’ın Maraş’tan gelenlerden olduğunu da öğrenmiştim konuşmalarından. Emin değilim ama o Hrant’tı sanırım. Kendine has bakışı, saçının koyuluğu gazetelerdeki fotoğraflarındaki gibi… O gösteri, eylem, protesto her neyse olaysız ve sorunsuz geçmişti…
Ne adı Fırat olanı ne de sıklıkla dayımlarda gördüğüm adamı bir daha hiç görmedim.
Sonra Ceyhan’a döndüm. Aradan ne kadar zaman geçti anımsamıyorum şimdi, ama günlük gazete sattığımızdan TKP/ML Hareketi lideri olduğu ve yakalandığı yazılıydı birçok gazetede. Adı da: Garbis Altunoğlu’ydu. Onun fotoğrafından dayımlarda sık gördüğüm kişi olduğunu o an anladım. Şaşırdım. Heyecanlandım, korktum da tabii ki… Çünkü sağ gözü sağlamdı gördüğümde. Daha sonraki okumalarımdan öğrenecektim, 31 Aralık 1981 günü kendisini zapt etmeye çalışan polislerden birinin elinde patlayan silahtan çıkan merminin sağ gözünü kör ettiğini… Ve dayımın da yakalandığını uzun süre ondan hiç haber alınmadığını, çok ağır işkenceler çektiğini yaşayıp öğrenecektik. Dayımın ve Garbis’in de çektikleri anlatılacak türden değil, maalesef. Çünkü Garbis’e özel işkenceler, kaplumbağa hücreleri vs… uygulandı. “Kaplumbağa hücresi” denen özel yöntemi işkenceci polis şöyle tarif ediyor: “İlk olaraktan Garbis Altınoğlu’na uygulanmıştı. Çömelerek sokulur suçlu içerisine. Kendisi tuvalet ihtiyacını falan gideremez yani, ancak altına yapacak. Kıpırdama imkânı da yok. Tüm eklemlerde kireçlenme olur. Garbis bir hafta tutulmuştu. Çıktığında kamburumsu yürüyordu.” Sonunda ona özel olan her şeyden kendi iradesi ve bilinciyle kurtulmuştu ancak…
Adının Fırat olduğunu düşündüğüm ama nice sonra Hrant’ın kendisi olduğunu sandığım kişiye dönecek olursam. Dediğim gibi bir anlık görmem sonucunda bende kalan fiziksel görüntüsünü yüzcek yayınlanan fotoğraflardaki çehresiyle kıyasladığımda benzerlikler fazla olduğundan, o olabilir diye düşünüyorum, hepsi bu. O gösteride vardı ya da yoktu hiç emin değilim bundan. Ama Maraş Olayları içinde yer alan aynı örgüte ve görüşe sahip Dink’in Gaziantep’teki eyleme katılmış olması büyük bir olasılık.
Tanışmamız uzun hikâye ama sanatçı Ferhat Tunç kendi kişisel hayat hikâyesiyle ilgili elli, altmış sayfalık yazı göndermişti. Benden kendisini anlatan bir kitap oluşturmamı istemişti. Aynı süreçleri yaşayan biri olduğumdan kendi yaşadıklarımdan da katarak üç yüz sayfalık otobiyografik bir kitap dosyası hazırlamıştım. Ama ondan kaynaklı sorunlardan dolayı bu çalışma görünür olamadı. Çünkü yurtdışında olduğum dönemde sanatının 30. Yılı dolayısıyla birçok siyasetçinin ve sanatçının yer alacağı etkinlikte kendisi için yazdığımı kendi adıyla broşür ve el ilanı biçiminde bastırmış ve dağıtmak istemişti. Haberli olduğum bu çabasını engellemiştim. Geçmişte izinsiz bir şiirini bestelediği Bülent Güldal adlı şair arkadaşımın ona karşı açtığı telif hakkı davasını engellemiştim. Görüşmelerini sağlamış ve tatsızlığı tatlandırmıştım. Benzer bir durumu yaşamamak için de dosyayı olduğu gibi ona göndermiştim.
İşte bu olup biten tatsızlıktan çok önce Hrant Dink’in elim ölümünden iki yıl kadar sonra ortak dostlarımız aracılığı ile tanıştığım ve adına yazılar da yazdığım Ferhat Tunç’tan bir mail almıştım.
Hrant Dink’le ilgili bir albüm yapacağını yazmıştı, bu yüzden gönderdiği ezgiye uygun söz yazmamı istemişti. İyi bir kulağa, iyi bir sese sahip olsam da müziğin prozodisi konusunda bilgisizdim. Müziğin söze, sözün nağmeye, çeşitli vasıtalarla uygulanmasına ve her ikisinin de beste diksiyonu, mana ve ahenk taşıması konusunda gerçekten bilgisizim. Bugün için de bu böyle, maalesef. Yine de gönderdiği müzikle yazacağım sözler uyumlu olmalıydı. Defaten dinledim gönderdiği müziği, ince, dokunaklı ve içtendi. Yüreğimden yakalamıştı beni. Belki de bu yüzden kendimce uygun sözü yazabilmiştim. Ki bu güfteye kadar birçok sanatçı grup ve kişi üç şiir kitabımdan on kadar şiirimi bestelemişti. Onun için yazdığım şuydu:
kinsiz güvercin
hrant dink için
senin serptiğin sevgi
günbegün yeşerecek
büyüdükçe halk seli
ülkemiz şenlenecek
güvercinler özgürce
inecek ellerime
hrant’ım düşüncenle
aşk gelecek ülkeme
düşen her can toprağa
halkla kalkar ayağa
varmak için dostluğa
atılmalı adımlar
sari gelin türküsü
kardeşliğin köprüsü
kinsiz bir güvercinsin
ve direncin sözcüsü
düşen her can toprağa
halkla kalkar ayağa
varmak için dostluğa
atılacak adımlar
N’oldu, ne bitti bilmiyorum, Tunç’a da sormadım bugüne kadar; neden vazgeçtiği konusunda. O adı da KİNSİZ GÜVERCİN olacak albümden vazgeçti. 2009’da Çığlıklar Ülkesi’ni çıkardı. Benden de, bir sahaftan bulup aldığını söylediği (Tırpandır Ellerimiz Acıya ve Süremez Daima Hükmü Acının) iki şiir kitabımdan, Ayrılık ve Oy Gelin adlı şiirlerimi besteledi ve aynı albümde de yer verdi.