Cécile McLorin Salvant. Onu herkes seviyor, hem de en başından beri.
2010’da, 21 yaşındayken katıldığı Thelonious Monk Institute of Jazz Uluslararası Vokal Yarışması’nda Patti Austin, Dee Dee Bridgewater, Kurt Elling, Al Jarreau ve Dianne Reeves gibi yıldız mertebesindeki şarkıcılardan oluşan jüri onu dinler dinlemez kararını vermişti. Charenée Wade (ABD) ve Cyrille Aimée’nin (Fransa) önünde birinciliği kaptı.
Downbeat ve NPR eleştirmenleri onu sevdi, ABD’de kaydedilmiş ilk albümüne en iyi payesini verdiler. Grammy jürisi onu sevdi, beş adaylığının üçünden ödülle döndü.
Dinleyen herkes onu seviyor. Tanımıyorsanız, 7 Kasım akşamı İş Kuleleri Salonu‘ndaki konserinde tanıştığınızda siz de seveceksiniz.
Cécile McLorin Salvant 1989’da Miami’de doğmuş. Babası, ABD’ye, şehrin ufuk çizgisinden bin yüz kilometre ötedeki eski Fransız sömürgesi Haiti’den göçmüş. Annesi Fransız. Mükemmel Fransızca şarkı söyleyebilmesinin de adındaki é harfinin de kökeni bu; Cécile frankofonik bir ortamda yetişmiş. Üstüne, Küba ve Meksika başta olmak üzere Latin dünyasından göçenlerin çoğunlukta olduğu bir şehirde yaşayınca şarkı söyleyebildiği dillere İspanyolca da eklenmiş.
Kültürel ve sosyal genlerin renkahenk olduğu bir çevrede, Haiti yerel müziğinden, gospele, klasik cazdan Küba şarkılarına, hatta hiphopa kadar çeşitli müziğin dinlendiği bir evde büyümek ona ‘dünyanın kapılarını aralamış’. Beşinde piyano dersi almaya, sekizinde çocuk korosunda şarkı söylemeye başlamış.
On yedisinde klasik ve barok repertuvar üzerine vokal eğitimi almak üzere ana vatanına, Fransa’nın Aix-en-Provence şehrine taşınmış ve Darius Milhaud Konservatuvarı‘na yazılmış. Avrupa’nın müziğini öğrenmek için gittiği yerde doğduğu toprakların müziği ile tanışmış, caz ve doğaçlama eğitimi aldığı hocası Jean-François Bonnel ile kendi adını taşıyan ilk albümünü kaydetmiş. Alın yazısı bu, silinmiyor.
Cécile (2010 Sysmo Records), blues, gospel ve swing gibi ömür boyu müziğinde barındıracağı etkileri yansıtan bir albüm. Salvant, Bessie Smith ile Sarah Vaughan karışımı üslubuyla, vokal caz demirbaşlarından oluşan repertuvarı şaşırtıcı inandırıcılıkla yorumluyor. Retro demeye dilim varmaz, entonasyonu, sözlere kattığı vokal mimikleri, alt ve üst demeden ses perdesine hakimiyeti ve karakteristik ses tonu ile dinleyicisini iki savaş arasının hedonist ve melankolik dünyasına ışınlıyor.
Monk yarışmasının ödülü olarak Mack Avenue Records‘dan çıkan ikinci albümü WomanChild (2013) caz geleneğinin jandarması Wynton Marsalis’in ekibinden müzisyenlerle kaydedildi. Salvant’ın iki bestesini de içeren albüm, kendine örnek aldığı vokal ikonlarından eser miktarda etkiler içermekle birlikte Salvant’ın kendine has cümleleme üslubunu ve etkileyici dramatizasyon yeteneğini ilan ediyor, caz geleneğine şeref katacak yeni bir yeteneğin doğumunu belgeliyordu.
Şu detayı da atlamamalı, WomanChild, birisi hariç tüm albümlerinde birlikte çalışacağı piyanist Aaron Diehl ile kaydettiği ilk albüm.
Standartlardan ve kendi beş bestesinden oluşan repertuvarı trio eşliğinde yorumladığı For One to Love (2015 Mack Avenue Records) ile ilk Grammy ödülünü kazandı. Albüm, tek tek icralar ve bir bütün olarak dinleyiciyi dinledikleriyle net bir bağ kurmaya sevk edecek ölçüde etkileyici şekilde icra edilmişti.
Bir kısmı stüdyoda, büyük bölümü 2016’da Village Vanguard‘ın coşkulu seyircisi önünde, kendi üçlüsünün yanı sıra yaylılar eşliğinde canlı kaydedilen ve sanatçıya ikinci Grammy’sini kazandıran Dreams and Daggers (2017 Mack Avenue Records), kanaatimce diskografisinin en iyi albümlerinden. Her şarkıya kendine özgü bakış açısıyla yaklaşabilme yeteneğine sahip Salvant’ın, söylediği şarkıları seyircisine sevdirme ve anlatılan öykünün başrolünde aslında seyircinin olduğuna inandırabilme gücünün kanıtı.
Cécile McLorin Salvant üçüncü Grammy ödülünü The Window (2018 Mack Avenue Records) ile kaptı. Albüm, bir önceki gibi stüdyo ve Village Vanguard’daki canlı performansların karması. Bu defa İstanbul’da da seyredeceğimiz Sullivan Fortner ile düet söylüyor. Fortner’ın, Diehl’a göre maceraperest ve özgür armonik yaklaşımı Salvant’ı daha cesur ve deneysel söylemeye teşvik ediyor, Fortner stilden stilde dolanırken, Salvant da halden hale geçiyor, bazı anlarda kabareye uzanacak şekilde teatral bir performans sergiliyor.
Ghost Song (2022 Nonesuch) içerik ve stil açılarından öncekilerden hayli farklı bir albüm. Kate Bush, Sting ve Kurt Weill’dan birer beste, bir standart ve İngiliz folklöründen bir şarkı haricinde tümüyle sanatçının bestelerini içeriyor. Colette’ten yaptığı bir alıntı hariç sözler de sanatçıya ait ve önceleri yorumladığı standartların pembe öykülerinin tersine karamsar bir iç dünyayı yansıtıyor. Akustik icralar olsa da çoğunlukla synthesizer, kilise orgu, flüt, elektrik bas, lavta hatta banjoya varacak denli farklı enstrumanlarla kaydedilen albüm, türler-arası hatta bir noktadan sonra türler-üstü bir yapıda.
Son Cécile McLorin Salvant albümü Mélusine (2023 Nonesuch) önceki kadar olmasa da yine eklektik stilde. Bu sefer esin kaynağı ana vatanı Fransa. Şansonların yanı sıra, Oksitanca ve Haitian Creole dillerinde şarkılardan ve kendi bestelerinden oluşuyor.
Sullivan Fortner ve Aaron Diehl, basçılar Paul Sikivie ve Luques Curtis, davulcular Kyle Pool ve Obed Calvaire ve saksafoncu Godwin Louis olmak üzere düzenli çalıştığı müzisyenlerden oluşan kadroyu parça parça değiştiren Salvant şarkıları -bazen şakacı ve muzip, bazen karamsar ya da tersine yaşam dolu- farklı yaklaşımlarla yorumluyor.
Anlaşılan o ki, Cécile McLorin Salvant, artık başkalarınınkindense kendininkileri yorumlamayı, geleneğe bağlı söylemektense dışarı çıkmayı istiyor. Blues hissiyatının yoğunlukta olduğu, swing eden akustik caz vokalistliğinden öykücü-şarkıcılığa doğru evriliyor hatta az biraz avangart çokça teatral söyleyen bir oyuncu-şarkıcıya dönüşüyor. Bir anlamda, zanaattan sanata doğru bir dönüşümün içinde.
Salvant, 7 Kasım’da İş Kuleleri Salonu’na piyanoda Sullivan Fortner, basta Yasushi Nakamura ve davulda Savannah Harris‘ten oluşan akustik bir grupla geliyor. Nasıl bir repertuvar olacağını kestirmek mümkün değil, ancak son albümlerinin aksine erken dönemindeki üslupta, straight-ahead ve konzervatif bir konser olması muhtemel.
Nasıl bir yaklaşımla ya da hangi dilde söylerse söylesin, seversiniz. Söylediklerini bu kadar ikna edici şekilde söyleyebilen, teknik açıdan yetkin ve en önemlisi vokal üslubu açısından kulak ve ruh okşayan böylesine güçlü yorumcular –Wynton Marsalis‘in dediği üzere- her nesile nasip olmayabiliyor.
En hasından vokal caz!
Turgay Yalçın’ın bu yazısı ilk olarak Dark Blue Notes internet sitesinde yayımlanmıştır