Mehmet N. Karaca Tük film sektörü yakın tarihinin en önemli girişimci ve yapımcılarından. Onun kişisel tarihi yayıncılık ve televizyon sektörü için birçok ilkler ve yenilikler barındırıyor.
Kültür sanat hayatımızdaki her türlü istikrasızlığa, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya ve tüm zorluklara rağmen yılmadan, bıkmadan kararlı ve sürdürülebilir bir şekilde yoluna devam etmesi şapka çıkarılası bir durum. Onun gibi insanların varlığı umutlu olmamıza neden oluyor.
ONK Ajans’ın sahibi, Med Yapım’ın kurucu ortağı, Digitürk bünyesinde TürkMax kanalını kurup üç yıla yakın yöneten, elli yılın üstünde Sony Pictures Television’un Türkiye de temsilcisi olan bir aile şirketinin bugünkü sahibi Mehmet N. Karaca kendini bir cümle ile nasıl tanımlar?
Ben daha lise öğrencisiyken, babamın ofisini zaman zaman ziyaret ettiğimde Columbia Pictures veya başka şirketlerin dizi ve sinema broşürlerini, flyer’ları karıştırırdım, ilgimi çekenlerle ilgili babama ve çalışma arkadaşı Ülkü Tamer’e sorular sorardım. Oldukça ilgimi çeken bir tanesini çok iyi hatırlıyorum, Hollywood’un kuruluşunu anlatan bir diziydi. Adı “Dream Merchants / Hayal Tacirleri” idi. Oradan ilham alarak söyleyebilirim, ben bir “hayal taciriyim”…
64 yıl önce kurulmuş Türkiye’nin ilk telif hakları ajansının sahibi olmanın, yönetmenin senin için anlamını, duygusunu anlatabilir misin?
Rahmetli babamdan yadigâr, entelektüel bir iş kolunda çok itibarlı bir müesseseyi yaşatırken duyulan mesleki hazzın, ülkenin içinde bulunduğu kültürel ve ekonomik iklimde her geçen sene katlanarak artan bir zorluk dozajıyla karşılaşması ve çarpışmasının yarattığı istikrarsız bir duygu karmaşası.
Anlıyorum, tüm zorluklara rağmen mesleki haz baskın geliyor ki ONK Ajans yoluna devam edebiliyor. Rahmetli baban Osman N. Karaca tarafından 1959 yılında kurulan ONK Ajans nasıl bir telif ajansıdır? Telif haklarını temsil etmek ne demek? Hangi alanlarda telif hakları temsil ediyorsunuz?
ONK Ajans esas itibarıyla bir yazar ajansı. Yerli ve yabancı yazarları ve yabancı eserleri dilimize çeviren çevirmenleri temsil eden onların haklarını koruyan, sözleşmelerini yapan, bu anlaşmalardan doğan telif haklarını ilgili kişi ve kurumlardan takip ve tahsil edip hak sahiplerine aktaran bir hizmet kuruluşudur. Yabancı yazarlarla ilgili aynı ONK gibi yurt dışında yabancı yazarların kendi ülkelerinde faaliyet gösteren ajanslarla iş birliği yapar. Çalışma alanlarından birincisi edebiyat ve edebiyat dışı kitaptır.
Yerli ve yabancı yazarların eserlerini ülkemizdeki yayıncılarla buluşturur, bu alanda bazı çevirmenleri de temsil eder. Temsil ettiğimiz Türk yazarların eserlerini ülke dışında da yabancı yayıncılarla buluşturmak için de çalışır.
İkinci ana konumuz tiyatro ve sahne sanatlarıdır. Kitap konusundaki çalışmanın aynısı bu alanda da ajans tarafından yerine getirilir. Burada ajansın muhatabı olarak yayınevlerinin yerini tiyatro kuruluşları alır. Bu iki alanda hayata geçirilmiş eserlerin bir de işleme hakları söz konusudur. Örneğin bir romanın haklarının alınıp bir televizyon dizisi yapılması bir işleme olarak tanımlanır. Ajans bu alanda da uzun yıllardır yazarlar ve yazar varisleri adına temsil görevini yerine getirmekte, birçok anlaşmalar yapmaktadır.
ONK Ajans’ı bugün nasıl tanımlayabilirsin? Kurulduğu dönem ile bugünü arasında farklar var mı?
Tam da bundan bahsedecekken senden bu soru geldi. Demin bahsettiğim işleme haklarıyla ilgili olarak geçmişte ajans kendisine gelen başvuruları değerlendiriyor, sözleşmelerini yapıyor ve telif haklarını takip ve tahsil edip eser sahiplerine aktarıyordu.
Örneğin Ay Yapım ajansa baş vurup o dönemde halen telif hakkı koruması olan Halit Ziya Uşaklıgil eserlerinden Aşk-ı Memnu’yu dizi yapma isteğini bildiriyor, koşullar görüşülüyor ve bir sözleşme imzalanıyordu. Bugün sinema ve televizyon endüstrisinin hem global hem de lokal anlamda geldiği noktada bir süredir ajansı proaktif bir biçimde yapımcılara öneriler sunan bir içerik şirketi olarak da pozisyonlandırmak için gayret gösteriyoruz.
Burada yazarlarımıza ait hem edebi eserler veya tiyatro eserlerinden yapılacak işlemelerle ilgili hem de özgün film veya dizi projelerinden oluşan bir içerik havuzu oluşturduk. Zaman içinde genişleyen, zenginleşen bu havuzdaki içerikleri sinema ve televizyon endüstrisindeki yapımcılarla buluşturuyoruz. Bünyemize senaristler veya edebiyat ve tiyatroyla birlikte senaryo da yazan yeni yazarlar katıldı. Bütün bu anlattığım çalışma biçimleri dışında bir de dışarıdan bizim temsil ettiğimiz senaristlere gelen proje önerileriyle ilgili de temsilcilik görevimizi yapıyoruz, genelde menajerlik olarak tanımlanan faaliyet alanında üstlenilen görevler bunlar.
ONK Ajans bünyesine senaryo yazarlarını da dahil etmeniz sektörün gelişimine paralel iyi değerlendirilmiş yerinde bir karar bence de… Ayrıca temsil ettiğiniz senaristlere bir nevî menajerlik hizmeti de verdiğinizden söz ediyorsun. Bu alanlarda sadece sektör profesyonellerine mi hizmet veriyorsunuz?
Genelde evet. Birlikte çalışmaya başladığımız bir iki tane genç senarist arkadaşımız var. Ancak ne yalan söyleyeyim, şu ana kadar projelerine yapımcıların ilgisini pek çekemedik.
Ülkemizde telif haklarının gelişim sürecine en yakın tanık olanlardansın. Geçmişten günümüze telif haklarında geldiğimiz yeri Avrupa ve Amerika ile kıyaslarsak neler söyleyebilirsin?
Bu soru ajansın kurucusu Osman N. Karaca’ya sorulduğunda hep bir anekdot anlatırdı. Herge’nin Tenten albümlerini izinsiz yayınlayan bir yayıncıya dava açtıklarında hakim illegal Türkçe yayın ile orijinal Fransızca albüme bakmış ve sizinki Tenten bu ise Tintin, bunlar aynı değil ki demiş. 60 sene önceye gittiğimizde yola çıkılan nokta bu. Ben ortaokulda ve lisede öğrenciyken baban ne iş yapıyor dediklerinde “telif hakları ajansı var” diye cevap verdiğimde sanırım on kişiden sekizi ne dediğimi anlamıyordu. Bugün artık öyle bir problem yok, sıradan insan bile telif dediğimiz zaman neden bahsediliyor, biliyor.
Edebiyat, tiyatro, sinema ve TV sektöründe senin için “yetenek avcısı” denebilir mi?
Batı ülkelerindeki bizim gibi büyük ajanslar için bu tanımlama yapılabilir. Biz bunu ne kadar başarabiliyoruz, bilemiyorum. Nedeni çok basit.
Kültür alanında ticari faaliyetin ekonomik karşılığı ülkemizde maalesef çok dar. Böyle olumca ajansın faaliyetlerini yürütürken sınırlı sayıda bir ekiple çalışmak zorunda kalıyorsun. Ben de ajans sahibi olarak günlük rutinde bir çok işi bilfiil kendim yürütüyorum. Dolayısıyla beş okumam gerekirken bir okuyabiliyorum. Yeni yayınları dört gözle takip etmem gerekirken göz ucuyla bakacak vakti ancak bulabiliyorum.
Son yıllarda ONK Ajans tarafından hakları temsil edilen yazarların eserlerinin sinema filmi ve TV dizilerine uyarlandığını görüyoruz. Bu konuda bilgi verebilir misin? ONK Ajans bünyesinde bu alanda hangi yazarlarınız bulunuyor?
Evet, demin de bahsettiğim gibi, içerik işine çok önem veriyoruz. Yapımcılarla bir araya geldiğimizde onlara yaptığımız sunum üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümü, artık aramızda olmayan klasik eserlere sahip yazarlar oluşturuyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Vedat Türkali, Suat Derviş, Tarık Dursun K. gibi.
Son iki sene içinde örneğin Suat Derviş’in dört eserini farklı yapımcılara opsiyonladık, hayata geçmesini dört gözle bekliyoruz. Şu anda Tanpınar’ın çok önemli bir eseri için bir yapımcıyla el sıkışmak üzereyiz.
İkinci bölümde edebi eserler veren çağdaş yazarlarımız var. İmza aşamasına geldiğimiz son iki eser de Ayşe Övür’e ait. Son bölümde de özgün sinema ve televizyon projeleri var. Yakın geçmişte projelerini yapımcılara plase ettiğimiz yazarlara İpek Gökdel ve Selami Genli’yi örnek olarak söyleyebilirim. Bir de tabii dışarıdan gelen projeler var.
Barış Pirhasan ve Turgut Yasalar’ın yazdığı sinema filmlerinden söz edebilirim; bir de yakında sete çıkacak bir proje için yazarımız Özgür Yamacı ile kurduğumuz yazı ekibinden.
ONK Ajans’ın ana faaliyet alanlarından biri de tiyatro, bu konuda neler söylemek istersin?
Tiyatro çok heyecan veriyor. Yarı profesyonel yarı amatör, kimi avangard tiyatro topluluklarından iddialı büyük bütçeli müzikal veya oyunları sahneleyen kurumlara, devlet tiyatrolarından, hem büyük şehirlerde hem de Anadolu’nun birçok kentinde faaliyet gösteren belediyelere ait şehir tiyatrolarına kadar tiyatro dünyamız inanılmaz bir dinamizm içinde.
Pandemi öncesi başlayan bu trend, birkaç yıl maalesef kesintiye uğradı. Ama geçen sezonla birlikte yeniden tırmanışa geçti. Yerli ve yabancı birçok yazarın oyununu tiyatro kuruluşları ve topluluklarla buluşturuyoruz. Çok önemli prodüksiyonlar gerek ödenekli tiyatrolar gerekse özel tiyatrolar tarafından sahneleniyor ve kapalı gişe oynanıyor.
Her sezon hakları aracılığımızla sağlanan yüzlerce oyun seyirciyle buluşmakta ve biz bundan büyük mutluluk duyuyoruz.
Tiyatronun sinemaya göre daha vefalı bir izleyicisi var. Çok sevindirici bilgiler bunlar. Gelecek yıllarda nasıl bir ONK Ajans hayal ediyorsun? Hedeflerin için neler söyleyebilirsin?
2024 yılında 65 yaşında olacak ajans. Hedef anlatmakta olduğum tüm konularda ajansın yaşıyla ters orantılı bir dinamizm içinde olmak. Yazarlarımızın kalemlerinden çıkan daha çok kitabın okurlarla, daha çok tiyatro oyununun, sinema filminin, dizinin izleyiciyle buluşmasını sağlamak. Ancak benim ajansla ilgili güzel hayaller kurmam için ülkenin geleceğiyle ilgili de ümitli olabilmemiz gerekiyor. Okuyan, merak eden, sanatla ilgili ve de elbette kendini ifade edebilen bir toplum olmadıkça bizim kendi işimizle ilgili pespembe hayaller kurmamız pek söz konusu değil ne yazık ki… Ülkenin son yıllarda içinden geçmekte olduğu ekonomik buhran da cabası. İnsanlar her an her dakika yoksullukla mücadele ederken elbette kültür ve sanat hayatlarındaki öncelikler sıralamasının yanından bile geçemiyor. Umarım yakın bir gelecekte daha umutlu konuşabiliriz.
Türk televizyon dünyasında önemli bir yeri olan Med Yapımı 1993 yılında ortaklarınla birlikte kurdunuz. On sekiz yıl süren Med Yapım ortaklığından söz eder misin?
Benim 1993’de kurulan Med Yapım öncesi bir, bir buçuk yıllık bir yapımcılık geçmişim var. Sony/Columbia Pictures ve birçok yabancı dağıtım şirketinin mümessilliğini yaparken, pek yakın bir gelecekte ekranların yerli yapımlara yöneleneceğini öngörmek zor değildi. O bir, bir buçuk sene boyunca televizyon kanallarından alacakları tahsil ederken
kurdeşen döker gibi olmuştum. ATV’nin kuruluşunda işin başına getirilen Yiğit Şardan benim Galatasaray altyapısında basketbol oynarken takım arkadaşımdı. Yiğit, ATV’den ayrılıp ortağı olduğu Güzel Sanatlar’a dönünce ben de onun kapısını çaldım. Eğer güçlü bir reklam ajansı bir yapım şirketinin ortağı olursa televizyon kanallarının menfaatleri gereği o yapım şirketini mağdur edemeyeceğini Yiğit’e anlattım. Gel beraber bir yapım şirketi kuralım önerisini yaptım. Birkaç hafta sonra Yiğit önerime yanıt verdi ve işe koyulduk.
O dönemde tüm kanallar yoğun bir biçimde yabancı dizi ve film talebini halen sürdürmekteydiler. Bu da beni bayağı meşgul ediyordu. Kurulacak bir yapım şirketine hem ortak hem de yönetici olarak biri gerekiyordu.
Fatih Aksoy ATV’nin kuruluşunda program tanıtımlarını çekmişti. Yiğit Fatih’i önerdi ve bu şekilde bir araya geldik.
1993’den 2006’ya kadar iyi götürdük. 2004’den itibaren ben Med Yapım’ın sinema filmlerinin yapımcılığını üstlendim. 2005’de vizyona çıkan ¨Hırsız Var!¨ çok başarılı oldu. Hemen ardından ¨Kısık Ateşte 15 Dakika¨ adında ensemble bir cast ile yapımına giriştiğimiz ikinci film geldi. Bu film esnasında Fatih ile aramızda derin ayrılıklar oluştu. Bunun üzerine 2006’da profesyonel görevimi bırakıp sadece hissedar olarak kalmaya karar verdim. Tam o sırada Nazlı Karamehmet’in önerisiyle TürkMax macerası başladı.2010 sonu 2011 başı da hisselerimi Fatih Aksoy ve Yiğit Şardan’a atarak Med Yapım’dan temelli ayrıldım.
Med Yapım özel televizyonlar için ilkler gerçekleştirmiş bir yapım şirketi. Doksanlı yılların ilk yarısından bugüne kurucu ortak olarak neler söyleyebilirsin? Sektör senaryo kalitesi, prodüksiyon koşulları, yapım çeşitliliği anlamında gelişti mi? Mesela bugün için Huysuz Virjin benzeri bir proje yapılabilir mi?
Malum ülkemizde televizyonculuk anlayışı tamamen değişti. Doksanlarda televizyonlarda yayın akışları drama ve komedi dizilerinin yanı sıra, haber programları, yarışmalar, reality showlar, talk showlar gibi çok geniş bir yelpazeden oluşuyordu. Bugün ana akım kanalların prime time yayın akışları birer drama dizisinden oluşuyor. Drama dizileri konusunda olağanüstü bir noktaya geldik. Dünya standartlarında çok başarılı işler üretiyoruz ve hatırı sayılır sayıda ülkeye de ihraç ediyoruz. İşin güzel tarafı Türk dizileri kısa süreli bir rüzgâr estirmekten, moda olmaktan çok öte bir şekilde uluslararası endüstride kendine çok sağlam bir yer edindi. Uluslararası talep hiç azalmıyor. Bunda da sanırım bizim öykü anlatma biçimimiz ve bunu sunarken dikkat ettiğimiz prodüksiyon kalitesi en önemli gerekçeler.
Bu gelişmelerden sonra bazı eğlence programlarının ekranda yer bulma şansı pek kalmadı. Sanırım farklı türlerdeki programlar tamamen internete kaydı ve Youtube kanalları gibi farklı mecralarda izleyicilerle buluşuyor. Elbette o mecraların ekonomisi gereği prodüksiyon kalitesi ve işin hacmi belirli bir çerçevede kalmak zorunda. Senin verdiğin Huysuz Show örneğine gelecek olursak, bu tür işlerin artık yapılması çok zor. Bu ülke maalesef uzun zamandır farklılıkları olan kimlikleri dışlamak ve yok etmek kültürüyle sarmalanmış durumda. Bizim kültürümüzde bu yok jargonuyla, kendine benzemeyen her şeyi silip süpüren ve sadece aynı prototipin ürünü tekdüze bireylerden oluşan bir toplum meydana getirilmeye çalışılıyor. Bunu başarmaları mümkün değil ama topluma hükmeden zihniyete ait olmayan tüm kesimler sindirildi. Bu ortamda, televizyonda Huysuz Show izlememiz asla mümkün değil. Bu arada birdenbire ülkede her şey değişse ve bu mümkün olsa bile bir Seyfi Dursunoğlu daha bulmak mümkün mü, ben de bu soruyu sana sorayım….
Genç bir yönetmenken tanışmıştım kendisiyle. Değil tabii ki, en iyimser yaklaşımla taklitleri “aslını yaşatır” diyebilirim. Med Yapım ortaklığının bitiminden sonra Bando Yapım ile yine o dönemde çok ses getiren ve hâlâ internette fenomen olan 1 Kadın 1 Erkek projesini yaptınız. Nasıl gelişti bu proje?
“1 Kadın 1 Erkek”, “Un gars, une fille” adıyla Kanada’da hayata geçirilen, hemen ardından Fransa’da daha sonra “Artist” ile Oscar kazanan Jean Dujardin’in erkeği canlandırdığı bir yapımla ekrana gelen kısa skeçlerden oluşan bir format.
Bu harika formatın Türkiye versiyonunu birçok yapımcı hayal etti ama hem ana akım kanallarda bu kısa skeçler nasıl yayınlanabilir bir formül bulunamadığından hem de cesur içeriği nedeniyle ülkemizde bir türlü hayata geçemedi. Ben TürkMax’ın kuruluşu için Digiturk ile dışarıdan sözleşmeli olarak anlaşıp, genel yönetmenlik görevini üstlendiğimde Müge Turalı ve Mehmet Altıoklar bu formatı bana getirdiler. Ben de fikre çok inandım. Harika da bir cast yaptılar. Ekrana çıktığında da olağanüstü başarılı oldu. Bence ülkemiz için televizyon klasiklerinden biridir. Yıllar sonra ben Med Yapım’dan ayrıldığımda Mehmet ile Müge yolları ayırmaya karar vermişler. Mehmet bana “bu projeyi sen başlattın, gel ben sana devredeyim, sen Müge ile devam et” önerisini yaptı. Ben de kabul ettim. Projenin Digiturk macerası bitti. Star TV ve daha sonra Fox TV’deki açık kanal macerasında ben de Müge Turalı ile beraber yapımcı olarak bulundum.
Bildiğim kadarıyla artık sektörde yapımcılık yapmıyorsun? Senin gibi tecrübeli bir yapımcı en verimli olabileceği dönemde niye yapımcılık yapmaz? Seni yapımcı olarak devam etmekten vazgeçiren neden / nedenler nedir?
Birkaç neden var. Ben 1940’lı yıllarda İsviçre’de yüksek tahsil yapmış bir baba ve güzel sanatlar akademisi mezunu bir annenin oğluyum. Alman Lisesi’nde okudum. Bir dünya vatandaşı olarak yetiştim, öyle yaşadım ve öyle öleceğim. Demin bahsettiğim yukarıdan dikte edilen tek tip, kendinden olmayanı dışlayan, bir tür Orta Doğu kültürüyle benim kafa yapımın uyuşması mümkün değil. Bu kültürün dikte ettiği normlar içerisinde bir şeyler üretmem pek mümkün değil, denesem de ortaya başarılı bir şeyler çıkabileceğini düşünmüyorum. Bir ikinci neden bugünkü dizi üretim biçimi. 120-130-150 dakika süre dizileri izleyecek sabrım yok. İzlemediğin ve sektöre yön veren dinamikleri kavrayamadığın zaman da başarılı işler yapman mümkün değil.
Ben en son ATV’ye Krem diye son derece hafif, fantastik ögeleri olan bir dizi yapmıştım. Süreler o zaman 90 dakikalar civarındaydı. Her hafta yayına gidecek bölümün kopyasını izlerken, eğlenceli unsurlarla bezeli bu dizinin süresine bile zor tahammül ediyordum.150 dakikaları düşünemiyorum bile. Elbette günümüzde streaming yoluyla yayın yapan internet platformları devreye girdi ve uluslararası yayıncılık standartlarına göre bir yapım süreci işliyor o mecralarda. Bu nedenle işin özellikle de sete çıkılana kadar olan tasarım ve kurulum aşamasında yapımcı olarak faydalı olabileceğim, konusu itibarıyla da ilgimi çok çeken bazı projelerde yer almaya şimdi sıcak bakıyorum.
Senin açından bakınca hak vermemek elde değil. Son cümlendeki kararına sevindim gerçekten. Bundan böyle ilgini çeken projelerde yapım tasarımı anlamında mı yer almayı düşünüyorsun? Doğru mu anladım?
Düşünce olarak evet. Ama ben puzzle’ın ancak tek bir parçası olabilirim. Puzzle’ın diğer doğru parçalarla tamamlanması gerekiyor. Ancak o zaman bu düşünce hayata geçebilir. Gözü kapalı maceralara girmeyi istemiyorum elbette.
Sektörümüzde nitelik olarak insan kalitesini nasıl buluyorsun?
Hani derler ya zehir gibi bir gençlik var diye. Var… Şahane gençler görüyorum. Otuzlu yaşlarının ikinci yarısında olup atılım yapan genç ve geleceği parlak yapımcılarla tanışıyorum. Tek bir kaygım var. Birilerine bir şeyler anlatacak, izletecekseniz, böyle bir iddianız varsa, önce altyapınızı sağlam tutacak, belirli bir birikim için efor göstereceksiniz.
Felsefe, tarih, mitoloji, klasik edebiyat okuyacaksınız. Zeki, atak, dinamik olmak yetmez. Kendinizi donatmazsanız işiniz zor. Nasıl bir mecliste bilgisiz bir insanın hakim olmadığı konular üzerinde laf ebeliği yapmasına tahammül etmek zor olur ama konusuna hakim, bilgili bir kimsenin sohbeti ise doyumsuz gelirse bize, sinemada, televizyonda veya edebiyat alanında ortaya bir şeyler koymak da buna benzer. Siz kendinizi donatmazsanız, eser diye ortaya çıkardıklarınız da kimsenin dişinin kovuğunu doldurmaz.
Türk dizileri dünyanın birçok ülkesine pazarlanmaya başladı. Yurt dışı pazarda yer bulan dizilerimizle elde edilen ekonomik karşılık ve yaygınlık bir anlamda gelişmiş ülkelerdeki gibi bir yapımcılık modelinin gelişmesine katkısı oldu mu? Yani bizim Avrupa ve Amerika’da benzerleri gibi yapım şirketlerimiz ya da yapımcılarımız oluştu mu?
Şu anda eksik olan en önemli unsur kurumsallık. Tüm yapım şirketleri şahıslar ekseninde dönüyor. Bunun kırılması ve kurumsallaşabilmek gerek. Bunun dışında Amerika’da Hollywood’daki dinamikler neyse burada da gelişiyor. Ay Yapım ile Med Yapım sinema ve dizilerin yurt dışı dağıtımında iş birliği yapıyorlar. Stüdyoların iş birliklerine benzetiyorum.
Eski ortaklarım her işe kendilerinin koşmalarının olanaksız olduğunu zamanında keşfettiler. Med Yapım çeşitli ortaklıklarla bünyesinde çeşitli yapım şirketleri barındıran Hollywood stüdyolarına benzer bir modeli işletiyor bugün. Bunları son derece doğru hamleler olarak görüyorum.
Timur Savcı ve Cemal Okan ortaklığını da benzer bir örnek olarak tanımlayabiliriz. Bunun gibi yapılanmalara giden majör yapım şirketleri birer stüdyo halini alacaklardır. Babadan kalma alaturka yöntemlerle devam edenler sıkışıp kalacaklar, küçüleceklerdir.
Çok deneyimli bir sektör profesyonelisin. Söylediklerin üzerine birkaç soruyu ardı ardına sormak isterim. Hollywood stüdyoları gibi olmaya aday ve yakın yapım şirketleri özellikle TV projelerinde tabii ki digital platformlar dahil klasik “taşeron yapımcılık” halinden evrilebildiler mi? Öte yandan bu yapım şirketlerinin bir anlamda sektörde tekelleşme tehlikesi yaratması olası değil mi? Alaturka yöntemlerle çalışmayan, senin yukarda saydığın özelliklere sahip genç yapımcı adayları bu kast sistemi içinde nasıl var olabilirler? Önerilerinin genç yapımcı adayları için önemli olduğunu düşünüyorum.
İlk soruna cevap ikiye ayrılıyor. Dijital platformlara yapılan işlerde yapımcı klasik taşeron konumunda. Ancak ulusal kanallara yapılan işlerde, klasik taşeron yapımcılıktan öteye geçiliyor gözlemlediğim kadarıyla. Eskiden dizilerimizin yurt dışı satışı yokken, kanallar yapım bütçesini finanse ediyor, ortaya çıkan ürünün mülkiyetini alıyorlardı.
Yapımcı da belirli bir kâr marjı hesaplayarak ona göre bütçe veriyor, öngörüsünde şaşmaz ise söz konusu marjı kazanç olarak cebine koyuyordu. Ancak şimdi işler değişti. Yapımcılardan öğrendiğim kadarıyla televizyon kanallarının finansmanı yapım bütçesini ancak ya karşılıyor ya karşılamıyor.
Yapımcının ortaya çıkan diziden para kazanması yurt dışı satışlarına bağlı artık. Eğer bir dizi Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında alıcı bulursa gelir paylaşımı yapan yapımcısına ve yayıncısına çok büyük paralar kazandırıyor. Med Yapım ve Ay Yapım kendi dizilerinin dünya dağıtımı için bir şirket kurdular malum, en son OGM de bu kervana katıldı ve kendi dağıtım birimini kurdu. Uzun lafın kısası yapımcılar artık belirli bir riski taşıyorlar, sonraki aşamada dizilerin dünya dağıtımında söz sahibi olabiliyorlar ve başarı halinde de yıllar öncesinin lokal taşeron yapımcı niteliğindeki faaliyetlerinden çok daha büyük kazançlar elde edebiliyorlar. Ancak tabii madalyonun öbür yüzü de var, rating alamayan ve yarı yolda kalan diziler veya yurt dışında kolay alıcı bulamayan diziler de ciddi rakamların eksi yazılmasına neden olabiliyor.
Tekelleşme konusuna gelince, ben öyle bir tehlike görmüyorum. Dünyanın neresine giderseniz gidin sinema televizyon endüstrisinde lider durumda belirli sayıda yapım şirketiyle karşılaşırsınız. Bu hiçbir zaman yüzlerce şirket olmaz. Bu lider veya majör yapım şirketlerinin dışında elbette daha küçük, butik birçok yapımcı şirketi olacaktır. Bu şirketlerin yaptığı bazı işler de olağanüstü başarı kazanabilir. Ama birden çok yayın mecrasına iş üretebilen, aynı anda dört beş set kurabilen, finansman olanakları güçlü yapılar elbette sınırlı sayıda olacaktır.
Genç yapımcılar önce gayet üretken olan endüstrimiz içerisinde kendilerini yetiştirecekler ve yeteneklerini gösterecekler. Hiç kuşkuları olmasın, kreatif olan, hesabını bilen, planlı programlı çalışıp işini iyi yapan sivrilir, hemen dikkat çeker. Tek önerim, mesleki anlamda demlenmeden, ya da bir başka deyimle iyice pişmeden alelacele bir yapım şirketi kurmasınlar. Sayısız yapım şirketi var, öyle bir kasa ve bir masadan oluşan ama kasaların içi boş çoğunlukla… Önce sektörde mevcut işlerde çalışma olanağı arasınlar, çevre yapsınlar, kim kimdir tanısınlar, sektör onları çalıştıkları işlerde önce bir tanısın, özgeçmişlerinde iki üç satırdan fazla bir iş deneyimi oluşsun, ondan sonra kendi yolculuklarına çıksınlar.
Bugün sektörde olanların bile çok azının bildiği Digiturk bünyesinde kurduğun ve beş yıl süreyle yönettiğin Türkmax kanalı var. Türkmax niye kuruldu, kanal da neler yapmayı hedeflenmiştin, hedeflerini gerçekleştirebildin mi?
Hedef HBO benzeri sadece yerli içerik üreten bir pay TV kanalı oluşturmaktı. 2006 yılında yola çıktık. Çok da yol aldık. Televizyon programlarını in-house ekibimizle kendimiz ürettik, binlerce saat üretim yaptık. Otuza yakın televizyon filmi projesini çeşitli yapımcılarla birlikte hayata geçirdik. Bunlardan bazılarını sinemaya da çıktık. Birol Güven ile Sinan Çetin ve Avni & Ayfer Özgürel ile bu bağlamda birlikte çalışmalar yaptık. Hedefe doğru giderken 2008 yılında global anlamda kriz başladı ve hemen bizi de vurdu. Oysa bir yandan ¨1 Erkek 1 Kadın¨ gibi farklı projelerle, öte yandan Haluk Bilginer, Demet Akbağ gibi isimlerle ekrana getirdiğimiz komedi dizileriyle tam da bir atak içindeydik. Digiturk yönetimi ekonomik gelişmelerden endişe duymaya başladı. Elbette bütçeler kesildi, işin tadı kaçtı.
Çok iyi bir girişimdi o dönemi hatırlıyor ve söylediklerine katılıyorum. O vizyon sürdürebilseydi rakiplerin de benzer kanallar kurması ile bugünkü TV ve dijital yayıncılığımızın- içerik çeşitliliği ve uluslararası yaygınlık alanında- geleceği yerin çok daha ileri de olacağını düşünenlerdenim. Katılır mısın bu düşünceme?
Aslında bizim o dönem TürkMax’da bir pay TV kanalı olarak oluşturmaya çalıştığımız yerli içerik havuzunu bugün internet üzerinden yayın yapan platformlar üretip sunmaya çalışıyor. Düşünce olarak en az 10-12 sene önce bu vizyonu geliştirmeye çalışmıştık ama programlı bir yayın akışı içinde. Bugün istediğiniz an istediğiniz yerden erişim sağlayan bir teknoloji var. Elbette, TürkMax macerası çeşitli nedenlerle yarı yolda bırakılıp bir gurme kanalına dönüştürülmeseydi, bugün beIN Grubu’nun elinde rakiplerinden çok daha fazla, teknik olarak da yeterli içerik olurdu.
Rahmetli baban Osman N. Karaca bir röportajında 1973 yılında kurduğu Mag Media’yı iyi ki kurduğunu, Mag Media’nın dönem dönem ONK Ajansı finanse ettiğinden söz etti. İleri görüşlü bir babaya sahip olmak nasıl bir duygu? Mag Media ile Sony Pictures Television’un Türkiye temsilciliğini elli yılın üzerinde devam ettiriyorsun. Bu ilişkinin sürmesinin ve devam etmesinin sence sırrı ne?
Ben 1985’de başladım. O dönemde Mag Media, Mag TV markasıyla ONK Ajans’ın bir parçasıydı. Benden önceki 12 sene boyunca TRT’ye Columbia Pictures ve çeşitli başka Amerikan, İngiliz, Fransız vb. ülkelerin şirketlerinin filmlerini ve dizilerini pazarlamışlardı. Ben tabii ortalığın şenlenmesinden birkaç yıl önce başladım. Nitekim 1989 sonunda Magic Box yayın hazırlıklarına başladı ve televizyon dünyamız bambaşka bir hal aldı. Benim de işin içinde olduğum 38 sene boyunca Sony Pictures mümessilliğimizin devam edebilmesini birkaç şeye bağlıyorum Birincisi elbette satış başarısı. Bir Amerikan film şirketi için mali yıl sonunda bütçe hedeflerine ulaşıp ulaşamamanız bir numaralı kriter hiç kuşkusuz. İkincisi dürüstlük ve şeffaflık. Bakın bu ülkede Turner kanal kurdu, pişman olup gitti. Endemol gibi bir Avrupa devi yapım şirketi geldi, kapattı gitti. Bizim Sony’nin kanal grubu geldi, sıkıntılı deneyimler yaşadı, kapattı gitti. Demek ki bu yatırımları bu global şirketler adına yönetenler yeterli başarıyı ve daha da önemlisi güvenirliği sağlayamadılar. Sanırım biz uzun yıllar boyunca stüdyonun dağıtım ayağının en üst yönetiminden en alt birimine kadar tüm çalışanlar nezdinde en ufak bir soru işareti gündeme getirmeden son derece güvenilir bir çalışma zemini oluşturduk. İşin sırrı bu olsa gerek.
Verdiğin üç örnek bence çok önemli örnekler, bu dev şirketlerin ülkeden yatırımlarını kapatarak çıkması sektörümüzde yeteri kadar yankı buldu mu, emin değilim. Bu şirketlerin ülkeden çıkması bundan sonra yatırım için gelecek şirketleri etkiler mi? Disney’in yerli içeriklerle ilgili aldığı kararı da bu bağlamda değerlendirir misin?
Söz konusu şirketlerin “yandım Allah” diyerek bu ülkeden kaçması mutlaka başka büyük oyuncuların Türkiye’ye gelip yatırım yapmasını olumsuz anlamda etkiler, etkilemiştir. Disney konusu ise benim için biraz muamma. Yanlış bilmiyorsam, tamamlanmış yayına girmeye hazır hale gelmiş bazı işleri bile yayınlamıyorlarmış. Belirli bir tarihten itibaren yeni bir iş yaptırmayacağız denmesini anlayabiliyorum. Ama bunu hiç anlayamadım. Anlayamadığım için de bir yorum getirmem mümkün değil.
Son okuduğun kitap, dinlediğin müzik/müzikler ve izlediğin film hangileri?
Son izlediğim birkaç filmi söyleyeyim, iş icabı Sony’nin Equalizer 3’ü ve Gran Turismo’su en son izlediğim yabancı filmler. Ondan önce Cem Yılmaz’ın Do Not Disturb’ünü ekrandan izledim, Sinema salonunda en son Ayvalık Film Festivali’nde film izledim. A Good Person, Jeanne du Barry, La Passion de Dodin Bouffant ve May December gördüğüm filmler.
Korhan Atay’ın “Serteller” adlı kitabı, Cem Akaş’ın “Zamanın En Kısa Hali” adlı kitabı son okuduklarım…
Müzik ruh halime göre çok değişken… Gün içinde bile farklı farklı türlere savrulabiliyorum…Son dönemde özellikle İstanbul’dan kaçıp Ayvalık’taki evimde çalışırken background’da Smooth Jazz ve Latin ezgileri pek eksik olmuyor
Çok faydalandım söylediklerinden ve yeni şeyler öğrendim. Okurlar için de ilginç ve öğretici bilgilerle dolu bir söyleşi olduğunu düşünüyorum. Yoğunluğun arasında vakit ayırdığın için çok teşekkür ederim.
———————————————————
Bu söyleşi ilk kez 14 Ekim 2023 tarihinde Açık Gazete internet sitesinde yayımlanmıştır