Beyoğlu’nun en yakışıklı yayınevi Beyoğlu Kitabevi sessiz sedasız, seçkin eserler vererek yayıncılığa devam ediyor. Henüz ikinci yılında; yirmi bir kitapla raflarda. Çok alışılan söylenişle “henüz mürekkebi kurumamış, sayfasında rayihası tüten” yepyeni bir kitapla nitelikli okura, entelektüelizmin tüm sınırlarında gezinecek, bilgiye ama gerçek bilgiye susamış Türk aydınına kısa süre önce ulaştı.
“Burada ve Şimdi” başlıklı eserin bilgiye susamış dimağları doyurucu olmaklığı bir yana dursun, yine ve yeniden öğrenme, okuma, tekrar öğrenme açlığı yaratacağı da şimdiden kesin görünüyor.
Türk televizyonculuğunun habercilik ve kültür-sanat alanında önemli bir alanını titiz yayıncılığıyla dolduran Medyascope TV’de 260 epizodu geride bırakan “Eksik Olan” başlıklı programın yapımcısı ve sunucusu iki genç akademisyen araştırmacı yazarın elinden çıkma, ortak imzalı bir kitap artık elimizdedir.
Elimizde ve apaçık söylemeli ki, âdeta pırıltılar saçıyor.
Kitabı orasından burasından karıştırarak, bunca şeyi öğrenmenin, hafızayı tazelemenin, eksik kalmışları tamamlamanın heyecanıyla asıl okuma uğraşısını bir süre ertelemek kaçınılmaz gibi; hani lezzetinden emin olduğunuz bir taam önünüze geldiğinde evvela kokusuyla, üstünde gezinen buharıyla, göze iştiha veren görüntüsüyle bir süre oyalanmak buna benzer…
Kitabın yazarları Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit’in “Eksik Olan” programının yayınlarında konuklarına yönelttikleri soruların benzerlerini, öyle laf olsun diye sorulmuş şeyler olmadığını bu kitabın sayfalarında görmek şaşırtıcı değil; vakta ki bu programlardan birisine konuk olmuş bu yazının yazarı da tanıktır buna…
Kitabın görsel zenginliğinin eşliğinde üç bölümle karşılaşıyoruz; içerik bizi kendi dehlizlerine böylece çekiyor. Bu dehlizlerin gide gide aydınlanan duvarlarında polifonik, çok sesli bir söyleşinin kâğıda dökülen satırlarda tanığı oluyoruz.
‘Edebiyattan Seslenenler’, ‘Felsefeden Seslenenler’ ve ‘Toplum Bilimlerinden Seslenenler’ başlıkları altında beşer kısım halinde ele alınan meselelerin ve neresinden içine adım atarsak bu şenliğe ortak olacağız duygusuyla sayfaları çeviriyoruz.
Kitabın bir manifesto zenginliğinde Önsözü ise bizi samimi bier eleştirel akılla karşılıyor. Önsözde, yazarlarımız içinde olduğumuz Ağ Toplumunun-İnternet Çağının, insanları her şeyi güya bilen, her şeye kolayca erişmenin güvencesini fark ederek öğrenme çabasını hak etmeden şımarmış geniş kitleleri, (Ortegacı deyişle Kitle İnsanının) bilgiyi değil, bilgiye öykünmüş sahte ve eksik iletiye yüz vermesini eleştirmektedir. Bu kolay yoldan güya öğrenmiş gibi davranma şımarıklığını mümkün kılan iletiyi “Hap gibi bilgi” olarak niteliyorlar, çok da yerinde olarak…
Zira, “hap bilgiler çağında yaşıyor olsak da, biliyoruz ki,” diye sesleniyorlar, “… sanat ve fikir eserleri, kütüphaneler ve müzeler, kimyasal bilgi üretilen birer ecza fabrikası değildir.” Ardından gelen sesleniş çok manidardır:
“Sosyal medya için, görünerek ve tanınarak mürit ya da müşteriler kazanmak için, başkasına tâbi veya mürşit olmak için yaşayan insanların elbette çok çeşitli hapları olacaktır, ama o haplar asla yetmeyecektir ve daima tüketecek yeni haplara gerektirecek bir bağımlılık yaratmaktadır… Bu bitmek bilmez psiko-narkotik süreç sonsuz bir tüketim ihtiyacı doğururken, her şeyi ve herkesi tüketen insana istediği hiçbir şeyi de kalıcı olarak vermemektedir. Üstelik hiçbir büyne de bu kadar hapla sağlıklı kalamamaktadır.”
Örneğin, “Dorian Gray’in Portresi mi, e ne olacak, lazım olursa internette google’larım, bulurum!” dediniz mi, ki demişsinizdir, işte o hapı yuttunuz demektir. Mesele Dorian Gray’in Portresini hakkını vererek baştan sona okumaktadır; özet yerine geçen kimliği ve niteliği belirsiz yahut bu eser üzerine aforizma içeren fuzuli aktarımları yüklenmek değildir.
Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit ikilisi bunun ısrarıyla Max Frisch’in Sessizliğin Yanıtı eserinden başlayarak, Thomas Bernhard’ın Beton romanına, oradan Oscar Wilde’ın portresi yaşlanan kahramanına, Tolstoy’un Diriliş’ine bir uzanıp sonra Sırp yazar Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’ne uzanıyor. İkili, televizyon programcılığından alıştıkları dil kullanımıyla bizi kitabın stüdyosuna çekiveriyorlar; zap yapmamıza gerek kalmıyor.
Kozanoğlu ve Çeşit, felsefe bölümünde Amerika’nın entelektüel babalarından biri olan Mark Twain’in İnsan Nedir? sorusuna, oradan İsviçreli Alain de Botton’un Statü Endişesine, ki çağımızın bir büyük derdidir, oradan da Güney Koreli Byung-Chul Han’ın Eros’un Istırabı’na bakıyorlar; ardı sıra Sloven düşünür Renata Salecl’in Seçme İkilemi üzerinde konuşup/yazıp, sonra Alman Marc Wittmann’in zamanı nasıl hissederiz sorusuna yer veriyorlar.
Toplum Bilimleri Bölümü de bu zenginliği coşkuyla sürdürüyor; zaten yazarlarımızın dilinde anlatma, konuşma, öğrenme, aktarma heyecanı eksik olmuyor. Eksik Olan programında eksiği araştırdıklarından böyle bir dil onlarda bir alışkanlığa dönüşmüş gibidir. Bu bölümde Iskarta Hayatları, Narsizmi-Ayartma ve İktidar ilişkisini, Kültürel Şizofreni ve Zamanımızın Ruh Hali üzerine değerlendirmelerle karşılaşıyoruz.
“Kitabı okudum bir köşeye ko’dum” diye ayrılamayacağımız bir eser var ortada, bunun yerine “Kitabı okudum, başucuma koydum!” demek daha doğru…
Bu geniş alandaki gezinti vesilesiyle söyleyelim; Antik Yunan dilinden Batı’ya geçmiş Polymath ve Pantomath kavramları bu iki genç yazarımız için biçilmiş birer kaftandır; bunu da keşfediyoruz.
Polymath çok yönlü ve farklı alanlarda bilgi ve beceri sahiplerine deniyorsa, Pantomath’in de her şeyi öğrenmeye uslanmaz ve ardı önü alınamaz bir merak duyan insana söylendiğini hatırlayalım.
Bu vesileyle Alp Kozanoğlu ve Ömer Çeşit’in bu polimat ve pantomat kişiliklerinin kitaba yansımış olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz.
Düzgün bir Türkçe, neredeyse sıfır imla ve anlam hatasıyla, bunlardan âri eksiksiz bir kitap olan bu eser EKSİK OLAN tezgâhında tüm yoksunluklarımızı bize hap olarak değil sayfa sayfa, özlediğimiz ve umalım ki hiç uzak kalmayacağımız bir okuma hasretiyle önümüze seriyor.
Yaz Okumaları listesinde en başa yazılması gereken böylesi bir kitaba meğer ne çok ihtiyacımız bulunuyormuş; her bitirdim dediğimde yeniden başlayacağıma kâni oldum…