Psikolog değilim. Hatırladığım kadarıyla öyle adamakıllı iyi bir psikoloji dersi de almadım. Alsaydım hatırlardım. Neyse, ama insan psikolojisi günlük hayatın bir parçası olduğundan psikolojik kavramlar da ister istemez günlük dile giriyor. Narsist kelimesi bunlardan biri.
Çoğumuzun bilerek ya da bilmeyerek bir insanı tanımlarken daha doğrusu o insan hakkındaki olumsuz yargımızı dile getirirken kullandığımız ifadelerden biri.
Bu kavramla ilgili kısmi-yüzeysel bilgimi arttırma ihtiyacım, kadınlara yönelik cinayetlerde faili anlamaya çalışırken gelişti. “Acaba,” dedim “birlikte olduğu kadın kendisinden ayrılmak isterken ne yapıp edip onu yok etmek isteyen bu erkeklerin bazılarında narsist kişilik bozukluğu olabilir mi?” Nitekim bitirme tezimi hazırlarken, aile içi şiddetle ilgili yaptığım röportajlarda kadınların anlattığı erkekleri hiç görmedim, tanımadım. Dolayısıyla onlarla ilgili kafamda net, bütünlüklü bir resim de oluşmadı. Bu röportajları yaparken hep şiddetin nesnesi yani kurbanı durumundaki kadınların perspektifinden yola çıktım. Keza konuyla ilgili okuduğum kitaplar, makaleler, haberler, akademik ya da istatiksel araştırmalar da o şekildeydi. Ancak şu an çözüm odaklı düşündüğümde geldiğim nokta, bu şiddet filminde kameranın faile çevrilmesi yönünde. Bu konuda ısrarlıyım. Çünkü ancak şiddetin faili olan erkekler anlaşıldığı-bilindiği-tanındigi vakit, fiil kontrol altına alınabilir, mağdur durumdaki kadın nesne olmaktan kurtulup insiyatif kullanabilir diye düşünüyorum.
Bu yazıda sistemli bir düşünceyi geliştirebilmek hatta gerekirse tartışmaya açabilmek için, uzun yıllardan beri yakından tanıdığım, narsist olarak tanımladığım ve haklı olarak uzak durduğum iki erkekten bahsetmek istiyorum.
Bunlardan biri, açık narsist diyebileceğim bir kişi. Sadece ben değil, onunla herhangi bir yerde kısa süreli karşılaşıp ayak üstü sohpet edenler bile, kendini çok beğendiğini farkedip fazla muhattap olmuyorlar. Yalnız… Bu açık narsiste -mesela ismini vermemek için, Elma diyelim. İkincisiyse gizli narsist. Bu gizli narsist -sıfatından da anlaşılabileceği gibi, görünmeyen farkedilmeyen daha büyük bir tehlike. Herkes tarafından, yerine göre hoş karşılanan, sakin, mülayim, huzurlu ve hatta masum. Kesinlikle Elma gibi yalnız degil. Her zaman herhangi bir kollektifin içinde, o ait olduğu kolletifin farkedilmeyen sıradan bir elemanı. Buna da Elma´ya uysun diye Armut diyelim ve şimdi de Elma ile Armut´u daha yakından taniyabilmek ve karşılaştırabilmek için onların hikayelerine girelim.
Elma ile Armut´un hikayesi:
Elma´yı kırmızı, büyük ve albenili düşünün. Bu açık narsisti gittiği her ortamda dikkatleri üstüne çekmekten, gündem oluşturmaktan, oluşturduğu gündemde bilgi vermekten ve yol göstermekten büyük zevk alan biri olarak tanıdım. Dış görünüşüne özen gösterir, hemen her konuda bilgi sahibi, yetenekli, bazan şakacı, sevimli ve çoğu zaman ortama hakim biri. Zaten hakim ve aktif olmadığı ortamlara da girmez.
Armut ise Elma ile yan yana geldiğinde farkedilmeyecek kadar silik, pasif, içine kapalı, fazla konuşmayan, konuşursa da tepkiye maruz kalmamak için, az ve öz konuşan, çevresindeki insanların nabzını tutan ve o nabza göre şerbet veren bir ruh hali içinde. Bazan sıkıcı olduğu bile söylenebilir. Buna rağmen hiçkimseyle doğrudan ciddi bir sorun yaşadığını sanmıyorum. Çünkü Armut´un sorununun kendi içinde kendine karşı, sinsi, zehirli ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Dışardan çok farklı göründükleri halde Elma ile Armut´u buluşturan temel zemin ise, bu ikisinin narsist olması. Yani en yakınları da dahil olmak üzere çevresindeki insanlarla araya mesafe koyup, kendilerini herkesten daha üstün-güzel-değerli-zeki…vs. zannetmeleri.
Nasıl narsist olunur?
Bu her iki insanın çocukluk, aile, aşk ve evlilik hikayelerini onların bana anlattıkları kadarıyla değerlendirme ve gözleme şansım oldu. İç dünyalarınıysa, onların bu hikayeleri anlatırken kullandıkları ifadeler, konuşma tarzları, olaylara verdikleri tepkiler, davranış biçimleriyle görmeye çalıştım. Çünkü her ikisi de -bana göre, kendi iç dünyalarını ikinci bir insana göster(e)meyecek kadar güçlü bir “narsist kişilik bozukluğuna” sahipler. Onlarla bazan saatlerce süren sohpetlerde çıkardığım sonuç şu oldu;
Bunlar yeterince açık ve dürüst değiller, çünkü kendilerine güvenleri yok. Kendilerine güvenleri yok, çünkü kendi gerçek kimliklerinin ve potansiyellerinin farkında değiller. Kimliklerinin ve potansiyellerinin farkında değiller, çünkü her ikisi de çocukluklarında taktir ve sevgi görmedikleri birer babaya sahipler.
Belki de bu sebeple, çocukluklarından beri gittikçe büyüyerek, sürekli onları takip eden duygu şu: “Ben herkesten daha iyiyim, ama kimse bunun farkında değil.”
Bu ruh halini spritüel anlamda çakra teorisine göre değerlendirecek olursak her iki narsist türünün de göbeklerinin altında derin-karanlık bir çukur olduğu anlamına gelir. Yani özgüven eksikliği… Şimdi soru şu; Peki açık ya da gizli narsistler bu çukuru nasıl doldurur? Tabi ki çoğunlukla bilinç altında anne yerine koymayı umut ettikleri bir kadınla.
Elma ile Armut´un Kadınlarla İlişkileri:
Her iki narsistin birlikte oldukları kadınları tanıma şansım oldu. İkisinin de bu kadınlara verdikleri zararı uzun vadede, gözleme, hatta anlama şansım da oldu. Ama yazının konusu gereği Elma ile Armut´un perspektifinde kalmakta fayda var.
Elma “yakışıklı(!)” olduğunu düşünen ve bunu her fırsatta sık sık söylemekten çekinmeyen biri. Armut ise ondan daha farklı olarak “herkesten daha yakışıklı(!)” olduğunu düşünen, ama itici olabileciğini bildiği için dile getirmeyen bir karakter özelliğine sahip. Sonuçta ikisi de bir kadınla birlikte olma şartını dış görünüşe indirgedikleri için yüzeysel.
Elma kısa ve uzun vadeli olmak üzere bir çok kadınla gizli-açık hatta bazan paralel ilişkiler yaşadığını söylemekten ve belli etmekten çekinmiyor. “Yakışıklı(!)” olduğu için bunu doğal ve hatta hak olarak görüyor. Aynı şey Armut için de geçerli olduğu halde, onun kadınlarla yaşadığı ilişkiler ait olduğu kollektifin kuralları gereği, sadece bilmesinde sakınca olmayan kişiler tarafından biliniyor. Her ikisinde de kadınlarla yaşadıkları cinsel ve sosyal ilişkiler sadece bir tek şeye hizmet ediyor. Kendilerindeki özgüven eksikliğini yani yukarda bahsettiğim derin ve karanlık çukuru doldurabilmek. Dolayısıyla bu insanlar (failler) birlikte oldukları kadınlardan (mağdurlarından) bahsederken edindiğim izlenim, her ikisinin de o kadınları bütünlüklü olarak algılamadıkları, sadece kendi ihtiyaçları (Özgüven eksikliği) için kullandıkları ve ihtiyaç yeterince karşılanmadığında suçladıkları yönünde. Mesela Elma´nın fiziksel şiddet de dahil olmak üzere yoğun baskıya maruz bıraktığı kadından bahsederken, “Çok çok iyi bir kadındı. Kavgayı hep ben çıkarırdım. Hatta evden kovardım. Ama o yine de hiçbir şey olmamış gibi, bir bahane bulur, beni arar, geri gelirdi. Bana gerçekten çok aşıktı. Çok çok derin bir sevgisi vardı.” derken kendisinin kadına karşı ne hissettiğinden bahsetmemesi ilgimi çekmişti. Yine kovulduğu halde geri dönen kadının bu tavrını sevgi zannetmesi de çok ilginç. Çünkü burada sevgiyi değil, her iki taraf için de bağımlılığı ve özgüven eksikliğini net olarak görmek mümkün. Armut´un ise kendisinden ayrılan eşini sinsice sürekli takip ettiğini anlatımlarından biliyordum. Bir gün telefonda, kadının başka bir erkekle ilişkiye başlaması durumunda çocukları elinden alarak cezalandıracağı, hatta onu yaptığına pişman edeceğini söylediğinde ürperdim. Üstelik Armut kendisi eşiyle birarada olduğu dönemde bile başka kadınlarla birlikte olmuş, ayrıldıktan sonra da hayatına başka kadınlar girmiş, nihayet ikinci bir evlilik yapmıştı. Buna rağmen eski eşine karşı bu “ilginin” arkasında yatan, onu “Anne” figürüne en yakın kadın olarak algıladığı halde, kadının kendi tasavvuruna uymamış olması. Yani Armut´un (gizli narsistin) içinde dinmeyen, tatmin olmamış son derece tehlikeli gizli bir öfke olduğunu farkettim. Çünkü bu insan kendine hak gördüğünü kadına hak görmediği gibi, onu sadece kendi özgüven eksikliğini tamamlamaya zorunlu bir nesne olarak görüyor. Yine Armut´un bana anlattıklarından aklımda kalan zehirli anekdotlardan biri şu; “O bensiz bir hiç sayılır. Düzenli bir hayat kurması mümkün değil. Çünkü hasta. Bense düzenimi kurdum. Artık bir eşim, düzenli bir gelirim, çevre ilişkilerim var. Şimdi beni kıskandığına eminim.”
Yukarda narsisit kişilik bozukluğu olan bu erkeklerin kendilerine kurban olarak seçtikleri her iki kadını da tanıdığımdan bahsetmiştim. Kadınların her ikisi de gerçekten yaşadıkları sorunlu birliktelikten dolayı rahatsızlanmış, psikolojik tedavi görmüş, sonrasındaysa çocuklarıyla birlikte düzenlerini kurmayı başarmış iki kadın. Şu anda hem ekonomik hem aile hem de sosyal ilişkileri ayrıldıkları (kurtuldukları) narsistlere nazaran daha iyi. Üstelik bu kadınların mesleki ve entellektüel donanımlarının da gerek ilişki sürecinde gerekse ilişkiden sonra daha iyi olduğunun da altını çizmek gerek.
Özet-Sonuç:
Özetle; En başta yazdığım gibi psikolog değilim ve bu yazı sadece gözlemlerime dayalı yorumlardan ibaret. Herhangi bir iddiam yok, okuyan herkes kendine göre bir sonuç çıkarabilir. Almanca ve Türkçe kaynaklardan edindiğim bilgiler, temel olarak iki tür narsist olduğuna yönelikti. Bunu yukarda Elma ve Armut olarak adlandırdığım iki karakter üzerinden tespit edip ayıklayabildim. Vardığım sonuçlar;
1. Narsist kişilik bozukluğu yaşayan erkeklerin, profesyonel tedavi görmedikleri taktirde her zaman birlikte oldukları kadına ya da kadınlara şiddet uygulama eğilimi vardır, ve bu şiddet kendini yoğun psikolojik baskıyla lanse eder.
2. Açık narsist kişilik bozukluğu (Elma) görülebilir olduğundan bununla kısmen başedilebilir. Gizli narsist kişilik bozukluğuysa (Armut) ancak zamanla etkisi farkedildiğinden, kadınlarda(mağdurlarda) uzun yıllar iyileşmesi güç derin yaralar açar.
3. Narsist kişilik bozukluğuna sahip erkeklerin gözünde, birlikte oldukları kadınlar onların eksik kalan özgüven-özdeğer boşluğunu doldurmak için birer malzemedir. Tam da bu sebeple onların özgüven-özdeğer duygularını yok edene kadar sömürür, hatta bilerek ve isteyerek sistemli psikolojik şiddete maruz bırakırlar.
4. Her durumda narsist kişilik bozukluğu taşıyan erkekler (Elma ve Armut) korkunç bir manipülasyon ve provokasyon yeteneğine sahiptir. Bu şekilde mağduru uyguladıkları şiddetin sorumlusu olduklarına inandırarak şiddetin dozunu arttırır, süresini uzatırlar.
5. Şiddet altında özgüven ve özdeğer yitimine uğrayan kadınların psikolojik rahatsızlık hissetmesi de son derece olağan ama kötü bir sonuçtur. Kadınların tekrar kendi özgüven ve özdeğerlerini kazanabilmek için profesyonel tedavi görmeleri yetmez, aynı zamanda birlikte oldukları narsistten radikal bir şekilde uzaklaşmaları-kopmaları gerekir.
Konuyla ilgilenenlerin internetteki sayfaları takip ettiklerinde sadece bir yazının sınırlarına sığmayacak kadar çok detaylı bilgi edinebileceklerini düşünüyorum. Aile içi şiddetin başka bir deyişle kadına yönelik cinayetlerin her gün arttığı şu son yıllarda bu konunun da ciddiye alınmasında fayda olduğunu düşündüğüm için bunları yazma gereği duydum. Umarım bir işe yarar.
Soné Gülyan
Köln, 27.02.2021