AKP-MHP seçim ittifakının neleri içerdiğini bilmiyoruz. Görüşmeler devam ediyor. Ancak görünen o ki, buna mecburlar. 2019 seçimlerinin erkene alınıp alınmayacağı, bir yönüyle bu ittifakın sağlanmasına bağlı. Hedefledikleri yüzde 50 artı 1’i güvenceye almaktır. Bu seviyeye ulaşmaları kolay olmadığı için ittifakı genişletmeye çabalıyorlar. Büyük Birlik Partisi (BBP) ırkçı kanattan bu ittifaka dahil oldu. Apaçık olan Sağcı Cephe’nin bileşenlerini Irkçı-Cihatçı partiler ve ekleri oluşturacak. Saadet Partisi (SP) ittifaka dahil olmayacağını açıkladı.
Diğer yandan da CHP ve HDP’nin üzerine yürüyorlar ve onları siyasetin dışına itip terörize ediyorlar. Son bir yılda 3 bine yakın HDP parti yöneticisi tutuklandı. Son olarak HDK Eş Başkanı Prof. Dr. Onun Hamzaoğlu cezaevinde. CHP liderine ise ağzına geleni söyleyen bir AKP lideri var, aynı zamanda cumhurbaşkanı.
“Dün dündür bugün bugün”
Basit bir google taramasıyla AKP ve MHP liderlerinin birbirlerine neler söylediklerini daha doğrusu demedik söz bırakmadıklarını görebilirsiniz. Ama bunun bir önemi yok: Burjuva politikacıları birbirlerine küfür de etse, eğer çıkarları ittifakı dayatıyorsa, karşılıklı söyledikleri tüm ağır sözleri yalayıp yutacak bir genişliğe sahiptirler.
Bu nedenle, sosyal medyada ‘kim kime ne demiş, Erdoğan bir yıl önce ne demiş’ vb. paylaşımlar yapan muhalefetin iktidardan siyasi dürüstlük bekleyip, gerici ittifakın yüzünün kızaracağını umması siyasi saflık olur.
AKP ve MHP’nin yaptığı şey, ünlü burjuva politikacısı Süleyman Demirel’in veciz deyişiyle “Dün dündür bugün bugün” siyasetidir. Erdoğan’ın bu edebiyata katkısıyla buna “kandırıldık” denilecektir.
Her şey 2019 için…
Irkçı-Cihatçı Cephe’nin yüzde 50 artı 1’inin sağlanması için ittifak harcının kuvvetli olması gerekiyor. Aksi halde eski defterler yeniden açılabilir. Eski defterleri açmadan ortak bir seçim stratejisi için savaş hali gerekliydi. Afrin bu sebeple gündemde tutuluyor.
30 güne ulaşan Afrin operasyonu sağcı cephenin arasındaki husumetin üstünü örtecek ve 2019 siyasetini örecek bir araçtır. Bu sebeple 2019 seçimlerini kazanmaya dönük bir askeri operasyon olarak karşımıza çıkmaktadır, operasyona CHP’nin desteğinin ötekileştirilmesi bile bunun ifadesidir. Afrin savaşının sadece AKP-MHP işi olduğu algısının oluşması isteniyor.
Hatta CHP tabanını ve sosyalist bireyleri sosyal paylaşım gözaltıları ve tutuklamalarıyla savaşın tarafında gösteriyor. TTB Merkez Konsey üyesi hocaların 7 gün gözaltında tutulması, CHP liderine hakaretler de tamamen bu ötekileştirmenin ifadeleridir.
CHP de hedef tahtasında
Sebebi basit: 2019 seçimlerinde bu iki partiden Irkçı-Cihatçı ittifaka oy gelmeyecek. Dolayısıyla CHP’nin savaşı desteklemiş olması bile, onu gerici ittifakın hedefi olmaktan kurtarmıyor, kurtarmayacak.
CHP yönetimi savaşın üç haftası geride kaldıktan sonra TSK’nın Afrin’in içine girmemesi gerektiğini ifade etti. ÖSO’nun TSK’ya öncülük yapmasına, Erdoğan’ın ÖSO’yu Kuvay-ı Milliye’ye benzetmesine itiraz ediyor. Ancak yine de tutarlı bir savaş karşıtlığı politikasına sahip değildir.
CHP yıllardır demokratik zeminde bile Kürtlerle aynı safta olmaktan gocundu. Bu sebeple sürekli siyasi zik zak çiziyor, bir o yana bir bu yana savruluyor. Tutarsızlık gösteriyor. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, Yenikapı Mitingine ve şimdi de Afrin savaşına destek verdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’li bir adayı ortak aday yaptı. Sonradan hepsinden pişman olsa da bunlardan bir ders çıkartmıyor. Siyasi çizgisini düzeltmiyor. HDP’nin terörize edilerek siyasi soykırıma uğramasına ses çıkartmıyor. Oysa sıra ona da geldi.
“Ha CHP ile HDP Ha İP, FETÖ ve PKK”
Savaşa karşı çıkmanın bugünkü anlamı, pasif bir itirazdan çok fiili olarak Irkçı-Cihatçı Cephe’nin Milli Cephe’nin iç politikasına karşı çıkmak demektir. Sadece Afrin’de sivillerin ölümüne itiraz etmek değildir.
AKP iç-dış politikayı birbirine bağlayarak, kendisine yönelik mücadeleyi Afrin savaşına karşı çıkmak, ülke menfaatlerine karşı düşmanlık yapmak olarak algılıyor, yargının da algısını yönlendiriyor. Örneğin, CHP, Barolar Birliği Afrin savaşını desteklese bile AKP iktidardan gitmelidir dediği için terörü desteklemiş oluyor. Türkiye’nin bekaası denilen şey AKP’nin iktidarda kalmasıyla eşleşiyor.
Savaşa karşı çıkan HDP ile savaşa destek verdiği halde CHP’nin gördüğü muamele esasen aynı. Nitekim Devlet Bahçeli bunu açıkça ifade etti: “Ha CHP ile HDP Ha İP, FETÖ ve PKK”.
Burjuvazinin demokratik bir programı yok
Burjuvazinin bugünkü siyasi temsilcilerinin hiçbirinin demokratik bir programı yoktur. Yine de burjuvazi, AKP ile kader birliğini bozmamaktadır, birbirlerinden vazgeçemiyorlar. Bu sebeple AKP-MHP ittifakı varolan sınırlı demokrasiyi de raftan kaldırmıştır.
Burjuvazinin bir diğer kanadı ise, CHP’yi iktidara taşıyacak büyüklükte değil. CHP, AKP’ye itiraz da etse, Türkiye’nin içine sürüklendiği savaş, kaos ve siyasi krize karşı demokrasiyi tutarlı olarak savunmuyor.
CHP’nin seferber edebildiği bir toplumsal güç yok, olsa bile bunu yapmaya niyeti olmadığını Adalet Yürüyüşü’nü tek başına yaparak göstermiştir. CHP özellikle savaş ve Kürt sorunundaki tutumu sebebiyle demokratik programın tutarlı bir taşıyıcısı olamaz.
HDP ise, burjuva düzeninin bir parçası olarak işlev görüyor, burjuva dünyasında kendine yer arıyor. Koşulsuz barış çağrısıyla baskıları sineye çekiyor.
Tutarlı demokrat olarak işçi sınıfı
OHAL’e ve AKP iktidarının anti demokratik uygulamalarına karşı mücadele yürüten emekçi sınıflardır. Tek toplumsal güç işçi sınıfıdır.
Zonguldak maden işçileri kendilerine yönelik özelleştirme politikasını geri aldırdılar, taşeron işçiler kadro hakkını mücadele ederek aldılar, tek tek işyerlerinde grev ve toplu sözleşme direnişleri, sendikalaşma kavgası sürüyor. KHK ile işinden atılan kamu emekçileri haftalardır hak arıyorlar.
Kuşkusuz bunların bir bölümü azınlık eylemleridir ancak daha etkili eylemler de yapılıyor.
130 bin metal işçisinin toplu sözleşme sürecinde bunu gördük; üstelik bu işçilerin büyük bölümü seçimlerde AKP ve MHP’ye oy vermiş olmalılar. İşçiler grev yasağına, OHAL ve Afrin savaşına papuç bırakmadı. Onların savaşının karşısına ‘ekmek savaşı’nı çıkardılar. Sadece ekonomik değil, demokratik bir eylem yapmış oldular.
Soluduğumuz ırkçı-milliyetçi siyasi havaya rağmen, bu havadan beslenen hükümete ve sermaye örgütü MESS’e karşı direndiler. Sonuçta patronlar işçilerle kavgayı göze alamadı, ücret teklifini 8 kat artırarak sözleşmeyi imzalamak zorunda kaldılar.
Burjuva sınıfının demokrasi düşmanı ve tutarsız siyasi temsilcilerinin karşısında belki henüz siyasi bir programa sahip olmasa da, sınıf olarak tutarlı bir demokratik programı savunup sonuna kadar takip edecek yegane sınıf, emekçi dünyasıdır.
Burjuvazinin gerici, ırkçı veya sosyal demokrat ve liberal partilerinden demokrat olmasını ya da iktidar bloğunun içten veya dıştan güçle alaşağı edilmesini bekleyerek zaman geçirmeye son vermeliyiz. Yüzümüzü emekçi dünyasına dönmeliyiz. Emekçi sınıflar içinde her düzeyde örgütlenmeye girişmeli, onun siyasal bir özne olarak örgütlenip iktidar hedefine odaklanmasına çalışmalıyız.