Uzun mahpusluk döneminin yanı sıra tanıklık ettiği firar girişimleri ve çalışmalarını anlattığı “Mahpus Kaça Kaça Biter” kitabıyla okuyucu karşısına çıkan Mehmet Kılıç, yeni kitabında kişisel hikâyesi üzerinden ülkenin 1968-2012 yılları arasına ait gözlemlerını aktarıyor. Doğrudan birinci elden yaşanmışlıklarla önünüze hayatın içinden bir fotoğraf koyan Kılıç’ın yazdıkları, mücadele kültürüne de bir katkı sunuyor.
“Mahpus Kaça Kaça Biter” anı romanının ardından “Keşke Seni Hiç Okutmasaydım” adındaki anılarını kitaplaştıran Mehmet Kılıç ile hem kendi yaşam öyküsü hem de yeni kitabı üzerinesahbet ettik.
Bize kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
1960 yılında Sivas’ın Gürün ilçesi, Yuva köyünde doğdum. Doğduğum köy ile çevresindeki alevi köylerinden pek çok insan sınıf mücadelesinin içinde yer aldılar. İşkence gören, tutsak kalan, fiziken aramızdan ayrılan pek çok yoldaşımız çıktı. Ben de yetiştiğim bu ortamdan etkilendim. Geçim sıkıntısından dolayı, 1965 yılında Ankara’ya göçtük. Lise yıllarında sol ideoloji ile tanıştım. 12 Eylül cuntasının ilk idam ettiği Necdet Adalı ile aynı dönem Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi öğrencileriydik. Halkevi’ne gidiş, devrimcilerin cenazelerine, mitinglere katılma, boykotlar, siyasi dergileri okuma, Ankara Zafer Çarşısı’na gidip Marksist-Leninist eserleri alıp okuma bu dönem başladı.
Liseden mezun olduğum 1977 yılında İTÜ-MMF Makine Bölümü’nü kazandım. İstanbul’a gelince Kadırga Yurdu’nda kalmaya başladım. Bir yandan İTÜ, diğer yandan sol örgütlerin güçlü olduğu alanlarda bulunmak beni çok etkiledi. Örgütlü biri oldum. 1981-92 yılları arasındaki siyasi tutsaklığım ile tahliye sonrası siyasi çalışma yapmak üzere gittiğim Suriye, Yunanistan, Avrupa ülkelerindeki anılarım benim açımdan çok büyük önem taşıyordu. Ayrıca yurtdışında Suriye’de on ay, Belçika’da bir ay, Yunanistan’da 3 gün, Fransa’da otuz ay cezaevlerinde kalmam da anılarıma yeni halkalar ekledi.
“Keşke Seni Hiç Okutmasaydım”ı, pandemi döneminde tamamlayıp yayımlattım. Bu eserimde, ilkokuldan başlayarak 2012 yılına kadar başımdan geçen anılarıma yer verdim.Ocak 2019’da 1.baskısı yapılan “Mahpus Kaça Kaça Biter” anı romanımın 2.baskısı 2020 Mart ayında yapılmıştı. Bundan dolayı, “Keşke Seni Hiç Okutmasaydım” ikinci eserimdir.
Yazı çalışmalarına ne zaman başladınız?
Yazı çalışmalarına 12 Eylül faşist cuntası döneminde tutsak kaldığım Metris Askeri Cezaevi’nde başladım.
7 Mart 1981 tarihinde İstanbul’da gözaltına alındım ve Mayıs ayında tutuklandım. 11 yıllık siyasi tutsaklık dönemimde Selimiye, Hasdal, Metris, Sağmalcılar Özel ve Bayrampaşa Kapalı cezaevlerinde kaldım. Siyasi tutsaklık dönemimizde, kitaplarımızın gaspedilmediği dönemlerde çok kitap okurduk. Okuduğumuz eserler eğitim çalışmaları ile siyasi tartışmalarımızda bize katkılarda bulunurdu. Yok edilmek istenen siyasi bilincimizi geliştirip güçlendirmeye çalışırdık. Bunların yanı sıra, elimizden geldiğince edebi çalışmalar yapmaya çalışırdık. Bu çalışmaların idarenin eline geçmemesi için de elimizden gelen çabayı harcardık. Ben de ilk roman çalışmamı 1982 yılında Metris’te yapmaya çalıştım ama maalesef sonlandıramadım. Metris Askeri Cezaevi’nden sürgün edilmemize karşın, tekrar getirilmiştik. Dört yoldaşımla birlikte “kültür komitesi” oluşturmuştuk. O çalışmalar sırasında, iyi birer yazar, çizer olmasak da mücadele yaşamımızı kültür, sanat alanında dile getirmek zorunda olduğumuzu söylerdim hep.
“Kültür Komitesi”nde ne tür çalışmalar yaptınız?
“Kültür Komitesi”ndekiler olarak bir yandan öykü, anı, hikaye türü çalışmaları toparlamaya çalıştık. Metris direnişini müzikal tarzda işlediğimiz bir oyun yazdım. Açık görüşe gelen tutsak yakınlarına oynadık. Bu oyun çok beğenilince dışarıdaki yoldaşlarımıza gönderdik. Onlar da, bu oyunu o dönem açık olan OKM’de sahnelediler.
Cezaevinde iken kimi inceleme-araştırma çalışmalarının içinde yer aldım. Yoldaşlarımızın çıkardığı aylık siyasi derginin bazı yazılarını da hazırladım. Ancak çalışmalarımızın ana halkası müzik çalışmaları oldu. Lise yıllarından beri bağlama çalıp söylemekteyim. İTÜ’deki öğrencilik yıllarımda kısa bir dönem İstanbul Dev-Genç Korosu’nda yer aldım. 1979-80 dönemi İTÜ Öğrenci Korosu’nu yönettim ve hem İTÜ’nün tüm binalarında, hem Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde konserler verdik. Yaptığımız yirmiye yakın bestenin çoğunluğu bana aittir. Bu bestelerimiz Grup Yorum ile Grup Ekin tarafından seslendirildi.
“Mahpus Kaça Kaça Biter” anı-romanı hakkında bilgi verebilir misiniz?
“Mahpus Kaça Kaça Biter” romanımın taslağını, 1997-1999 yılları arasında tutuklu kaldığım Paris Nanterre’deki cezaevinde kaleme aldım. Fransa’da tutuklanınca kaldığım cezaevinde açılan kursa giderek bir yandan Fransızca öğrenirken, aynı zamanda resim kursuna giderek tablo çalışmalarına başladım. Tek kişilik hücremde birkaç romanın taslaklarını yazdım. 2001 yılında Türkiye’ye döndüm.
Türkiye’ye dönüş sonrasında müzik, resim ve edebiyat çalışmalarıma devam ettim. Fransa’da kaleme aldığım “Mahpus Kaça Kaça Biter” anı-romanı tamamlayıp yayımlattım. “Mahpus Kaça Kaça Biter” anı-romanımda, Metris, Sağmalcılar ve Bayrampaşa cezaevlerinde siyasi tutsaklar tarafından açılan üç adet tünel ile üç farklı firar eylemini aktardım. Aktardığım tüm eylemlerin içinde yer aldığımdan dolayı bunlar anılarımdır. Fakat anılarım da olsa, doğal olarak içindeki bazı noktalar, hatırladıklarım bire bir aynı olamayacağından anı-romandır.
Cezaevlerinde açtığımız üç adet tünel, birçok sol örgütün ortak çalışması olduğundan, benim yazdıklarım, cezaevlerini birer “direniş odağı”na dönüştüren sol örgütlerin direniş tarihlerine de birer katkıdır, düşüncesindeyim.
İkinci eserinize niçin “Keşke Seni Hiç Okutmasaydım” adını verdiniz?
2020 yılında da “Keşke Seni Hiç Okutmasaydım” adlı anılarımı tamamlayıp yayımlattım. Mayıs 1981’de tutuklandığımda İstanbul Hasdal Askeri Cezaevi’ne gönderilmiştim. Ziyaretime ilk gelen babamdı. İlk ziyaret sırasında konuşurken, babam bir ara “Keşke Seni Hiç Okutmasaydım,” dedi. Babam kendince haklıydı. Okutup adam etmek istediği oğlu başarılı bir mühendis olup, anasının, babasının yaşlılığı döneminde onlara sahip çıkacaktı. Ancak, her yerde övündükleri oğulları okuyup mühendis olacağına, “anarşist” olunca, babam da içindeki tepkisini böyle göstermişti. Anılarımı kaleme alırken, ikinci eserimin adına yakışanın, babamın bu cümlesi olduğunu düşündüm. Bana “Romandan para kazanılıyor mu?” sorusunu soran babam, eğer yaşıyor olsaydı, bu kitabın ismine çok şaşıracaktı.
“Keşke Seni Hiç Okutmasaydım” anılarını yazarken geçmişe yönelik yaklaşımın ne oldu?
Anılarımı yazarken yer yer kendimize yönelik eleştiriler yaptım. Ancak geçmişe yönelik eleştirel yaklaşımım, “geçmişte ne çok hatalar yaptık,” olarak algılanmamalıdır. Bizler anılarımızı yazarken, yeri geldiğinde çuvaldızı kendimize batırabilmeliyiz. Zaten her şeyimiz dört dörtlüktü şeklinde bir yaklaşım içinde olamayız. Her şeyimiz dört dörtlük olsaydı, bugün bu noktada olmazdık. Anılarımızda geçmişimizin güzelliklerine değinebildiğimiz gibi, kendi kendimizle dalga geçebilecek yürekliliğimiz de olmalı. Ben böyle yaklaşmaya çalıştım. Umarım başarılı olmuşumdur. Her iki eserime yönelik olarak bugüne kadar bana iletilen yazılarda, değerlendirmelerde bu yaklaşımım okurlarım tarafından benimsendi, tepkisel bir eleştiri görmedim. Eserlerimin sanatsal açıdan birçok yanının eleştirilmesini doğal karşılıyorum. Çünkü sanatsal çalışmalarda ustalaşabilmek yoğun çaba harcamayı, alınteri dökmeyi gerektiriyor.
Yayımlatmayı düşündüğünüz yeni çalışmanız var mı?
Kitaplarımdan söz etmişken şunları da eklemeliyim. Beste çalışmalarım dışında, ayrıca bazı karma resim sergilerine katıldım. İki defa kişisel resim sergisi açtım.
Fransa’daki tutsaklığım döneminde kaleme aldığım çalışmalarım taslak olarak elimde olsa da, henüz tamamladığım bir çalışmam yoktur. Gerek bu taslaklar gerek kafamda oluşan kimi konuları yazmalıyım diye düşünüyorum. Yazabileceğimiz şeyler varsa, mutlaka yazmalıyız. Bunu eli kalem tutan herkese öneriyorum.
Bu arada “Avrupa Postası” adlı internet gazetesine de haftada bir veya on beş günde bir köşe yazısı yazmaktayım. Yaşamımızın bundan sonraki döneminde, sınıf mücadelesine hangi alanlarda destek sunabiliyorsak, oralardan katkımız olmalı. Müzik, resim ve edebiyat alanındaki çalışmalarımı sürdürüyorum. Bu alanlardaki üretimlerim sonuçlandıkça sunacağım. Ayrıca, eserlerimize yönelik değerlendirmeler bizlere ışık tutacaktır.
Bana bu fırsatı sunduğunuz için, Mesele dergisine çok teşekkür ediyorum.