İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün yeni kitabı Hayal ve Gerçek Arasında: Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi, 18. ve 19. Yüzyıllar raflarda yerini aldı. Sanat tarihçisi Tarkan Okçuoğlu’nun kaleme aldığı kitap, modernleşme sürecinde Osmanlı resim sanatının önemli bir ayağını oluşturan duvar resimlerine ve bu eserlerin ortak paydası olan İstanbul imgesine odaklanıyor.
Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu gibi çok geniş bir coğrafyada izini sürebildiğimiz bu popüler imgenin hangi üslup özelliklerine göre çeşitlendiğini aktaran çalışmada okurlar, bu görsellerin barındırdığı farklı anlamları da keşfe çıkıyor.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (İAE), İstanbul çalışmalarına yeni katkılar sunan yayınları okurlarla buluşturmayı sürdürüyor. Çalışmalarında geç Osmanlı dönemi görsel kültür ve mimarlık alanlarına yoğunlaşan Tarkan Okçuoğlu’nun, İAE Yayınları’ndan çıkan Hayal ve Gerçek Arasında: Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi, 18. ve 19. Yüzyıllar başlıklı kitabı, hem tarih meraklıları ve sanatseverler hem de mimarlık ve şehircilik alanında çalışanlar için ilgi çekici bir içerik sunuyor.
Benzer şablonlar, farklı anlamlar
Çalışmada, Osmanlı sanatındaki ilk natüralist resim denemelerinden, yağlıboya tekniğinde tamamen Avrupalı bir üslubun hâkim olduğu döneme kadar uzanan bir zaman diliminde İstanbul imgesi mercek altına alınıyor. Osmanlı Devleti’nin geniş sınırları içerisinde saraylardan konaklara, camilerden türbelere, hanlardan şadırvan kubbelerine kadar dinî ve sivil mimariyi süsleyen duvar resimleri, çalışmanın ana eksenini oluşturuyor. Bir yanda halk ressamının fırçasından çıkan naif betimlemelerin, diğer yanda teknik becerisi yüksek, perspektifin yetkin kullanıldığı resimlerin incelendiği kitapta, İstanbul imgesi, dönemin en popüler konusu olarak ortak paydayı oluşturuyor. Benzerlikleri nedeniyle adeta şablon niteliğinde çoğaltıldıkları gözlenen, ancak farklı anlam katmanlarına işaret eden bu imgeler, görsel bir temsil olmanın ötesinde, üretildikleri coğrafyanın aynası olarak önemli birer belge niteliği de taşıyor.
Modernleşme/Batılılaşma süreci ile birlikte Osmanlı sanatında ortaya çıkan yeni üslup ve yaklaşımların anlatımıyla başlayan kitabın ikinci bölümünde, Osmanlı resminde kent ve manzara tasvirleri, tarihi yapılar ve hayali mekânlar mercek altına alınıyor. İstanbul imgesine odaklanan son bölümde ise Anadolu, Rumeli, Suriye ve İstanbul gibi farklı coğrafyalardan duvar resmi, pulat tepsi, harita örnekleri karşılaştırılarak derinlemesine bir inceleme yapılıyor.
“Hayal ile gerçek arasında kalan resimler 18. yüzyılın ürünü”
İstanbul imgelerindeki çeşitliliği, üslup ve biçim farklarının yanı sıra düşünsel arka planıyla da ele alan Tarkan Okçuoğlu, kültürel iklime göre değişen söylemleri gözler önüne seriyor. Geç dönem Osmanlı ressamlarının gerçekçi görüntülerin değil, gerçeğin farklı algılarla değişen imgesinin peşinde olduklarına dikkat çeken yazar, “Hayal ile gerçek arasında kalan resimler 18. yüzyılda filizlenen değişim sürecinin ürünüydü ve içerikleriyle ürünü oldukları bu değişimi yansıttılar.” diyor.
Portrenin yasak olduğu bir coğrafyada kent portresi; İstanbul
Sanat tarihçisi Esra Aliçavuşoğlu, kitabın sunuş metninde şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Sadece İstanbul’da değil, Anadolu, Balkanlar ve Ortadoğu gibi çok geniş bir coğrafyada izini sürebildiğimiz İstanbul imgesi, figür yasağının olduğu bir coğrafyada, bir anlamda ‘portre’nin yerine geçer. Bu ‘kent portreleri’yle Osmanlı’nın siyasi gücü de simgelenir ve somutlaştırılır. Tarkan Okçuoğlu’nun araştırmasında, ikonografik bir şemaya bağlı kalmaksızın tasvir edilen resimlerin hangi bağlamlar çerçevesinde görselleştirildiği örneklendiriliyor. Öte yandan, düşünsel ve kültürel iklime göre değişen ifade dilinin çözümlemeleri de yapılıyor. Geleneksel minyatür sanatının sonundan güzel sanatlar disiplininin kurumsallaştığı döneme dek geniş bir zaman aralığını kapsayan çalışma, resim sanatının değişen dinamiklerine ilişkin olguları ele alan temel kaynak niteliğiyle öne çıkıyor.”