Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 11 Şubat’ta gerçekleştirdiği 3’üncü olağan kongresi; 1 Kasım 2015’ten bu yana polisiye vaka haline getirilmek istenen, savaşa karşı tutum aldığı için üye ve yöneticilerinin hala tutuklanmaya devam ettiği bir partinin delege, üye ve taraftarlarının güçlü bir sahiplenmesine sahne oldu.
Nitekim tepkiler gecikmedi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kongre hakkında soruşturma açtı. MHP’den Vatan Partisi’ne kadar savaş cephesinde yer alan bir dizi parti ve kurum HDP’nin kapatılmasını talep etti.
Siyasal baskının, OHAL ve savaş hukukunun, Afrin’e savaşmaya çağrıların yapıldığı bu zor dönemde HDP kongresinin gerçekleşmiş olması azımsanmayacak önemdedir.
Ancak, yine bu önemde önemli olan bir diğer gerçek var ki, yasak ve engellerle dolu, çıplak zorun hakim olduğu bu siyasi döneme uygun bir siyasetin oluşturulması ve örgütlenmenin inşasıdır.
Kongreye ve HDP’ye yönelik baskılar ve buna bir cevap olarak tabanının partisini sahiplenmiş olmasının üzerinde epeyce duruldu. İkinci önemli nokta ise, es geçilmemeli. Yani bu Demirtaş’ın yeniden eş genel başkan yapılması tartışmasının, program ve örgüt meselesi düzeyinde tartışmaya devam etmemiz gerektiğini gösteriyor.
Kuşkusuz mesele ‘isim’ meselesi değil. İsim sadece bir simge. Ardındaki program ve stratejinin açığa çıkartılması önemlidir. İsim tartışması Demirtaş’ın kendi talebi ve kongre divanı marifetiyle şimdilik manasız hale gelmiş olabilir. Ancak HDP’nin izlemesi gereken siyasal yolun açıklığa kavuşması gerekmiyor mu?
7 Haziran 2015 milletvekili seçimlerinde buluşan, HDP’li olmayan ama HDP’ye oy veren Batılı kitlelerin, varoşların ve sosyalistlerin yeniden biraraya getirilmesinin imkanı olarak HDP zemini önemli bir demokratik mücadele imkanı yaratmıştı. Bugün de bu imkan var ancak hem 7 Haziran 2015 sonrası bugün de 11 Şubat 2018 itibariyle bu durumu kavrayıp politikleştirecek ve bunu örgütleyecek bir perspektif ortaya çıkmadı.
Bizim gibi HDP’li olmayan ancak HDP’ye oy veren, HDK gibi geniş ve yatay örgütlenmelerde yer alan, katkı veren, verecek olanlar ile siyasi buluşma çabalarının bu kongreyle sekteye uğradığını söylemek istiyoruz. Bu ne bozgunculuktur ne de pişmiş aşa su katmak. AKP gericiliğine, OHAL’e ve savaş politikalarına karşı daha geniş bir mücadele cephesinin inşasının gerekliliğine olan inançtır.
Kongre izlenimlerimiz özetle şöyle:
- HDP üyeleri partilerine sahip çıktı
Parlamentonun üçüncü büyük partisinin faaliyetlerine getirilen siyasi ve hukuksuz engellemelere, milletvekili, belediye eş başkanı ve il-ilçe yöneticilerine yönelik tutuklamalara, kongreye katılanlara ‘toplu gözaltı’ uygulayan polis baskısına rağmen (tarihe geçecek çanta, çakmak, kalem, şarj cihazı yasağı gibi) on binlerin Ankara’ya gelip kongre yapması siyasal bir meydan okuyuş, büyük bir gövde gösterisi olmuştur.
- Demirtaş onbinlerin eş başkanı olmaya devam ediyor
Kongrede en büyük alkış sıralamasında Öcalan’dan sonra gelen isim Selahaddin Demirtaş oldu. Sadece alkış kısmında değil, mevcut eşbaşkanlar ve yeni seçilenler dahil siyasal mesaj seviyesi ve olgunluğu yüksek olan görüşler de Demirtaş’a aitti. Mesaj ve konuşmalar karşılaştırıldığında apaçık görülecektir ki, yeniler ancak onu taklit etti.
- Demirtaş Batı’nın aydınına, varoşuna açılan kapıydı, bir programdı
Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 7 Haziran milletvekilliği seçimlerindeki başarısı, Kürt özgürlük hareketini Batı ile, en alttakilerle buluşturma kabiliyetiydi. Bugün ise, bu büyük kongreye yön veren siyasal irade ve HDP bileşenleri, tercih ettikleri eş başkanlar ile bu programa kapıyı kapatmış oldu. Demirtaş’ı eş genel başkan olarak savunmak, hele de parti meclisine aday olup birinci sıradan seçiliyorsa, mümkündü.
Yeni eş başkanların siyasi kalibresi, toplumsal konumları bu boşluğu doldurmaya yetecek düzeyde olmadığını önceki siyasal pratiklerinden biliyoruz ve kongre konuşmalarından anlıyoruz.
- Siyasi irade tabana karşılık veremedi
Onbinlerin kalkıp geldiği bir siyasal toplantıya liderlik eden siyasi irade (Kürt özgürlük hareketi ve sosyalist bileşenler), tabanın partiyi kararlı, çoşkulu sahiplenişine demokratik bir karşılık veremedi. Kongre ‘doldur boşalt’ işlevi gördü. Delegelere söz verilmedi. Eş başkan aday önerilerinde Demirtaş isminin yer almasına izin verilmedi. Demirtaş’ı yeniden aday göstermek isteyen delegelere görevlilerce ’bozguncu’ muamelesi yapıldığını anlatımlardan öğreniyoruz.
- Bürokratik liderlik oluşmuş
HDP liderliği kitlenin iradesine rağmen, daha önce yapılan ve iki gün süren konferaanslarda alınan kararları oylatarak dayatmıştır. Tanıkların da ifade ettiği gibi, delege ve katılımcılar kendilerini özgürleştiren partiye bağlılıkları sebebiyle alınan kararlara uymayı tercih ettiler. Kitle namına karar alma geleneği, burjuva partilerinde bir de yozlaşmış sendikalarda ve bürokratik sol partilerde görülür.
- İç demokrasisi olmayan kongre
HDP kongresi demokratik değerlere önem vermeyen, tabanın söz ve karar sahibi olmasına fırsat vermeyen, sadece delegenin onay vermek üzere çağrıldığı bir gövde gösterisi olarak planlanmıştır. Katılımın yüksekliği, kongrenin iç demokratik işleyişini görmezden gelmemize sebep olmamalı. Çünkü bu kongre, aynı zamanda makas değişikliğine de kapı aralayan bir kongre olmuştur. Kol kırılıp yen içinde kalmamalı.
- Siyasi daralma kongresi
Bu kongreyi AKP hükümetinin ve kolluk kuvvetlerinin uyguladığı baskılara tabandan bir yanıt olarak okumak gerekse de, siyasi olarak AKP’yi alt edecek bir taban hareketinin mayalandığı ve ona liderlik etmeye kararlı bir parti olgusu siyasi olarak ifade edilememiştir.
Bu haliyle HDP siyasi dinamikleri, kendi eliyle partiyi içe kapatan, sadece çoşku veren, siyasi olarak içi boş bir kongre olarak düzenlemiş oldu. Demirtaş ile ifade olunan sosyal taleplerle demokratik taleplerin birliği perspektifi kongrede yer bulmadı.
11 Şubat’ta gözlenen HDP kurmaylarının kendi çıkarları açısından bir karar verdiği, burjuvazinin AKP eliyle uyguladığı ekonomi ve siyasi programa karşı mücadele edebilecek ezilen ve sömürülenleri birleştirecek hiçbir ciddi öneri ve politikanın tartışlamış, ortaya çıkmamış oluşudur. Her zamanki gibi kitle üzerine düşeni yerine getirmiş, en çok bedel ödeyen Cizre ve Şırnak Ankara’ya en kitlesel katılımı sağlamış ancak bu kitlenin özverisine, ağırlığına denk gelecek bir siyasi irade, önderlik ortaya çıkmamıştır.