Biz cahillere yaratılışa ait mühim bilgiler veren Tevrat’ın birinci kitabı Tekvîn’de Habil ile Kabil’in geçimsizliği toprağa bağlanır. İki kardeş arasında fitne fücur toprak yüzünden çıkmıştır. Yoksa niye durduk yerde Kabil kardeşini öldürsün?
Tevrat’a göre Kabil çobanlıkta karar kılmış bulunan ve gayet güzel yaşayan kardeşine “Vaz geç bu hayvanlardan. Haydi tarlaya gidelim” demiş, kardeşinin arazi işlerinden gözü korkmuş olmalı ki abisinin sözünü dinlememiştir.
Ayrıca Habil’in ikiz kız kardeşleriyle evlenecek olmasına da Kabil içerlemiştir; öyle diyorlar.
Bu ilk cinayetin ardından Tanrı, Kabil’e çok kızıyor ve onu Yemen taraflarındaki bir taşlı tarlada çiftçiliğe mecbur bırakıyor.
Kabil tası tarağı toplayıp alıp başını gidiyor, yenik düştüğü kendi topraklarından uzağa…
İlk cinayet ve ilk sürgün, hatta ilk diaspora diyebiliriz buna…
Bu toplu sürgünlerin, tehcir ve diasporada yaşamaların tarihi uzunca bir şey!
Bazen konuşup yazması da başa bela…
Sürgünler çoğu kez kazanan, baskın olan tarafın zorlamasıyla yapılıyor, fakat kimi zaman yenik düşenler “Alın başınıza çalın, biz gidiyoruz” diyerek yola dökülüyor.
Bunlardan birisi yüz altmış yıllık bir hikâye; Amerikan İç Savaşının yenik tarafı Güneylilere ait…
1861-65 arasını kaplayan iç savaşın sebep ve neticelerini bir yana bırakırsak, bildiğiniz gibi Kuzeyli sanayi burjuvazisinin üstünlüğüyle sonlanan bu savaşta toprak asilzadeliğini sürdürmek için Afrika insanlarına zincir takan bir ekonominin ortadan kalktığı söylenir hep.
Doğrudur ama fazlası vardır; Avrupa’nın, bilhassa İngiltere sanayisinin pamuk ihtiyacından tutun Fransa dış politikasına kadar pek çok şeyi sıralarsınız Amerikan İç Savaşı için…
Uzatmaya gerek yok; yenmişe kuzu, geçmişe mazi derler: Kuzey kazandı, Güney bugün bile 160 yıldır hazmedemedikleri bir yenilgiyle bugünkü modern ABD’nin önünde bir engel olmaktan çıkarıldı.
Konfederasyon adı verilen, takma adıyla Köleci Eyaletler; Alabama, Güney Carolina, Georgia, Texas, Mississippi, Florida, Louisiana eyaletleri köleleri azat edip bir anda tarımsal üstünlükten yoksulluğa yuvarlanacak, fakat Kuzey’in parasal desteğiyle köle emeğine dayalı tarımdan modern aygıtlara ve yöntemlere dayalı yeni bir üretime geçecekti. Zor iş; bir üretim biçiminin böyle iptali ve yerine yeni bir üretim biçiminin askeri zafer ardından metazori gelişi Marksist kaynakçada yer almıyor.
Bunlar uzun meseleler; biz insanların ne yaptığını merak ediyoruz ve şimdi Güney’in Kabil’i durumuna düşen Konfederasyona kellesini adamış, kessen dönmez olanların peşinde dolaşıyoruz.
Yıl 1865, savaş bitmiş, gri üniformalı askerler mahcup ve başları öne eğik evlerine dönmüşler, sonradan Caza dönüşecek olan Afro müzik artık tarlalarda yok, serbest kalan kölelerin gideceği bir yer de yok, hep beraber şaşkınlık içindeler.
Bir haber geliyor uzaktan, Brezilya’da o vakitler kendini imparator ilan etmiş bulunan II. Dom Pedro’dan; tanışmıyorlar ama olsun, çıkarları ortak şimdi…
1825 doğumlu İmparator Pedro, o vakitler, kırk yaşında akil bir adam hem de fırsatçı. Haber salıyor, ki dileyen beyaz Amerikalı gelip Brezilya’ya yerleşebilir, tanıyacağı imkânları da sıralıyor:
Bedavaya nakliye, istersen komple evini taşı, taşınma işi Pedro’nun kesesinden…
Diledikleri, göze kestirdikleri yerden dilediğince bedava arazi…
Vergi muafiyeti ve devlet kesesinden faizsiz kredi… Harmanda ödemek üzere!
Gelenlere her türlü devlet desteği!
En önemlisi kültürel ve siyasal otonomi ve serbestliği; tıpkı koloni kurar gibi…
Siz olsanız gitmez misiniz?
Kölelerini götürmeye lüzum yok, zaten köle de kalmamış Amerika’da…
Pedro bunu da söylüyor ve tarlada bir ağızdan caz söyleyip, ağıt yakarak çapa sallayanları kaybettikleri için üzülmemelerini ekliyor.
Zira…
Brezilya henüz köleliği kaldırmamıştır, Konfederasyoncu Güneyliler için bulunmaz nimet!
Nitekim Brezilya 1888’e kadar yasal olarak köleciliğe devam etmiştir. Sonrasında, kervan geçmez iz sürülmez topraklarında kim kime dum duma olduğundan 1. Dünya Savaşına kadar köle emeği sömürüsü üstü örtülü sürecektir.
Brezilya’nın o vakitler aç boğazlara bakıyoruz diye söylenerek beslediği 4 milyon ekstradan kölesi vardır; bunlara iş lazım, toprak bol ama başında duracak EFENDİ yok.
Güneyliler hurra diye sevinip bu ele geçmez fırsatı kaçırmaz; 1865’de gemiler 20 bin civarında Güneyli eski köle ve toprak sahibini ailece denizaşırı Güney Amerika’ya getirir. Onlardan istenen pamuk üretimidir, zira Amerikan güneyi pamuk, sonra tütün ve sonra mısır ve fıstık ekiminde 1 numaradır; işi bilirler… O vakitler dünya biraz da pamuk ipliğine bağlıydı; Batılı devletlerin diplomasisi dahi pamuk ticareti üzerineydi.
Pedro, yeni beyaz göçmenlere Sao Paolo’nın yüz kilometre kadar güneyinde bir yer gösterir, gelirler, beğenirler, bayılırlar, havası suyu ve her şeyiyle hârikadır; üstelik 4 milyon âdet bedavaya köle de var. Daha ne olsun!
Burada bir Amerikan şehri kurulur, adı Americana!
Bugün de var; 250 bin nüfuslu bir Amerikan şehri… Dışarıdan gelenlerden sadece İtalyanları, biraz Yunan göçmeni olanları kabul etmişler, nüfusun yüzde 90’ı Amerikalı; yabancı düşmanlığı, ötekileştirme, xenophobia’nın tanımı için örnek bir yer. Çift dil, çift kültür ama ağırlıklı olarak Amerikan-Güney kültürü gözleniyor şehirde.
Margaret Mitchell’in yazdığı Amerikan İç Savaşına ait ünlü aşk romanı Rüzgâr Gibi Geçti’nin Scarlett’ini bile burada hoop skirts’ler içinde görebilirsiniz. Hani o kumaş fazlalığından bolca dökümlü yapılmış altında birkaç kişinin saklanabileceği büyüklükteki etekler içinde görebilirsiniz; çakar almaz tüfekleriyle gezinen Konfederasyon askerlerini de üniformalarıyla caka satarken… Yatıp kalkıp ah ediyorlar, Kuzeylilere arazilerini nasıl kaptırdıkları için vah çekiyorlar.
Tam bir Güney kültürü burada yaşıyor: Elmalı Turta en sevdikleri tatlı, Karayip kültüründen bulaşmış bir Creol Mutfak geleneği de sürüyor; tavuk eti tadındaki timsah köftesi en sevilen hamburger arası yiyecek… Kiliseleri Amerikan Evangelist ve Baptist geleneğinde, Brezilya’nın Katolik kültüründen fersah fersah uzak.
Festivallerinde Amerikan Country tarzının bançolu, akordu bozuk kalmış gibi gıy gıylı sesiyle ilk şarkıdan sonra hep aynı yallelliyi çalıp söyleyip illallah ettiren müzikleri ve kızlı erkekli kol kola dansları da 1860’lardan kalma… Eğlenceli bir yer; tarihin tekrarı gibi.
Tabii gelenler sadece Americana’ya yerleşmiyor, kocaman ülke, seç seçebildiğince…
Başka yerleşim yerleri de kuruluş o tarihlerde; hepsi Confederados fakat bunların arasında Americana bu göç hikâyesinin pırlantasıdır.
Bugün zincirlenmiş köle yok ama küresel kapitalizmin her yerde ezdiği, yoksul, örgütsüz, hakları ellerinden alınmış yahut hiç verilmemiş işçiler var; üstelik pamuk da kozasını patlatıyor, tütün de ekilip sigaraya sarılıyor, mısır da öyle, fıstık da…
Güneyli için zamanın günlük yirmi dört saati hep aynı; saatin markası değişmiş sadece…
1860’ların ünlü saat markası, hemen yazıdan sıkılıp yorulmayınız, bitti az kaldı ve dikkat buyurunuz, Kuzeyli Massachusetts Eyaletinde üretilen Waltham saatleri gitmiş, yerine Kaliforniyalı üretici Apple’dan, ‘Hey Siri!’ diye seslendiğinizde size türlü acayipliklerle karşılık veren Apple’ın saatleri gelmiş.
Pamuğun, tütünün, fıstığın, mısırın üstündeki insan teri aynı…