Metin Altıok denince aklıma ilk gelen kitap Kendinin Avcısı’dır. Bulmam biraz maceralı olmuştu, ama bu kitapla birlikte benim şairlerim arasında yer almıştı Metin Altıok. 1980’li yıllardan bugüne içimdeki yerini koruyor.
Her şairin yeri, değeri ayrıdır, kendine özgü yönleri vardır. Bir de okur olarak kişinin deneyimleri, beğenileri ve söz konusu şairle kurabildiği gönül bağı da önemlidir. Bu bağlamda Altıok’un şiiriyle kolayca kurulan bir yakınlığım söz konusudur. Bu yazıda onun şiirinin bendeki anlamı, izleri ve önemli gördüğüm bazı yönleri üstünde durmak istiyorum.
Altıok’un şiiri gitmelerin şiiridir. Gitmek olarak dile gelen eylem ve tavır, onun hem poetik hem de kişisel seçimini/tarzını ortaya koyar. “Ama gitmektir benim/Yenilmezliğim dünyada”. Gitmek derken bir aşktan diğerine, bir kentten bir başka kente, hayatın belli bir evresinden başka bir evresine gitmek anlamında, ikili bir gitmeden söz edilebilir. “Sonra git yeni bir aşkı bulmaya”. Bu noktada onun şiirinde bireyin iç ve dış yolculukları, gitmeleri iç içedir. Altıok’un şiiri, daha çok içsel coğrafyadaki yolculuğun, gitmelerin notlarıdır. “Görüyorsun bir acıyı gidiyoruz seninle,/Örselenmiş söz yığınları bırakarak/Kırık tekerlekler gibi ardımızda./(…)/Konup göçüyoruz böylece acıyla birlikte./Bir imgeye dönüşen rüzgarın önünde”.(“Savrulan” şiirinden) İçselliğinin derin katmanlarını yalın ve duru bir dille şiirleştirmesi onun kendine özgü yanıdır. Estetik ve biçimsel denemeleri daha çok dilini arayan bir tinselliğin anlatım yolları olarak düşünülebilir. Altıok’un şiiri, yaşamının kalbine ve belleğine bıraktığı izlerden, dipnotlardan örülüdür. Belki de bu yüzden olsa gerek her kitabı hayatının belli bir dönemin kayıtları ya da poetik kara kutusu olarak düşünülebilir. “Bir başka şiir için kapattım bu uğursuz defteri.” Yaşamın her dönemi açılan ve kapatılan bir defter olarak o dönemin şiirini de içerir.
Altıok’un şiiri herşeyden önce “kendi”nin şiiridir. Kendisine odaklanırken, bu yönelimini, öteki/lerle ilişkilerini ve yalnızlığını da gözeten bir yaklaşımla işleyen Altıok, insanın iç dünyasını/ruh hallerini yaşama mekanlarıyla birlikte ortaya koyar. Onun şiirinde kendisi, kendi benliği temelde yer alır. Yolculukların başlangıç ve varış noktası ve aynı zamanda yolu olarak “kendisi” söz konusudur. Kendisiyle birlikte başkası/başkaları da onun poetikasının kurucu unsurlarıdır. Burada aynı zamanda insanın kendisiyle ve başkalarıyla yüzleşmesi, hesaplaşması da söz konusudur. Altıok’un şiiri sürekli kendisini irdeleyen ve sorgulayan bir şiirdir. Söz konusu sorgulama ve yüzleşme ayna metaforuyla karşımıza çıkar. Ancak aynanın çatlaklığına dikkat çekilir. “Çatlak” imgesi, kendisiyle yüzleşmenin acılı ve sancılı bir süreç ya da hal olmasına ilişkin etkileyici bir imgedir. Bu bağlamda Altıok’un şiiri aynı zamanda sürekli bir kanamanın, yaralı olmanın da şiiridir. “Geceleri kanatırım kendimi” diyen şairin dizelerinde karşımıza çıkan kanama, onun şiirinde sıkça karşılaştığımız acıyı da düşündürür.
Acı, Altıok’un poetikasında en belirgin duygulardan, durumlardan biridir. Acı yalnızca içten hissedilen bir duygu olmanın ötesinde, aynı zamanda bir yaşama koşulu olarak da anlaşılabilir. “Kiracıyım bir acıya” diyen şair, acı çekmenin bir varoluş koşulu ya da ortamı olduğunu vurgular. Altıok bu bağlamda yalnızca acının/acıların etkilerini dile getirmekle yetinmez, söz konusu acının kendine özgü bir çözümlemesini ve değerlendirmesini de yapar. Duyguların akıl/bilinç süzgecinden geçirilmesi Altıok’un şiirinin ayırt edici bir özelliğidir. Güncellikten kaynaklanan acıların yanı sıra, insanın özünden kaynaklanan bir acıdan da söz eden Altıok’un şiiri varoluşsal sorunlar karşısında insanın durumunu işleyen bir şiirdir. Bu noktada onun şiirinde yaşam, dünya ve toplum karşısında, daha doğrusu bunların içinde aykırı biçimde varolan, “tersine yaşayan” bir bireyin başkaldırısını da görebiliriz. Gitmek de bir başkaldırı anlamı taşır. Bir çare, bir teselli arayışı olmanın ötesinde gitmek, insanın kendini ve hayatını yenileme arzusunun ve arayışının da göstergesidir. Küçük Tragedyalar kitabında bu duruma ilişkin etkileyici şiirler yer alır. Gitmek, yolda olmak da zorlukları, acıları içeren bir süreçtir. “Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar” diyen şair, acının poetik ifadesini ortaya koyar. Bu noktada acı Türk şiirinde sıkça işlenen başlıca temalardan/sorunlardan biri olmakla birlikte, Altıok’un şiirindeki acının daha çok bireyin varoluşsallığı bağlamında ele alındığını ve yorumlandığını söylemek mümkündür. Elbette toplumsal kökenlerini ve bireyin içinde yaşadığı dünya durumunu ve tarihsel koşullarını da göz ardı etmeden vurgunun daha çok varoluşsallığa yapıldığı şiiriyle Altıok, kendisini ve kendisiyle başkalarının ilişkilerini ve sorunlarını ön planda tutarak acıyı dile getirir. Onun şiirinde acının dile getirilişine eşlik eden sessizlikler ve suskunluklar da kendine özgü bir yere sahiptir.
Altıok’un şiirindeki özne, öznelerarası öznedir. Toplumsallığın kuşatılmışlığı içinde, başkalarıyla ilişkileri bağlamında dile getirilen öznenin “kendi” olmaklığı üstüne yapılan vurgu aynı zamanda özne ile diğerleri arasındaki mesafelerin sorgulanmasını içerir. Bu noktada kişinin/öznenin kendini en yakın buldukları ile daha uzak hissettikleri kişiler/gruplar arasındaki mesafeler ve farklılıklar poetik yansımalarıyla çıkar karşımıza. İnsan ilişkilerinde gördüğümüz kopuşlar, uzaklaşmalar kadar yakınlaşmalar da Altıok’un şiirinde sıkça rastladığımız temalardır. Bu noktada onun şiirinde toplum eleştirisi de oldukça belirgindir. Altıok’un şiiri bireyin kendisiyle yüzleşmesinin şiiri olduğu kadar toplumla hesaplaşmanın da şiiridir. Toplum eleştirisinin daha çok değerler temelinde yapıldığını görebiliriz. Bu noktada “aşk”ın merkezi bir konumu vardır. Şair de zaten daha çok aşka ve ölüme inandığını vurgular.
Kendisiyle, kendisinin haliyle yaşadığı mekanların durumu arasında benzerlikler kuran Altıok, gezgin, sürgün ve yabancı olmanın kendini en çok hissettirdiği mekanların başında otellerden söz eder. Kendine iner gibi otele inmekten söz eden şair, bir bakıma yer-yurt arayışının eşlik ettiği bir gurbet duygusunu da dile getirir.
Romantizm ve melankoli onun şiirinin belirgin özellikleridir. Duygu temelli bir şiir, ancak duygusal değil. Bilinç ve duyarlılık birliktedir. Duygulanımların değil, bir duygu durumunun insanın bütünselliği ve yaşanmışlıklarının bağlamında işlenmesi söz konusudur.
İmgelerinin ışık ve karanlıkla ilişkisi onun poetikasında sürüp giden bir gerilime ve diyalektiğe işaret eder. İnsanın yaşadığı ve hayatın içerdiği karşıtlıklar Altıok’un şiirinde hep karşımıza çıkar. Bir örnek olarak “gölgesi yıldız dolu” imgesi, onun şiirinde ruhu kararan ve karanlık bir toplumsallık-siyasallık durumu içinde yaşayan özne için aynı zamanda bir umut imgesidir. Altıok’un şiirinde daha çok içe dönük bir karakterle gördüğümüz öznenin poetikasında dış dünyaya ilişkin metaforlar ve imgeler, insanın kendi iç yolculuğunun dünyayla ve toplumsallıkla bağıntısını kurarken aynı zamanda gezgin ve sürgün insanın kendine başka bir hayat ve dünya arayışına da işaret eder. Yola çıkan ve ardında acının ıslıklarını işiten kişi, kendi göğünü aramaya çıkan kişidir. Yeryüzünde kendi yüzünü ve kendinin yeryüzünü arayan özne, politik bir yönelimi belirgin bir biçimde göstermese de hümanist bir tavrın ve söylemin izinde yolunu açmaya çalışır.
Yalın ve duru bir şiiri sürdüren Altıok’un günlük dille şiirsel dili kendine özgü bir uyumla birleştirdiğini söylemek mümkündür. Onun şiirinde felsefi boyut da açıkça kendini göstermez. Şiirin yapısı ve söylemi içinde yer alan bir felsefi yön mevcuttur. Şiirinin dokusu içinde onunla bütünleşmiş bir felsefi damar söz konusudur. Altıok’un şiirindeki öznenin felsefi bakışı, daha çok onun kendine yönelik yüzleşme, sorgulama ve sorularıyla karşımıza çıkar. “Bazen düşünür müsün sen de/Başka bir şeymiş gibi kendini?”.
Altıok’un şiirinde kendine özgü bir sesi, tadı vardır. İnsanın gezgin, yabancı, yaralı ve kırılgan oluşundan beslenen ama yaşama halini ve duyarlılığını incelikli bir aklın yorumundan geçiren yaklaşımıyla Altıok, varoluşsal bir şiiri ortaya koyar. Varoluşa dayanan, oradan yola çıkan şiir, insanın hiçlikle, ölümle hesaplaşmasını da içerir. Aşkın ve ölümün belirleyici olduğu bir varoluşun şiiri, insanın insan olma mücadelesinin ve bu yöndeki acılarının, kırılganlıklarının ve arayışlarının şiiridir. Altıok’un şiirinde insan, yaşam ve dünya tek bir yönüyle/özelliğiyle değil bütünlüğü, kaotikliği ve çeşitliliğiyle ele alınır. Bu noktada hayatı ve ölümü, sevgiyi ve yalnızlığı birlikte işleyen şairin Soneler adlı son kitabında ise ölüm imgesi daha ön planda görünür. Bu kitabındaki şiirlerde daha çok bir yaşama yorumunu, bir ömrün hermeneutiğini yapmaya yönelen şair, kendi hayatının ve şiirinin hesabını yine kendine verir gibidir. “Durup geçmişe bakarken hüzünle bugün/Bir otele iner gibi kendime indim”.
Hayat nasıl bir kişinin ise ölüm de öyledir. Kendisi olarak yaşamayan, kendisi olarak ölemez de. Bu noktada yaşamın ve ölümün anlamı ve değeri/değerlendirilmesi her birey için farklılık taşır. Altıok’un şu dizeleri de onun yeryüzündeki varoluşsallığımızı nasıl yorumladığını açıklar: “Herkes kendince göçer bu yeryüzünden;/Kimse pay çıkarmasın başkasının ölümünden”.
Şiirinde köz, har, yangın, kül vb. motiflere ve imgelere sıkça rastlarız. “Sonunda kendime bir top yangın edindim,/Soluğumla besledim dudağımın ucunda./Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,/Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleri/Yanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla./Koştum, durmadan koştum o küçük yangınımla,/ Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya”(“Sis” şiirinden) Bir başka şiirinde de şöyle konuşur: “Birini bulurum mutlaka,/Yangınımı körükleyen birini./Biri mutlaka vardır/Zonguldak’ta, Sivas’ta,/Yakında ya da uzakta,”.(“Birini Bulurum” şiirinden) Ölümü ile bu imgeler arasında bir sezgi, bir öngörü ilişkisi kurmak çok uygun olmaz. Ancak yine de imgesel-metaforik söylemin kurucusu olan bir unsurun poetikadan çıkıp gerçeklikte de karşılığını bulmasını insanın canını acıtan ve düşündüren bir tesadüf olarak düşünüyorum.
Bu yazı ilk kez Temmuz 2018’de İnsancıl dergisinde yayınlanmıştır