Bob Dylan’ı geç ergenlik döneminde en çok etkileyen müzisyenlerin başında hiç şüphesiz Woddy Guthrie gelir. Dolayısıyla Dylan’ın ilk albümündeki kendisine ait iki besteden birisinin Woody için yazılması hiç şaşırtıcı değildir.
1930 ve 40’larda üzerinde ‘bu makine faşistleri öldürür’ yazan gitarıyla Amerika’yı bir uçtan diğerine yük trenleri ve otostopla karış karış gezen Guthrie, göçmen işçilerle yol almış ve geleneksel folk ve blues şarkıları öğrenmiştir.
Şarkıları özellikle Amerikan ekonomisinin tamamıyla çöktüğü Büyük Bunalım esnasındaki Dust Bowl dönemi olarak adlandırılan kuraklık dönemindeki deneyimlerini konu almaktadır. Dust Bowl, 1930’dan 1936’ya ve bazı bölgelerde 1940’a kadar şiddetli toz fırtınalarının, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’nın bozkır ve çayır topraklarına önemli derecede ekolojik ve tarımsal zarar verdiği bir dönemdir. Milyonlarca dönümlük tarım arazisinin işe yaramaz hale geldiği bu dönemde, yüzbinlerce insan evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Büyük bir kısmı Oklahomalı olduğu için “Okies” olarak adlandırılan bu ailelerin çoğu, Kaliforniya ve diğer eyaletlere göç ettiler. Arazi sahibi olmadıkları için, yol üzerinde karşılarına çıkan çiftliklerde çok düşük ücret karşılığında meyve ve diğer ürünleri toplayıp, açlık sınırında yaşamlarını sürdürdüler. Bu dönem, John Steinbeck‘in Pulitzer Ödülü kazanan Gazap Üzümleri ve Fareler ve İnsanlar adlı eserlerine de konu oldu.
Açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü bu dönemde şahit olduğu trajediler Guthrie’nin şarkılarına ilham verdi. Yazdığı yüzlerce şarkıda işçi sınıfından, emeğin değerinden ve sıradan insanın onurundan bahsetti.
Hazret kendi şarkıları ile ilgili şunları söylüyor: “Ben, ‘kaybetmek için doğmuşum’ diyen kaderci şarkılardan hep nefret ettim. Bireyi üzen, onun değersizliğini yüzüne vuran şarkılarla hiç işim olmadı. Rengi, cinsi, statüsü ne olursa olsun insanı var eden şey onurudur. Ben, insanoğlunun kendisiyle, yaptıklarıyla, emeğiyle gurur duymasını sağlayacak şarkılar yazmaya çalıştım her daim.”
Guthrie hayatı boyunca kendisini güçsüzlerin bir sözcüsü olarak gördü ve bu insanların yaşadıklarını bir gazeteci tarafsızlığıyla şarkılarına taşıdı.
Mazlumlara duyduğu empatinin kaynağında kendisinin de bir mazlum olmasının payı büyüktü. Oklahoma’da 1912 yılında doğan Woodrow Wilson Guthrie’nin hayatından trajedi hiç eksik olmadı. Babasını ve kız kardeşini bir yangında kaybetti. Annesini ise genetik bir nörolojik hastalık olan Huntington Hastalığından. Genellikle 30’lu yaşlardan sonra ortaya çıkan ve bireyi yürümekten, konuşmaktan ve düşünmekten yoksun bırakan bu sinsi kalıtsal hastalık daha sonra Woody’nin de yakasına yapışacaktı. Hastalık onu 1954 yılından vefat ettiği 1967 yılına kadar bir hastane yatağına bağımlı kıldı ve Guthrie’yi adeta bir mum gibi eritti. Asla bir yere bağlı kalmadan, her daim gezmeye adanmış dur durak bilmeyen bir yaşantının ardından oldukça zalim ve trajik bir son.
Annesini 17’sinde kaybeden Guthrie, hayatını karakterize eden gezginliğe Dust Bowl yüzünden topraklarından olan Oklahomalı göçmen işçilere katılarak başladı. John Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanına konu olan bu yolculuk esnasında şahit olduğu trajediler, aynen romanın başkarakteri Tom Joad’u etkilediği biçimde onu etkiledi. Kuzeni Jack Guthrie’den gitar çalmayı öğrendi ve aynen Dylan’ın yaptığı gibi geleneksel halk türkülerinin melodileri üzerine kendi şarkı sözlerini yazmaya başladı. Çok kısa bir zaman zarfında mazlumların ozanı olarak anılmaya başladı. Ara sıra dönemin diğer folk ve blues türkücüleri Cisco Houston, Pete Seeger ve Sonny Terry ile bir araya gelerek kayıtlar yaptı.
İşçi ve ırgatların toprak sahibi zenginler tarafında sömürülmesine karşı çıktı. Bu insanların örgütlenmesi ve yaşadıkları haksızlıklara karşı çıkabilmesi için uğraş verdi. Bu yüzden de devlet tarafından Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük korkusu haline gelen ‘Komünizm’in bayraktarlarından birisi olduğu iddiasıyla kara listeye alındı. O dönemde sol görüşlü insanlara karşı bir cadı avı başlatan Senatör Joe McCarthy’nin hedeflerinden birisi haline geldi. Dostu Pete Seeger’ın yüreklendirmesiyle ‘Bound for Glory’ adlı otobiyografisini kaleme aldı. Bob Dylan da onu bu otobiyografi sayesinde keşfetti.
[Bound For Glory, 1976 yılında Amerikan sinemasının en özgün yönetmenlerinden Hal Ashby (dünyanın en güzel aşk filmi Harold and Maude, başrolünde Jack Nicholson’un olduğu müthiş bir yol filmi olan The Last Detail ve Jerzy Kosinski’nin aynı adlı romanından uyarlanan ve Peter Sellers’ın en güzel performansının yer aldığı büyülü Being There filmlerinin yönetmeni) tarafından sinemaya uyarlandı. Filmin başrolü defalarca Dylan’a teklif edildi ancak Dylan her seferinde rolü reddetti. Guthrie’yi filmde David Carradine canlandırdı.]
Kitabı aylarca elinden bırakmayan Dylan, Woody’nin sosyal adaletsizliğin karşısında onurlu dik duruşundan çok etkilendi ve onun tüm şarkılarını repertuarına ekledi. Bu süreçte Dylan şarkı söyleyiş biçimini de tamamen değiştirdi. Bugün Dylan’ın alamet-i farikası haline gelen kendinden çok daha yaşlı, boğazdan gelen kulak tırmalayıcı ses tonu aslında bir ‘Okie’i taklit etme sevdasıyla ortaya çıktı. Ama esas ilgisini çeken şey Guthrie’nin müziğinden ziyade duruşuydu.
Dylan’ın Guthrie saplantısı yaşadığı kasabada bir alay konusu haline geldi. Kahramanı ile tanışmayı delice istiyordu. Arkadaşları sıklıkla kapıda ya da telefonda Woody Guthrie’nin olduğu şakasıyla Dylan’ı gına getiriyordu. 1960 yılının Aralık ayında bir gece, birkaç bardak şarabın da verdiği cesaretle Guthrie’nin Huntington hastalığı sebebiyle yattığı New Jersey’deki Greystone Hastanesi’ni aradı. Nöbetçi doktor Guthrie’nin hastalığı yüzünden telefona gelemeyeceğini bildirdi. Bu telefon konuşmasından kısa bir süre sonra Dylan sırtına gitarını astı ve karlı bir fırtınada Amerika’nın Ortabatı’sındaki Minnesota’dan New York’a doğru otostop çekerek yola çıktı. (Dylan’ın ilk albümünde kendisine ait ikinci bestesi Talkin’ New York’ta bu yolculuktan bahsedilir.)
Dylan idolü ile 1961’in Ocak ayının sonlarında, folk müzik hayranı bir çift olan Bob ve Sidsel Gleason’un evinde tanıştı. Çift bazı Pazar günlerinde Woody Guthrie’yi hastaneden alıp New Jersey’deki evlerine getiriyordu. Bu ev toplantılarına zaman zaman Guthrie’nin yoldaşları Pete Seeger ve Cisco Houston’ın yanısıra Ramblin’ Jack Elliot gibi genç müzisyenler de katılıyor ve tüm akşam boyunca folk şarkıları söyleniyordu. Ama Dylan’ın bu toplantılardan haberi yoktu. Bir Cumartesi günü cesaretini toplayıp Guthrie ailesinin evinin kapısını çaldı. Kapıyı Woody’nin oğlu Arlo Guthrie açtı. Dylan’ın Woody Guthrie hayranlığından etkilenen ve Dylan’a kanı ısınan Arlo, önce Dylan’dan kendisine doğaçlama armonika ders vermesini istedi. Birkaç saatlik çalışmanın ardından da Bob Gleason’u arayarak Dylan’dan bahsetti. Dylan’ın Greenwich Village’daki performanslarından haberdar olan Gleason çifti de Pazar günkü toplantıya Dylan’ı davet etti. Dylan tüm gece boyunca Woody’nin güçsüz ve felçli bir biçimde uzandığı divanın yanında sessizce oturdu. Mide kanserinin son evrelerini yaşayan Cisco Houston ve Ramblin’ Jack Elliot ile muhabbet etti. Daha sonra da Woody’nin şarkılarını ona çaldı. Gecenin sonunda Guthrie’nin “Çok yetenekli bir çocuksun. Bence geleceğin var” sözleri ise ayaklarını yerden kesti.
Bu karşılaşmadan kısa bir süre sonra Dylan Song to Woody’i yazdı. Şarkının melodisi Guthrie’nin 1913 Massacre adlı şarkısından alınmıştı. Bu içten ve samimi şarkıda bir çırağın ustasına duyduğu sevgiden bahsedilir. Parçanın son dörtlüğünde ise bu gezgin ozanın açtığı yoldan çırağın da aynı ihtimam ve kararlılıkla yürüyeceğinden bahseder Dylan. İlerleyen haftalarda Dylan gerek hastanede gerekse Gleason’ların evinde Guthrie’yi sıklıkla ziyaret eder. Gleason’ların onu hastaneden almaya geldiklerine Guthrie her seferinde ‘Bizim genç oğlan da gelecek mi bu hafta?’ diye sormaya bile başlar. Ve bir gün Dylan Song to Woody’i çalar. Guthrie oldukça duygulanır. ‘Helal olsun sana be Bob!’ der.
Genç adam olgunlaşmaktadır. Bu süreçte Guthrie’nin kendi kafasında idealize ettiği kişiden çok daha farklı bir kişi olduğunu da deneyimleyecektir. Elbette üstadın dehası ortadadır. Ama etten kemikten bir insanın kafamızda yarattığımız idollere karşı galip gelme şansı var mıdır? Bu ikilem hiç şüphesiz hem Dylan’ın şarkı yazış biçimini hem de yaşama karşı duruşunu etkilemiştir. Birkaç yıl sonra The New Yorker’a verdiği bir demeçte Dylan bu karşılaşma ile ilgili şunları söyler: “Onunla tanışabilmek için yanıp tutuşuyordum. Onunla aynı yollardan geçtiğimi, aynı dertlere sahip olduğumu düşünüyordum. Benim için adeta tüm günahlarımı itiraf etmek isteyeceğim bir rahip haline gelmişti. Ama bir süre sonra bunun çok aptalca bir şey olduğunu idrak ettim. Ne o bir rahipti, ne de ben bir günahkar. Onunla konuştum, onu dinledim ve bu bana çok yardımcı oldu. Ama temelde bana yardım etmesi mümkün değildi. Sonunda bunun farkına vardım. Woody Guthrie benim son idolümdü.”
Şarkının sarı bir parşömen üzerinde yazılmış orijinal sözleri hala Gleason’ların evinde. Sözlerin yanısıra kağıdın üzerinde Dylan’ın el yazısıyla şöyle bir not bulunuyor: “14 Şubat günü New York Bleeker Caddesindeki Mills Bar’ında Bob Dylan tarafından, Woody Guthrie için yazılmıştır.”
Burada Song to Woody’nin ilk albümdeki versiyonu yerine 1970 yılında kaydedilen New Morning outtake’lerinden birisini paylaşmayı tercih ettim. Bence daha güzel bir versiyon…
WOODY’E ŞARKI
Burada çok uzaktayım evimden
Diğerlerinin daha önce geçtiği yoldan yürürken
Onların gözünden görürken bu yerleri ve insanları
Fakirleri, çiftçileri, prensesleri ve kralları
Hey Woody Guthrie bir şarkı yazdım sana
Dönüp duran bu acaip dünya hakkında
Hasta ve aç, yorgun ve yıpranmış
Ölüm döşeğinde, ama aslında hiç doğmamış
Hey Woody Guthrie, bilirim bildiğini
Misliyle bilirsin tüm söyleyebileceklerimi
Bu şarkı senin için, doyamam söylemeye
Çünkü çok az adam var yapan, senin yapabildiklerini
Selam olsun Cisco’ya, Sonny’e ve Leadbelly’e
Ve ülkeyi dolaşan tüm o güzel insanlara, seninle birlikte
Selam olsun tozla gelip rüzgarla yiten
O insanların ellerine ve yüreklerine
Yarın gideceğim buralardan, bugün giderim belki
Bu yolun götürdüğü yerlere beni
Tek istediğim şey ölmeden önce
Diyebilmektir bu çetin yolculuğa çıkabildim ben de