Türkiye siyaseti son bir ay içinde iki meselenin üzerinde dönüp durdu: Birincisi, Kuzey Irak’ta bulunan Kürdistan Özerk Bölgesinde yapılan ‘bağımsızlık referandumu’, ikincisi, ABD ile ‘vize uygulamasının’ karşılıklı durdurulması.
Bağımsızlık Referandumu
Birbirine yakın tarihlerde iki referandum oldu. Biri Irak Kürdistanı’nda diğeri İspanya’nın Katalonya bölgesinde. Ancak Türkiye sosyalistleri nedense Kürdistan’daki referandumla ilgilendiler. Birbirlerine doğrudan açık söz söylemek yerine işi karikatürize ettiler.
Sosyal medyada seviyesiz paylaşımlar da oldu. Kimi Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) kitabının kapağına ‘Kürtler hariç’ ibaresi astı, kimi Lenin’in Emperyalizm kitabının kapağına ‘Kürtler hariç’ yazısını iliştirdi.
Lenin’in referans alınmış olmasında bir beis yok kuşkusuz, ancak tartışmanın düzeyine işaret ediyoruz. Bu da mevcut durumdaki siyasi seviyemizi, tartışma kültürümüzün sığlığını gösteriyor.
Katalonya referandumu ise, olağan sayıldı. Üstelik Iraklı Kürtlerin söz etmediği bir şeyi, ‘hemen ayrılacağız’ sözünü açıkça ilan ederek yapılan bir referandum oldu. Bu referandumun arkasında kimse ‘emperyalizm’i aramadı. Kürdistan referandumunda ise, ‘emperyalizm’ arandı ve sosyalist Türk solunun geleneksel akımları arasında kanaat getirildi ki, bu referandum emperyalizmin bir oyunudur, desteklenemez.
Bu yargıda olanlara kimse kalkıp da “bir komşu ülkede ezilen bir ulus bir referandum yapıyor, bundan size ne kardeşim?” demedi. “Siz önce kendi işinize bakın” diyen olmadı. Kendi gündemi olmayanların başka gündemler üzerine söz etmeleri, siyasi seviyemizin bir başka tespik ölçütü sayılır.
Kürdistan referandumuna başkaca Kürt siyasi grupları, PKK, Goran Hareketi vb. de eleştiri getirdiler. Ancak kurguları farklıydı: Bazıları Kürt milli birliğinin sağlanması üzerine ulusal bir konferans toplanması gerektiğini ileri sürüyordu, bazıları referandumun daha ileri bir tarihte yapılabileceğini söyledi. Ancak halkın ezici çoğunluğunun referandumda ‘evet’ diyeceği anlaşılınca, eleştirisi olan Kürt siyasetleri geri adım attılar.
Kürtleri ezen bir devletin yurttaşı olarak Türk sosyalistlerine düşen ne olmalıydı? Ezilen ulusun aldığı karara saygı duymak. Buradan kendi siyasetine bir araç sağlamamak. Oysa ki, bu siyasi tartışma ve müdahalenin biçimi bile egemen ulus tavrını yansıtıyor. Tepeden ve üstelik egemen sınıfların diliyle konuşmayı kendine yakıştırıyor.
UKKTH meselesi
Her ulusal mesele, ulusal devlet kurma talebi, burjuvazinin talebidir. Marksizm açısından, Komünist Manifesto’dan beri ‘Dünyanın bütün işçileri birleşin’ diyoruz ve ‘proletaryanın vatanı yoktur’ belgisiyle, komünizmi bir dünya sistemi olarak kurguluyoruz.
Ancak toplumsal formasyonlardaki farklı düzeyler sebebiyle kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde işçi sınıfının iktidara ulaşabilmesi her ülkede farklı ittifak, işbirliği ve demokratik görevler karşımıza çıkartıyor.
Bu bakımdan dört parçaya bölünmüş Kürdistan toplumsal formasyonu, egemen ulusal devletlerce birbirinden kopartılmış, departmanlara ayrılmıştır. Her parça kendi mücadele dinamiklerine ve deneyimlerine sahiptir.
Bugün egemen Irak devletinin, İran ve Türkiye devletlerinin açıkça karşı çıktığı, ABD’nin defalarca yapılmamasını dayattığı bir siyasal zeminde bir referandum yapabilme özgüveninin oluşması, dört parçadaki mücadeleler, özellikle Rojava ve YPG’nin IŞİD’e karşı savaşımı sayesinde mümkün olmuştur. Bu referandum Kürt halkına özgüven ve moral aşılamıştır. Nitekim, İran Kürdistanı’nda ilk kez referandum ertesinde kutlamalar kitle gösterilerine yol açmıştır.
Bütün bunlar Lenin’in UKKTH’da ifade ettiği, ezilen ulusların egemen ulusa başkaldırısını, kendi kaderlerini tayin hakkını destekleme siyasetini ifade eder. İranlı devrimci Marksistler ceberrut İran devletine karşı kitle gösterilerine başvuran İran Kürtlerinden memnuniyet duyacaktır.
Türkiye’de ise, AKP’nin referandum karşıtı sert tutumu, savaş naraları, iktidar partisine oy veren Kürtler arasında hissedilir kırılmaya yol açmıştır. Bundan da sevinecek olan bizleriz. Dolayısıyla bu referandum siyasi olarak bölgede ezilenlere moral vermiş, devrimcilerin yararına bir iklim oluşturmuştur.
Anti-emperyalizm meselesi
Türkiye hükümetleri içinde 1974 Kıbrıs Harekatına karar veren Bülent Ecevit’ten sonra en açık ABD karşıtı tutum alan AKP hükümeti oldu. Çok açık ki, bu tutum ulusalcı solda memnuniyet yaratmış, CHP başta olmak üzere Vatan Partisi gibi örgütler siyasi yönden AKP’nin arkasına dizilmiştir.
Şunu açıkça söylemek zorundayız: Emperyalizmin açık bir işgali olmaksızın yaşanacak tüm siyasi çekişmeler, ABD ve Türkiye arasındaki pazarlık ve çıkar kavgası olacaktır. Bunun anti-emperyalizmle bir ilgisi bulunmuyor. Üstelik önceki Rusya, Almanya örneklerinde görüldüğü gibi, bir süre sonra arabulucu görüşmeleriyle AKP geri adım atıyor.
AKP’nin bir NATO ülkesinde S-400 Rus füzelerini kullanacak olması, Çin ile silah alımı pazarlıkları yapması gibi adımlar, ABD’nin görece gerilediği uluslararası zeminde mümkün ataklar olmuştur.
AKP, temsil ettiği burjuvazinin çıkarları için, bölgede emperyal hedefleri olan bir iktidar gibi hareket ediyor. Ancak AKP’nin harekat sahası, konjonktürel olduğu için sürekli zikzak çizmesine ve hata yapmasına yol açıyor. Emperyalizm karşısında Türkiye’nin ekonomik, askeri ve siyasi gücü bulunmadığı için, oradan oraya savruluyor. Bir bakıyorsunuz ABD safında aynı gün Rusya tarafına geçiyor veya bağımsızmış gibi konuşuyor.
Diğer yandan vize uygulamasının dondurulması, Rusya’nın tarım ürünlerine kota koyması ve turist göndermemesi veya Almanya’nın henüz açıklamadığı tedbirler karşısında Türkiye burjuvazisinin karlarındaki azalma işçi sınıfına yönelik baskıların artırılmasıyla kapatılabilir.
Bundan böyle, OHAL’in uzatılması için birden çok sebep sıralanacak demektir…