“Sen sıcak yatağında yaşlı bir kadın olarak öleceksin Rose. Şimdi değil, burada değil… Bana söz ver.” Leonardo DiCaprio’nun yukarıdaki sözünden anlaşılacağı üzere tam bir dramatik aşk filmiydi Titanik…1900’lü yıllarda dönemin en güçlü ve lüks gemisi olarak inşa edilen Titanik’in trajik hikâyesi bir efsaneye dönüştü.
Tabii kült filmler arasında yer almasının tek sebebi hummalı bir aşkı anlatır olması değil. Aynı zamanda bizi 1900’lerin başına götürerek, Avrupa’nın toplumsal yapısını, iç dinamiklerini gözlerimizin önüne seriyor.
Sınıf farkı mı? Her ayrıntısına kadar zihinlere işleniyor. Gemi içerisindeki kamusal alanlardan başlayarak giyim tarzına ve takınılan tavırlara kadar her nokta ince bir şekilde gösteriliyor.
Bir yanda kazan dairesinde çalışan işçiler, daha az korunaksız bölmelerde yolculuk eden ucuz biletli yolcular varken diğer tarafta balolara katılan, özel restoranlara giden ayrıcalıklı zenginler boy gösteriyor. Böylelikle “sınıf” olgusunun getirdiği kültür farkı eğlence anlayışına da yansımış oluyor. Bu gibi detaylar döneme ışık tutarken aynı zamanda hak, hukuk, adalet ve yaşam pratikleri hakkında bir portre çiziyor.
Geminin batma sebeplerinden biri olan teknolojinin getirdiği gözü karalığı ve “Lüküs Hayata” yapılan yatırımı hesaba bile katmıyorum. Daha sonra geminin batış anındaki gelişen olaylar silsilesi: filikalara önce üst tabakanın bindirilmesi, bu dehşet anında bir annenin korkan çocuklarına kendilerine sıra gelinceye kadar çaresizce hikâye anlatması, müzisyenlerin hâlâ çalmaya devam etmesi…. Evet bunlar bizi derinden üzen film sahneleri ama maalesef gerçekler daha acımasız. Filikalara binen yolcular diğer yolcuların çığlığını duymamak adına şarkı söyleyerek alkışla tempo tutuyorlardı. Bilhassa kazan dairesindeki işçiler yardıma layık bile görülmedi. İşte imrenerek baktığımız Avrupa medeniyetinin küçük bir minyatürü olan Titanik batışında bunlara tanık oluyorduk.
Filmin ardından, özellikle günümüzde ikincisinin çekilmesine olan rağbet bir hayli fazla. Sizce buna gerek var mı? Zaten çekilmekte olan bir “gerçek” filmi neden bir daha beyaz perdede izleyelim?
Batılı ülkelerin birçoğu kendi halklarına evde kalın ve “sevdiklerinizi kaybetmeye hazırlanın” diye nidalar attıkları halde kendileri de yasağa uymadı. Nihai sonuç olarak “kayıp”tan nasiplerini aldılar. BBC’ye göre[1], özel jetlerle uluslararası uçuşlar için yapılan sorgular dokuz kat arttı. Aynı zamanda zenginler havaalanlarında özel terminallere, özel suitlere, gümrük ve güvenlik işlemlerine ödeme yapmaktadır. Britanya’da ise ultra zenginler, üst düzey emlakçılardan korumalı konaklar, Cotswolds tarzı malikâneler ve ıssız Karayip adaları talep etmektedir.
Kamerayı biraz daha çevirelim. New York’un Southampton kasabasında yaşayan Amerikalı Milyoner Charles Stevenson, Bloomberg ile olan röportajında şu sözleri dillendirdi: “Şu anda endişelenmiyorum, şu anda bana yakın değil. Köydeki insanların koronavirüsü varsa, buradan gidecektim.”[2] Aynı zamanda Idaho’ya gidebilmek için uçağının hazır ve eğer isterse ailesinin ona katılabileceği bir kabine kapanacağını belirtti. Şehirdeki milyonlarca işçinin karşılaştığı gerçeklikten oldukça uzakta…
Binlerce New Yorklu ultra zengin, Doğu Hampton’daki villalara kaçıp buralara helikopterle yiyecek temin ederek alışveriş yapmaktadır. Ancak alt sınıfın insanlarının kaçacak hiçbir yeri yoktur. Farkındaysanız New York salgın hastalıkların yuvası haline geldi. Zenginler için tehlike doğurmayan bu gerçeklik, yıllardır şehrin zorlu koşullarını tadan ve yerel altyapı bozulmalarını gören sıradan bireyler için yeryüzündeki bir cehennem olacaktır. Ama sorun yok: ellerini yıka, mesafeni koru ve iyi olacaksın!
Yüksek duvarların arkasında kendilerine güvenli bir mesafe sağlayan, satın aldıkları özel adalarda veya büyük malikânelerde her türlü hizmet ve ekipman ile korunan üst sınıftan, servetlerinin kaynağı olan işçileri güvence altına almaları için hayatlarını riske atmalarını istemek kimsenin hakkı değildir. Örneğin, İtalya’da büyük şirket yöneticileri federasyonu, toplum yaşamını devam ettirmede başrol almasalar bile silahlar ve hatta kozmetik ürünleri de dahil olmak üzere binlerce fabrikayı açık tutmaya kararlıdır. Fabrikaların açık tutulmasıyla yüksek enfeksiyon düzeylerine sahip olma arasındaki bariz korelasyon hiçbir patronun umursamadığı küçük bir ayrıntıdan ileri gelir. Aynı perspektifte Donald Trump, pandemiyi kontrol altına almadan önce, Paskalya’da ve ABD’de üretime yeniden başlamaya oldukça kararlı görünüyor. Bunu yaparken de ABD kapitalist sınıfın büyük bir kısmını da arkasına almış durumda. Milyarder Tom Golisano, Bloomberg ile röportajında:
[3]“Çok büyük bir endişem var, eğer işler bu şekilde ilerlemeye devam ederse, ekonomiyi olduğu gibi kapalı tutmanın zararları birkaç kişiyi kaybetmekten daha kötü olabilir!“
Bu sözler sermayenin soğuk yargılamasını ortaya koymaktadır. İşini kaybetmek mi istersin yoksa ölmek mi? Seçim senin…
Madalyonun bir de öbür yüzüne bakalım. Bütün bu çıkar hesapları yapılırken diğer milyonlarca birey hükümetlerin giyemediği miğferi kendi üzerlerine geçirmeye başladı.
Mesela İngiltere’de bu insanlar yaşlı, hasta ve diğer savunmasız gruplara yardım etmek amacıyla toplum girişimlerine katılmaktadır. İran ve Çin’de, pek çok birey devletin reddettiği kapanma uygulamalarını savunmak için kendi kontrol noktalarını oluşturdu. Yine dünya genelinde binlerce kişi hastanelerde ve başka kurumlarda gönüllü çalışmak için kaydoluyor. Bu çabalara rağmen imkân sahibi üst sınıf güç koridorlarında manevra ve entrika yapmakla meşguller…
Hikâyeye biraz da akademik düzeyde bakmak için Kaliforniya Üniversitesi’nden Dacher Keltner’ın zenginler ve fakirler üzerinden yaptığı bir deneyi inceleyelim.[4] Keltner, Wall Street bankacılarında yaygın olan “kişisel çıkar ve sosyal kopukluk” olgusu ile yoksul mahallelerdeki yardımseverlik ve dayanışma duygularını karşılaştırdığı zaman, zenginlik ve empati arasındaki bağlantının incelenmesi gerektiğine karar verdi. Keltner’e göre insan, çevresindekilerin yardımlarına muhtaç ise, kendisi de çevresindekilerin duygularına daha büyük duyarlılıkla yaklaşıyor. Örneğin evinize giren para, çocuğunuzun eğitimine ve beslenmesine yetmiyor ve siz başkalarının yardımları ile ayakta duruyorsanız, birtakım sosyal beceriler kazanmak zorunda kalırsınız. Oysa tam tersi bir durumda, parası olanlar çevresindekilere çok fazla ilgi göstermek zorunda değildir. Bu da bize işletmenin kasasına sahip olan patronun sempatik olmak için neden çaba harcamadığını açıklar.
Görüldüğü üzere gemimiz uzun zamandır buz dağına çarpmayı bekliyordu. Sonunda koronayla beraber “müsademat”, çarpışma tamamlandı. Ayrıcalıklı sınıf bu çarpıştan korunmak için ‘filikalarına” biniyor, uzak adalara gidiyor veya yüksek duvarlar içindeki malikânesinde dışarıdaki faciadan uzak kalarak yaşamını ¨idame¨ ettiriyor. Yine sermayenin çarkı onların kârına dönüyor. Empatiden yoksunken (Keltner’in dediği gibi: buna ihtiyacı yok) kazan dairesindeki işçi akıllarına gelir mi sanıyorsunuz? O alt gelirli bireyin yerine kendini koyarak onun da bir ailesi, arkadaşları, eşi, dostu yani bir hayatı olduğu zihninde canlanır mı?
Titanik’in yansıttığı 20. Yüzyıl Avrupası gibi misali bundan sonra da toplumsal yaşam döngümüz şu şekilde devam edecek: Üst sınıf kaos ortamından filikalarla kaçmaya çalışırken alt sınıf kazan dairesinde kalarak gemiyi sırtlayacak, müzisyenler üst tabakanın korkmaması için dalgalar suratına çarpsa dahi şarkılarının ezgisine kendini kaptıracak. Ta ki gemi tamamen sular altında kalana dek…
[1] https://www.bbc.com/news/business-51527042
[2] https://www.bloomberg.com/news/articles/2020-03-02/can-we-get-a-vaccine-early-how-the-rich-prepare- for-outbreak
[3] https://www.bloomberg.com/news/articles/2020-03-25/billionaires-want-people-back-to-work-workers- aren-t-so-sure
[4] https://greatergood.berkeley.edu/article/item/does_wealth_reduce_compassion