Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) “henüz vakit varken” bağımsızlık referandumundan vazgeçmeye çağırırken, “tüm ikazlara rağmen bu referandumun yapılması halinde ikili ve uluslararası antlaşmalardan doğan Türkiye’nin hakkını mahfuz (saklı) tutulacağını” açıkladı.
Bu haber ve buna benzer haberlerin 25 Eylül’den hemen önce sıklaşmasının anlamı, Ortadoğu’da büyük güçlerin himayesinde yaşanan gelişmelere aşağıdan bir itirazın halkoyuna sunulmuş olmasıdır.
Kuzey Irak’ta yapılacak referendum karşısında, Kürtleri tehdit eden güçlerin başında yer alan bir devletin, egemen ulustan sosyalisti olarak ilkesel görevimiz, ezilen bir halkın kaderini tayin etmesine saygı göstermek olacaktır. Bu kadarıyla kalındığında, Birinci Dünya Savaşı sırasında ABD’ce ileri sürülen ve sözcüsü Amerikan Başkanı Thomas Woodrow Wilson adıyla tanınan ünlü Wilson Prensipleriyle paralel bir duruş sergilemiş oluruz.
Amasız ve fakatsız biçimde bu referandumun olağan koşullarda yapılmış olmasını güvenceye almak, bir halkın kaderine dair söz sahibi olmasını istemek gibi en basit bir kuralı benimsemiş olmak bile, referandumun yapılmasını istemek için yeterlidir.
Siyasi olarak ise, daha da anlamlıdır: Bugün referandumu tanımanın değeri, uluslararası egemenlere ve kendi egemen sınıfımıza küçük de olsa bir itirazı ifade etmiş olmasıdır. En azından demokratik bir haktan yana, egemen sınıfın çıkarlarının aksine tutum almış oluruz.
Buna rağmen kendi devletiyle paralel açıklamalarda bulunan ‘yerli ve milli’ sosyalistlerimiz, Barzani liderliğinin emperyalizmle işbirlikçi ve kendi bölgesinde muarrızlarına hayat hakkı tanımayan tutumları sebebiyle halkın kaderini tayin etme hakkına mim koyuyorlar. Egemenlerin diliyle konuşuyorlar.
Kendi kaderini tayin hakkı, esasen burjuva demokratik bir haktır ve devrimci sosyalistler açısından bu hakkın desteklenmesindeki anlam, statükoyu zorlaması, egemen sınıflar arasında ayrışmaya zorlaması ve merkezi devleti yıkmaya yönelik dinamikler taşımasıdır. Bu sebeple Barzani Ailesinin çıkarlarından bağımsız olarak bu referandum bir gelecek belirleme talebidir, meşrudur.
Milli Güvenlik Kurulu’nun toplanma tarihi erkene alarak yaptığı açıklama Kuzey Irak’la ilgili. Bildiğimiz kadarıyla İspanya’nın Barcelona kentinde Katalanların yapacağı referandum için MGK bir yaptırım açıklaması yapmadı. Öyleyse, benzer referandumun İspanya’da ezilen ulusça yapılmasına MGK itiraz etmiyor demektir. Aynı MGK, Irak’ta Kürtlerce yapılacak referandumu savaş sebebi sayıyor.
Peki neden? Yanıt basit: Kürtler Ortadoğu’da dört parçaya/ülkeye (Irak, Türkiye, Suriye ve İran) bölünmüştür ve Kuzey Irakta yapılacak bağımsızlıkçı her hamle diğer ülkelerdeki Kürtler içinde örnek olabilir. Özellikle IŞİD’e karşı savaşta başarılı olan Suriye Kürtleri de dahil Türkiye’deki Kürtler açısından da Iraklı Kürtlerin referandumu örnek olabilir. Tehditler bu yüzden çok güçlü ifade ediliyor.
Bu referandum ile Iraklı Kürt emekçileri özgürleşmeyecek, sömürü düzeni ortadan kalkmayacak. Iraklı Kürt işçinin, memurun sömürüsünü kendi ulusundan bir patron, sermaye grubu veya yeni devlet yapacaktır. Ancak bu biçimde meseleye yaklaşmak siyasal sürecin yaratacağı rahatsızlığı hafife almak olur.
Türkiye solundan, sosyalist hareketinden bu referandum için cümle kuranların bir kısmı Vatan Partisi seviyesinde olmasa da, deferandumun yapılmamasını veya ertelenmesini talep ettiler. Referandumun ardından bağımsız Kürt devletinin İsrailce desteklenmesine dikkat çekiyorlar. CHP savaş tezkeresinin içeriğini görüp evet diyeceğini açıkladı. ÖDP gibi HDP de referandum konusunda Barzani’ye dostça eleştirilerde bulundular.
Barzani’nin ise, ciddi bir siyasal sıkışmışlık içinde olduğu anlaşılıyor: “Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal” misali, referandumdan vazgeçecek bir açık kapı bulamıyor ve bulamadığı için referandum kararında ısrarcı oluyor.
Referandum kararından Barzani vazgeçmezse, yapılacak. Sonucun şu veya bu oranda ‘evet’ çıkacağını tahmin etmek zor değil. Belki de bu sebeple bölge egemen ulusları ve emperyalist devletler referandum sonrası için kapıları kapatmak istemiyorlar. Bütün tehditler referandumun yapılmasını ertelemek veya iptal ettirmek üzerine kurulu. Eğer bunu başaramazlarsa, referandum sonrasında aynı egemen ulus devletlerinin temsilcileri Kuzey Irak ile ticari ilişkilerini geliştirmenin yollarını arayacaktır.
Egemen ulusun sosyalistleri olarak, ezilen ulusların referandum yoluyla gelecekleri hakkında karar vermelerine tepeden tehdit edilmelerine, savaş ilan gerekçesi sayılmasına amasız-fakatsız karşı çıkmalıdır. Aksine, tam da bu yüzden 25 Eylül referandumundan yana ilkesel bir tutum almalıyız.