Bir pipet, pipetliğini yaptığı sürece pipettir. Pipetlik yapmayı bıraktığı noktada, o artık pipet değil, sadece çöptür. Bu, pipet kullanan bir insanın elindeki pipetle kurduğu hukukî ilişkidir.
Kural 1: Pipet emildiğinde, onu bir ucundan emen insanın ağız boşluğuna, içinde bulunduğu sıvıyı ve içine aldığı küçük objeyi, hiçbir şey yoksa havayı, diğer ucundan ulaştırmak zorundadır.
Kural 2: Bir pipet ucundan içine yerleştirilen objeyi; diğer ucundan bir insanın ona üflemesi durumunda, havanın basınçla ilerlediği yönde dışarı püskürtmek zorundadır.
Kural 3: Her cansız varlık gibi; bir pipet de ona dışarıdan uygulanan kuvvetlere fizik kuralları dışında reaksiyon gösteremez. İnsanın mutlak üstünlükle ve tek taraflı olarak pipetler üstünde kurduğu bu baskı ve kural mekanizması dışında gerçekleşen herhangi bir durumda artık onun adı pipet olmaz. O, derhal cezalandırılır, imha edilir ve çöpe (yahut belki de hapse) atılır.
O artık pipet değil, bir çöptür; hatta insan toplumuna uyarlarsak, hiç kuşkusuz bir suçludur, belki aşağılık, katil ve hırsızdır.
Isaac Asimov da tıpkı insanlığa ait ortak davranışlar kabulüyle geçerli kıldığı “Pipet Kanunları” gibi “Robot” için üç değişmez kural tanımlamıştı.
1-Bir robot insana zarar vermemelidir.
2-Robotlar, Birinci Kanun’la çakışmadığı sürece insanlar tarafından verilen emirlere itaat etmek zorundadır.
3-Robotlar, Birinci ya da İkinci Kanunla çakışmadığı sürece kendi varlıklarını korumak zorundadır.
Öyleyse yapay zekâ yüklü otomasyon sistemlerine/robotlara karşı da hukuk anlayışımız olacak mı, yeni bir toplumsal/davranışsal sözleşme geliştirecek miyiz? Görünüşe göre “Pipet Kanunlarını” var eden insanlık, Asimov’un da bahsettiği gibi robot ve otomasyon sistemlerine karşı da mutlaka bir sözleşme, hukuk geliştirecektir.
Malthusçu düşünceye –nüfusun artış hızının, geçim ihtiyaçları üretimi hızından daha hızlı arttığını sayısal olarak bize kanıtlıyordu- karşı duran birçok kişi tarafından kucaklanmış “Ephemeralizaton” kavramını geliştiren Buckminster Fuller, şunları söylüyordu:
“Hiçbir şeyden her şeyi elde edene kadar hep daha azla daha fazla…”[1]
İşte otomasyon ve robot düşüncesinin her geçen gün daha da gerçeğe dönüşmesinin arkasında Malthus’un gösterdiği sorunu tamamen ortadan kaldırıp insanlığa “harika/bolluk içinde” bir dünya vaat eden “maksimum verimlilik” ilkesi bulunmaktadır.
Öyle ki bu sistemler ve robotlar her zaman her konuda insandan daha hızlı ve verimli olacak, böylece insanlık tükettiğinden fazlasına her zaman sahip olabilecektir.
A. Hetlighen ve A. Toffler bunun insanlığın fiziksel problemlerini çözebilecekken fiziksel olamayan problemlerinin daha kötü bir hâl almasına sebep olabileceğini savunur. Haksız da sayılmazlar aslında… İnsandan daha hızlı hareket eden bir üretim mekanizmasını insan nasıl sağlıklı bir şekilde kontrol altında tutabilir ki? Bu durumda insanın duygusal aptallığı -bu noktada artık “insan” için “duygusal zekâdan” değil “duygusal aptallıktan” söz edilebilir- teknolojik zekâ karşısında ezilecektir. Heylighen’e göre insan zekâsıyla bilgisayar zekâsının kombine edilmesiyle elde edilecek bir bilgi edinme sisteminin beslediği kendi kendini organize eden, sürekli yeni bilgilerle güncellenen ve yeni koşullara adapte olabilen bir sistemin varlığıyla insanlar üzerindeki fiziksel olmayan sorunların önüne geçilebilir. Burada kritik olan nokta “kendi kendini organize eden” ibaresidir. Kendi kendinde organize olan, kendi kendine sebep-sonuç ilişkisi kurabilen, algoritmalar doğrultusunda çözümler ve bu bağlamda talep edilen ürünü üreten sistemler “sonuç odaklı insanı” var edecektir.
İşte yeni bir devrim daha! Sonuç odaklı insan devrimi. Yüzeysel bakıldığında günümüzde insanların sonuç odaklı olduğu, pek de haklı olarak, düşünülebilir.
“Konuşma da yap.” yahut “Sırf lafta kalıyor.” veya “O kadar çalışıyorsun da ne kadar para kazandın, sen onu söyle.” hatta “Sabahtan beri okuyorsun, hâlâ aradığını bulamadın mı?” gibi gün içerisinde çok kez sonuç odaklı, ne elde ettiğimizle ilgili cümleler işitiyor ve söylüyoruz. Öyle ki, günümüzde “neden” diye başlayan birçok cümle aslında sonuçla ilgilenen cümle oluyor:
“Neden kitap okuyorsun?”
“Ne için, ne elde etmek için okuyorsun?”
Kitap okuduğunda sonuç olarak ne elde ettiğinle ilgileniyor. Ancak yüzeysel olmayı bırakıp biraz daha karmaşık ve derin düşünürseniz göreceksiniz ki, gerçekte günümüz sebepler çağıdır. Çünkü birbirimize sorduğumuz bunca sonuç sorusu aslında o sonuca nasıl/hangi yöntemlerle, hangi sebepleri yaratarak ulaşabileceğimiz veya ulaşamayacağımız arayışından; ortak sonuç beklentimiz olan insanların sonuca ulaşmak için kullandıkları yöntemleri gözlemlememizden kaynaklanmaktadır. Bu davranış markette kırmızı pipetleri hızlı hızlı reyonlara göz gezdirerek ve oradan oraya koşuşturarak arayan markette karşılaştığınız arkadaşınıza “Neyi arıyorsun?” diye sorup, ondan bir sonraki sefer bu kez pipetleri aradığınızda onu bulmak için ne yapılmaması gerektiğini öğrenmeye çalışmaktır.
Sonuca ulaşmak için sebepler zinciri yaratmak zorunda olduğumuz bir çağın içindeyiz. Sonuçların sayısı az ancak sonuçlara ulaşmak için var etmek zorunda olduğumuz sebepler için çok fazla seçenek var. İşte bu yüzden ilk bakışta birbirimize karşı sonuç odaklı gözüksek bile, tek başımızayken en çok bir şeyi “nasıl”, “hangi yöntemlerle”, “hangi sebepler sayesinde” elde edebileceğimizi düşünürüz. Çünkü içinde bulunduğumuz çağda sebepler sonuçları doğurmaktadır. İşte bu yüzden aslında en çok sebepler üzerine düşünürüz, sonuç kenarda bellidir, belirsiz ve karmaşık olan ona nasıl ulaşacağımızdır.
Ancak verimliliğin maksimize edildiği, otomasyon ve robotların “tam gaz” ürettiği dönemde tam anlamıyla “sonuç” devrimi gerçekleşecektir. Bu çağın insanları, birbirlerine, şimdinin aksine sonuç odaklı cümlelerden çok sebep odaklı cümleler sormaya başlayıp ve yalnız kaldıklarında ise neyi istediklerini soruyor olacaklar. Sonucu verecek olan sebep, bu çağın insanları için içinde bulunduğumuz çağın aksine sadece istemektir. Çünkü bu çağ elde etmek için harcadığımız çabanın elde etmek isteyebileceğimiz ürünlerin sayısından çok daha az olduğu, verimliliğin maksimize edildiği, neredeyse hiçbir şeyle her şeyin elde edildiği çağdır. Tıpkı her iki tarafın da kendilerinin gözünde bakıldığında haklı olması durumunda savaşan iki ülkenin, bir uçak ve bir silahı birleştirerek bir ölüm makinesi yaratması ve milyonları katletmesi gibi bir durum bu çağda da var olabilir ve insan ırkını bütünüyle tehdit edecek bir tehlikeye dönüşebilir.
Bu karışıklığın önüne geçebilecek tek şey ise kanunlar olacaktır. Böyle bir durum için Sıfırıncı Yasadan söz edilebilir. “Bir insanı öldürmenin uzun vadede bütün insanlığın yararına olacağı bir durum söz konusu olursa bir robot nasıl davranmalı?” Bu soru Asimov’un Üç Robot Yasası’nın en büyük eksikliğini fark etmesine yol açar ve “Sıfırıncı Yasa” ile birlikte Asimov’un robot yasaları tamamlanır.
0 – Robotlar, tüm insanlığa zarar veremez ya da eylemsiz kalarak insanlığın bütününe zarar gelmesine göz yumamaz. Asimov Üç Robot Yasası’nın kendi kitaplarının evreninde mutlak kanunlar olduğunu belirtmiş ve Sıfırıncı Yasa dışında yeni bir yasa eklemeyi reddeder.”[2]
İşte Sıfırıncı Yasa robotun karar verme mekanizmasının tam anlamıyla varlığı ilan ettiği noktadır. Çünkü kendisinde emredilen davranışın ya da kendisinden istenen ürünün nelere sebep olup olmayacağına karar vermek zorunda kalacaktır. Çelişkili durumlar ise onu daha karmaşık kararlar vermek zorunda bırakacaktır. Bazı soruların birden fazla doğru cevabı vardır. İşte bu noktada robot hangi doğruyu seçeceğine onu var eden ideoloji doğrultusunda karar verir. Yani anlayacağınız, yine “Pipet Kanunları” geçerli olacaktır.
Günün sonunda “Pipet Kanunlarında” da insanın teknolojik zekâsı karşısındaki duygusal aptallığı gözükür. Öyle ki, pipeti kendisi üretmişken bazen ona öfkelenir, onu eğip büker, önce üretir sonra da ondan kurtulmaya çalışır. Onunla arasında diğer insanlarla kurduğu hiyerarşik ilişkiyi kurar. Buna alışır. Bu kez diğer insanlarla da “Pipet Kanunları” çerçevesinde ilişki kurmaya başlar, pipete davrandığı gibi davranır. Zaten pipete de insanlara karşı geliştirdiği bu davranış alışkanlığıyla öyle davranmıştır ya… Bu davranış karşısında başkaları da ona pipetmişçesine davranırlar, ama kendi “Pipet Kanunlarıyla”… Her şeyde olduğu gibi “Pipet Kanunları” da göreceli bir hâl almaya başlar.
“Kim demiş ki pipet emildiğinde içinde bulunduğu sıvıyı ulaştırmak için icat edildi diye? O tükürükle ıslatılıp sıkı yuvarlak bir hâl almış minicik kâğıt topunu başkalarının kafasına fırlatmak için yapılmıştır!”
“Uydurma, pipet maket yapmak için kullanılır.”
“Pipetler onlarla sohbet etmek için yapılmışlardır!”
Kimin kuralına göre? İnsan insanla kavga ettiğine göre; insan insanla hangi kavgayı veriyorsa, robotla da aynı kavgayı verecektir çünkü onu insan yaratmıştır.
Ona kural ve kanun yüklediğimiz an (şu an) yeni sözleşmenin yapılamayacağı andır.
Çünkü artık insanın var olduğu evrenin, evrensel kanunları geçerlidir. Artık “Pipet Kanunları” geçerlidir. Onu gören ve kullanan insanın; onu gördüğü ve kullandığı şekilde kurallar geçerlidir. Bir pipet acaba hiç pipet olmak istemiş midir?
“Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?” [3](Montaigne)
[1] “More and more with less and less until eventually you can do everything with nothing.”
[2] Yusuf Can Semerci, “Isaac Asimov’un Üç Robot Yasası Üzerine”, Bilim ve Gelecek Dergisi;
https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2017/10/01/isaac-asimovun-uc-robot-yasasi-uzerine/
[3] Michel de Montaigne, “Kanunlar Üstüne”, Denemeler, Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011, sf.14