Adalet talebiyle 420 km olan Ankara-İstanbul yolunu 25 günde yürüyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kitlesel bir finalle yürüyüşünü sonlandıracak. Yürüyüş boyunca ‘hareket’in kendisini dikkate alan sosyalist kamuoyu, çeşitli aralıklarla yürüyüşe desteğini açıkladı ve katılma çağrısı yaptı. DİSK, sendikalar arasında bu çağrıyı ilk yapan oldu. Türk-İş içinden bazı sendikalar destek verdi, KESK de katılım çağrısı yaptı.
Adalet talebini yeterli bir siyasi destek konusu yapan sendikalar ve sosyalist örgütler, yürüyüşün tümünde hakim olan siyasal ulusalcı havayı görmezden geliyor. Sadece siyasi söylemdeki ulusalcı havayı değil, bin 100 metre uzunluğundaki bayrakla HDP kortejini karşılamayı ve aynı zamanda sermaye örgütlerinin, ABD ve AB temsilcilerinin yürüyüşe desteğini de görmezden geliyorlar.
Finale yaklaştıkça sözde AKP tabanına seslenmeye çalışan Kılıçdaroğlu MHP’nin kurt işaretini yapabildiğini gösterdi. Son olarak ise, “Sokağın 15 Temmuz’una sahip çıkıyoruz. 249 şehidimiz, 1000’in üstünde gazimiz var. Anmalar yapılırsa tabi ki katılacağız” diye açıkladı.
Sosyalist örgütler bu yürüyüşe devrimci bir mana yüklüyorlar. Her örgütün ileri gelenleri Kılıçdaroğlu ile fotoğraf vermekte. Böylece binlerce kişinin katıldığı yürüyüşte olmaktan mutlu ve daha önemlisi umutlu olduklarını ifade ediyorlar. Fotoğraflarını paylaşıyorlar.
Oysa ki, Türkiye sathına yayılan 2013 Gezi İsyanı, 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 13 oy alan HDP’nin 80 vekili parlamentoya taşıması ve 16 Nisan 2017 referandumunun ortaya çıkardığı kitle seferberliği ile karşılaştırıldığında Adalet Yürüyüşü son derece kontrollü, ölçülüp biçilmiş, planlanmış ve sosyalistlerin müdahalesine son derece kapalı bir eylemdir. Kitle katılımı bakımından ise, milyonları seferber etmenin yanına bile yanaşamaz.
Siyasal sonuçları ise, CHP’yi büyüten, AKP sonrasına hazırlanmasını sağlayan, ona ‘halk hareketi’ unvanı kazandıran ve sosyalist hareketin çevresinde, çeperinde yer alan insanları CHP’ye yönlendiren, kısacası CHP’yi AKP karşısındaki muhalefetin odağı haline getirmeye hizmet eden bir eylemdir. AKP-CHP ikileminde ‘üçüncü seçenek’ arayışının tohumlarının yeşerme zeminini ortadan kaldırmaktadır.
Sosyalistler bağımsız bir siyasal hat örgütleyemediği için, AKP iktidarının giderek otoriterleşmesi karşısında CHP yürüyüşü bir ittifak zemini oluyor. Geleneksel olarak sosyalist hareket legal siyaset alanında, seçim sathında CHP’cidir. Bu bağımlılık hali, Emek ve Özgürlük Bloku deneyimleriyle, HDP eliyle bir miktar kırılmıştı.
Ancak bugün de, sosyalist hareket içinde CHP’nin HDP’ye göre ehvenişer sayıldığı geniş bir çevre var. İşte bu çevreler için bu yürüyüş bulunmaz bir Hint kumaşı oldu. Nitekim dört elle sarıldılar.
Oysa ki, Adalet Yürüyüşü’nü salt harekete geçirdiği kitle açısından değerlendiremeyiz –ki bu da Gezi, Haziran 2015 seçimleri ve 16 Nisan referandumunun onda biri- yirmide biridir-, programatik ve stratejik olarak bakıldığında ‘bırakınız yapsınlar’ dememiz gereken bir eylemdir.
Öte yandan HDP’nin ağır baskı koşullarında ve parlamentonun dışına itildikçe CHP ile yan yana durma eğilimi ortaya çıkıyor. Üçüncü seçenek iddiasından geri adım atıyor.
HDP’nin bu yürüyüşe destek vermesi, istenmediği yere giden bir siyasi parti konumuna kendisini kendi eliyle getiren bir siyasi hamle olmuştur. HDP CHP karşısında ilkeli duruş sergileyemediği gibi, kitlesini sürece katma yönünde sahici bir karar da alamamıştır.
Bu esasen bizim beklediğimiz bir durum. Bizce HDP, ‘üçüncü seçeneğin’ sadece bileşeni olabilir, bu seçeneğin odağı olamaz.
CHP ve HDP akımlarından bağımsız bir devrimci sosyalist akım, işçi sınıfına dayalı devrimci bir siyaset olsaydı, tartışma bitmişti. Ancak, bu tarihsel siyasi görev CHP ve HDP gibi büyük güçlerin çekim kuvvetleri sebebiyle de bir türlü mümkün olmuyor.
Böylece devrimci siyasal tarihin bize öğrettiği bir ders tekrar edecek: Otoriter rejimler karşısında önce burjuva partilerin demokratik söyleminin sonra burjuva partileriyle uzlaşmayı devrimci demokratik görev sanan uzlaşmacı sosyalistlerin iktidar olma denemeleri yaşanır. Kitleler önce bu akımları deniyorlar, iktidara taşıyorlar, onlara destek veriyorlar.
1917 Şubat Devrimi ertesinde yaşanan bu oldu. Farklı bir düzeyde 1936-1945 döneminde Avrupa’da yaşanan buydu. Yakın tarihte ise, 21. Yüzyıl Sosyalizmi lafzı ile Latin Amerika’da yaşananlar bu kategoride ele alınabilir.
Bu denemeler kuşkusuz boşa çıkıyor ve kitlelerin morali bozuluyor. Bir tek farklı deneyim, yüz yıl önce Rus Devriminde yaşandı ve bolşevikler demokratik burjuvazi ve uzlaşmacı sosyalistlerin dışında bir siyasal hareket olarak örgütlüydüler, onların ihanetleri karşısında işçilerin, köylülerin ve askerlerin iktidarı almasına yardımcı oldular.
Sonraki deneyimlerin tamamında sosyalist akımlar burjuva iktidarların parçası oldular ve bu iktidarlar tökezleyince devrimci akımlar da tökezledi, sağ iktidarlar tekrar iktidara geliyorlar.
Tarihi olarak uzlaşmacılığın boşa çıkmasının basit ama temel bir nedeni var: Burjuvazi demokratik devrimci rolünü yitirmiş, demokratik devrimci görevler işçi sınıfının devrimci mücadelesinin sahasına girmiştir.
Sosyalistler burjuvaziden bağımsız bir örgütlenme ve siyasal eylem içinde kendilerini bir sonraki evreye hazırlamalıdır.
Marks’ın 1848 devrimlerini analiz eden Fransa’da Sınıf Savaşımları kitabında, Troçki’nin 1905 Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe, Lenin’in Nisan 1917 Tezleri ve Yaklaşan Felaket broşürlerinde ifade ettikleri görüşler, özetle ‘sürekli devrim’ tam da budur. İşçi sınıfının demokratik görevleri de üstlenmek zorunda olması…
Siyasi olarak perspektifsizliğin getireceği savrulmalar kadar tehlikeli olan bir sonuç ise, pratik olarak karşımızda: Sosyalist cephenin güçlü toplumsal tabanı olmaksızın Adalet Yürüyüşüne verdiği destek, var olan toplumsal tabanı da CHP’ye aktarmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır. Neticede siyaset biraz da fiziktir: Büyük kütlenin çekim gücü her zaman küçük olandan fazladır!