1945’ten bu yana Almanya’da meclis partileri aşırı sağla her türlü ittifakı reddettiler. Dün, liberaller ve Hıristiyan Demokratlar, Solu iktidardan düşürmek için neofaşistlerle birlikte çalıştığında bu durum değişti.
Aylar süren siyasi tıkanıklığın ardından 5 Şubat’ta, Sol Parti’nin tek eyalet başbakanı olan Bodo Ramelow, Thuringia eyalet hükümeti liderliğinden düşürüldü. Yerini 24 saatliğine liberal Özgür Demokratik Parti’li (FDP) Thomas Kemmerich aldı. Partisinin Ekim ayındaki seçimlerde yüzde 5 almasına rağmen, Kemmerich’in bu göreve yasalara olmasa bile teamüllere karşı gelerek, sinsice gelmeyi başarması tepki çekti.
Ancak asıl dikkatleri çeken FDP’nin bu meclis darbesini halletme biçimi oldu. Bu darbe, sadece geleneksel müttefikleri Hıristiyan Demokratların (CDU) örtük desteğiyle değil, sağ popülist ve giderek artan bir şekilde aşırı sağcılaşan Almanya için Alternatif (AfD) partisinin desteğiyle de tasarlandı. AfD’nin Thrungia’daki lideri ise Alman siyasetinde açık bir neo Nazi olmaya en yakın kişi olan Björn Höcke.
Kemmerich, kamuoyu tepkisi nedeniyle istifa etmeden önce yalnızca 24 saat görevde kaldı. Olaylar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, seçildiği -ve hem FDP hem de CDU’nun ilk başta plana devam ettiği gerçeği- Almanya’da aşırı sağın normalleştirilmesinde yeni bir seviyeyi temsil ediyor ve ülkedeki neoliberal merkezle ilgili çok şey söylüyor. Ilımlı bir merkez sol idare ve aşırı sağ milliyetçilerin sırtında muhafazakarlığa dönüş seçenekleri karşısında, merkezin büyük bir bölümü ikinci seçeneği tercih etmiş görünüyor.
Federal Anayasayı Koruma Ofisi eski başkanı, CDU’lu Hans-Georg Maaßen’in tepkisi, bu tavrın örneği oldu. Thuringia’daki seçimi “muhteşem bir başarı” diye tanımladı ve bunu “en önemlisi, sosyalistler gitti” şeklinde açıkladı. Maaßen’in kendisi de aşırı sağ tehlikesini önemsiz gösterdiğiyle ilgili çeşitli yorumlardan sonra aşırılıkları gözlemleyen Anayasayı Koruma Ofisi’nden ayrılmaya zorlanmıştı. Oysa bu, sosyalistlerin yarattığı tehlikeleri takip ederken faşist tehdirleri görmezden gelen uzun süreli Alman geleneğinin bir parçasıydı.
Ehven-i Şer Sağcı
Thomas Kemmerich bir faşist değil. Hatta, bu kel siyasetçinin geçen yıl yapılan eyalet seçimlerindeki sloganlarından birisi “Nihayet, tarih sınavına önem vermiş dazlak”tı. Almanya’nın göçmenlerden temizlenmesini, ırksal saflık testleri dayatmayı veya sınıra duvar çekilmesini istemiyor. Sırf taktik gerekçelerle aşırı sağın oylarını kabul etmiş olması kendisinin de aşırı sağın adamı olduğu anlamına gelmiyor. Ancak kendisi tepeden tırnağa bir oportünist.
Batı Almanya doğumlu Kemmerich, birleşmenin hemen ardından doğudaki Thuringia eyaletine taşındı ve çoğu girişimci gibi ekonomik kargaşa ve kırılgan emek piyasasından faydalandı. Devlet mülkiyetindeki bir kozmetik şirketini satın aldı ve başarılı bir kuaför salonları zincirine dönüştürdü. 2000’lerin ortasında siyasete döndüğünden beri kendisini gerekli “iş yetkinliğine” sahip bağımsız fikirli ılımlı biri olarak pazarladı, başına buyruk niteliklerini vurgulamak için sürekli kovboy çizmelerini giydi.
Kemmerich’in, Alman medyasına göre partinin federal seviyedeki lideri Christian Lindner tarafından da önceden onaylanan aşırı sağa yaltaklanma kararının, Almanya’yı etnik beyazların devletine dönüştürmekle değil de Bodo Ramelow ve Sol Parti’yi görevden uzaklaştırmak için pragmatik bir tercih olmasıyla ilgisi var. Seçimi kazanır kazanmaz Sol Parti ve AfD’yi dışarıda tutan bir “merkezin hükümeti” kurma isteğini açıkladı. Bu plan geri tepti ve belki de kariyerinin sonun getirdi. Ama kendi sınıfının çıkarları için hareket eden bu adamı gerçekten suçlayabilir misiniz?
Cehenneme Giden Yol Oportünizmle Döşenmiştir
Dünkü darbenin uzun vadeli etkilerinin neler olacağını söylemek için çok erken. İlk etapta, toplumun tepkisi FDP’nin umduğundan daha sert olacak gibi görünüyor. Tüm büyük Alman partilerinin liderleri erken seçim çağrısında bulundu ve şansölye Angela Merkel, yapılan hamleyi bu sabah “affedilemez” diyerek kınadı. Bu kumar, Kemmerich’in kariyerini bitirebileceği gibi parti yönetimindeki yeri için güven oylaması yapılmasını öneren Christian Lindner’inkini de bitirebilir. En azından şu an için merkez direnmeye devam ediyor gibi görünüyor.
Bununla beraber, Thuringia, faşizmin nasıl iktidara geldiğinin hatırlanmasına hizmet ediyor. Faşizm, nadiren Roma’ya Yürüyüş (veya bu durumda Erfurt’a Yürüyüş) gibi hareketlerle devleti ele geçirir. Daha ziyade daha ılımlı sağ güçlerle uzlaşma ve flört yoluyla iktidar yolunu açıyor.
Adolf Hitler’in Nazi Partisi hiçbir genel seçimde çoğunluğu kazanmayı başaramadı ama gerçek sosyalizmden, Hitler’in “nasyonal sosyalizminden” daha fazla korkan muhafazakarların yardımıyla göreve geldi. Elbette hiçbiri sonuçta Nazilerin girişeceği vahşetin derinliğini önceden bilemezdi ama kendi ekonomik güçlerini korudukça demokrasinin kısıtlanması ve Solun bastırılmasıyla bir dertleri yoktu.
Tarihsel analojiler ister istemez fazla basite indirger ve 2020 yılının AfD’si 1930’ların Nazi Partisi’nden çok çok uzakta. Bununla beraber Almanya’da Sol partilerin anketlerdeki düşüşü ve AfD’nin kendini gerçek muhalefet partisi olarak göstermekteki büyük başarısı, endişe verici bir alametin gelecek yıllarda Almanya’nın normali haline dönüşebileceğini dün gösterdi.
Ne kadar küçük olursa olsun AfD’yi demokratik bir parti olarak normalleştirecek her hareket, ana akımda tutunacak bir yer bulmalarına yarıyor. Eyalet hükümetlerinde elde ettikleri her ufacık kazanım, ülke çapında yükselmelerini sağlayacak bir sıçrama tahtası oluyor. Bu nedenle Thuringia, 1930’da Nazilerin ilk defa eyalet hükümetine katıldıkları ve nihayetinde tek bir kurşun atmadan Alman devlet yönetim biçimini yutan stratejilerini test etmeye başladıkları bir yer olarak uygun. Neyse ki, en azındam şimdilik, Almanya’daki burjuva demokrasisi doksan yıl öncesine göre daha dirençli görünüyor.
Kaynak: Jacobin
Çeviri: Kontra Salvo