Hayır Meclisleri’ne ilişkin son yazımı kaleme aldığım bugün, CHP’nin “Adalet Yürüyüşü” Ankara Güvenpark’tan başladı. Rejimin gitgide derin bir krize sürüklendiği açıkça ortada. CHP’li vekil Enis Berberoğlu’nun “MİT TIR’ları görüntülerinin yayınlanması” gerekçesiyle açılan davada 25 yıl hapis cezasına çarptırılarak tutuklanması, CHP’yi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu artık işleyen bir rejim “varmış” gibi yapamayacağı bir noktaya getirmiş bulunuyor.
Adalet Yürüyüşü’nün hangi noktaya ilerleyeceği, tutuklama kararında ısrar edilip edilmeyeceği ve her iki durumda CHP’nin tavrının ne olacağı henüz belli değil. Toplumsal muhalefet, haklı olarak CHP’nin tutumuna güvenmiyor ama Adalet Yürüyüşü’ne, vekillerinin çoğu (CHP sayesinde) tutuklu olan HDP dahil tüm parti ve çevreler tereddütsüz destek verdi. Solun CHP ile ilişkisi için, belki de en uygun format bu; “sokakta beraber, siyasette ayrı.”
Eğer Adalet Yürüyüşü bu faşizme karşı kitlesel tepkiyi ete kemiğe büründüren bir yola girebilirse, bütün siyasi çevrelerin kendisini, sokakta oluşan bu cephenin neresinde konumlandıracağına dair yeni kararlar vermesi gerekecek.
Olası bir güçler çatışmasında, faşizme karşı mücadele eden cephenin hesaba katması gereken, olmazsa olmaz iç dinamikler var; sosyal demokrat/laik kesimler, sosyalist unsurlar, Kürtler ve Aleviler. Her birinin bir diğeri ile arasındaki gerilimler göz önüne alındığında, bu mücadele cephesinin son derece esnek bir temel üzerinden yan yana gelmesi gerektiği ortaya çıkar. Laiklerin dindarlarla, Türk ulusalcılarının Kürtlerle, sosyal demokratların sosyalistlerle, Alevilerin Sünnilerle içine sokuldukları düşmanlık ortamını ve hepsinin kendi içindeki ayrılık ve gerilimleri gideren bir ortak kesen ihtiyacı içindeyiz.
18 Haziran Hayır İstanbul
Ben, tam da bu “ortak kesen”in, Hayır Meclisleri ve Forumlar tarzında kitle taban örgütlenmeleri içerisinde geliştirilebileceğine inanıyorum. Çünkü Meclis ve Forumlar, hem herhangi bir siyasi partiye üye olmayanların, hem de Meclis’te kendini siyasi parti üyesi olarak ifade edenlerin yan yana durabildiği ve birey hukuku ile katılım gösterebildiği, kararların azınlık-çoğunluk esasına göre değil, oydaşma ile alınma ilkesinin yürürlükte olduğu yapılar. Bu haliyle Meclis ve Forumlar, A hareketi ile B hareketinin, yani tüzel kişilerin “ilkeler temelinde uzlaşması” değil; gerçek kişilerin birbirlerine değerek, yüz yüze gerçek bir ilişki kurarak, alanda birlikte iş yapma deneyimi ve güvenine dayanarak oluşturdukları gerçek bir zemin. Hayır kampanyasında CHP’lisinden HDP’lisine, EMEP’ten Halkevi’ne nasıl ki herkes ortak bir zeminde, somut bir faaliyet yürütürken, anlaşmazlıklarını “tüzel” kişilikler vasıtasıyla değil bire bir ilişki kurarak çözümlediyse, bunu “Nasıl bir demokrasi” sorusuna cevap verirken de yapabiliriz diye düşünüyorum. Bu cevap, doğrudan bütün topluma, dolaylı olarak da siyasi öznelere, Halk Meclislerinin ne istediğini açıkça ortaya koyması açısından önemlidir.
Bu cevaba bağlı olarak Adalet Yürüyüşü’nün CHP’nin tavrından bağımsız olarak sürdürülmesi, Demokrasi Buluşmaları temelinde kitlelerle somut bir bağ kurulması mümkündür.
Tüzel değil gerçek kişilerin, gerçek ilişkiler kurup tartışabildikleri ve oydaşma yoluyla ortaklaşabildikleri bu zemin; kanımca, üzerimize çöken karanlığa karşı ayağa kalkmanın en gerçekçi temelidir.