16 Nisan referandumu, ‘hayır’ cephesinin başarısını, ‘evet’çi iktidar ve devletin ise başarısızlığını ortaya koydu. Tayyip Erdoğan Beştepe’de halk oylamasının sonuçlarını değerlendirirken ne dünya ne de yüzde 50’ye yakın ‘hayır’ oyu veren seçmen umurunda değildi. Onun dünyası, şimdilik yüzde 50 artı 1 desteğini sürdüren seçmen kitlesi. Sarayın bahçesinde bindirilmiş kıtalara hitap ederken, Ankara’da ‘evet’lerin yüzde 50’nin altında olması da 80 milyonluk Türkiye de, 350 milyonluk Avrupa ve 6 milyarlık dünya da onun umurunda değildi. Geleceğin ‘başkan’ adayının vizyonu ve misyonu, bütün dünyası İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu’ya sıkışmış 25 milyon seçmenin ‘evet’ demiş olmasıyla sınırlıydı.
Öyle ki, Başbakan Binali Yıldırım’ın alttan alan konuşma tonunda, ‘galip-mağlup’ yok söylemine rağmen o, Kılıçdaroğlu’nu yuhalatıp, 8 defadır yeniyoruz taraftarlığına başvurarak, “Hans ne der, Helga ne der umurumda değil, ben Ahmet ne der Ayşe ne der ona bakarım” diyordu. Tipik bir cemaat lideri edasının ötesine geçemedi.
Bu seviyede bir dünyaya bakışı olan bir cumhurbaşkanının ve partisinin tabanı tabii ki tekbir getirip, idam cezasına alkış çalıp her geçen gün kendilerine benzettikleri liderlerinin ‘kılı’ olmanın ötesine geçemeyeceği çok açık. Yüzde 50’den fazla ‘hayır’ çıkan Ankara’da kutlama yapmayı abes bulmayıp, yüzde 50’yi geçen şehirlerdeki gençlerin ‘tencere-tava’ çalarak kazandıkları başarılarını kutlamalarını az kaldı ‘terör örgütü’ diyecekti ki, lafı toparladı. İlk fırsatta diyeceği çok açık.
Binali Yıldırım’ın alttan alan, Tayyip Erdoğan’ın ise üst perdeden, idamı, Avrupa Birliğini referanduma sunabileceğini söyleyen konuşmaları arasındaki ton farkı, sanırız referandumun sonuçlarının algılanışıyla ilgili. Erdoğan çıtayı yüzde 60’a çekmiş, Binali Yıldırım ise, İzmir’in etkisi altında kalmış olacak ki, ‘yüzde 50 arti 1 yeter’ demekle yetinmişti.
Yıldırım için yenilginin hafifletici nedenleri bulunuyor ancak Erdoğan için hafifletici tek şey ‘kazanmış’ olduğuna inanmasıdır. Bu nedenle ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ gibi veciz mahalli sözlere ihtiyaç duyuyor. Gerçekten de ‘atı alıp Üsküdar’ı geçmek’ ti bütün dert ya da böyle bir geçişle her şeyi yapabileceğini sanmaktı esas yanılgı.
Tayyip Erdoğan skora bakıp geri adım atacak bir siyasetçi değil. Sonuca bakmayı tercih ediyor ve bu ona yetiyor. Ne de olsa eski futbolcu!
Toplumsal alanda ise, yaşananları futbol maçına indirgemek kitleleri hafife almak olur. Kitleler para karşılığında oyun kuran insanlar değil. İnançları, dünya görüşleri var. Kendilerine nasıl davranıldığına dair kanaatleri ve algıları var. Onlar bir maçtan diğerine takım değiştiren profesyoneller değiller ve Erdoğan, 2013 Gezi’den bu yana girdiği müsabakaları kazanan değil kaybeden taraftadır. Gezi’de ve 2015 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi. Bu bakımdan 16 Nisan referandumunu da şaibe ve gayri meşruluk zemininde savunarak kaybetmiştir.
Yüzde 50’yi geçen ve ‘hayır’ sonucu çıkan şehirlerde, örneğin İstanbul’da işyerlerinde ve mahallelerde ‘evet’ oyu verenler zafer kazandıkları kanaatinde değiller. Oy çalındığı konusundaki iddiaları reddetmiyorlar ve suskun kalmayı tercih ediyorlar.
AKP, Erdoğan ve MHP için kırılma noktası burasıdır. Büyük kentlerde ‘hayır’ çıkması toplumsal zeminde belirleyicidir. Büyük kentler, hele İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Antalya, Mersin, Muğla, Denizli, Balıkesir, Zonguldak gibi iller aynı zamanda işçi sınıfının, en alttakilerin illeridir. Erdoğan’ın övündüğü Marmaray, metrobüs, metro, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 3. Havalimanı bu illerdedir. Saray bu illerdedir. Turizm bu illerdedir. Sanayi, ticaret, borsa, bankaların merkezleri bu illerdedir. Toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel ağırlığı olan illerde ‘hayır’ çıktığı için AKP kaybetmiştir.
Gelelim bizim tarafa: Demokratik zeminde belirleyici olan çeşitli renklerdeki ‘hayır’ kampanyalarıdır ve tamamı baskı, gözaltı, tutuklama ve her düzeyde engellemelere karşı başarılı olmuştur. HDP’nin özel olarak enterne edildiği, Cumhuriyet gazetesinin yine özel olarak devre dışı bırakılmaya çalışıldığı OHAL koşullarında ‘hayır’ı savunmak politik cesaret işiydi.
Ancak bu yeterli değil. Karşımızda devleti elinde bulunduran ve burjuva aklıyla bile hareket etmeyen, kör bir siyasal lider ve iktidar partisi, buna payanda olan ırkçı-faşist iki parti (MHP, BBP) ile Hizbullah (Hüda-Par) var. Suriye siyaseti sebebiyle denetimleri altındaki IŞİD var. Bu koşullarda ‘naif’ bir ‘hayır’ söylemi, ‘demokrasi’ye ve ‘yasalara’ riayet hafif kalır. Sanırız CHP’nin handikabı da burada.
Şaibeli, gayri meşru referanduma karşı demokrasi ve YSK’nın kararlarını gözden geçirmesi için nöbete. Sadece protesto değil, hak arama çabası. Bu aynı zamanda gelecek saldırılara karşı da meşru bir direnme zeminidir. CHP ve HDP’nin liderliğinde demokratik direnme. Hayır’ın en güçlü olduğu ilçe merkezlerinde, illerde dayanışma. Bu dayanışmanın kitle örgütü biçiminde konsolide edilmesi mümkün ve gerekli.
Baskılara direnmek, toplumsal ve siyasi hakları savunmak, Mart 2019 yerel seçimlerine, Kasım 2019 milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimine demokratik zeminde hazırlanmak bu surette mümkün olabilir ve sonuç alınabilir.