Bugünlerde cesaret, zıt kardeşi korku gibi her delikten karşımıza çıkıyor. Hayır meclisleriyle, HDP’nin, CHP’nin, kadınların seçim çalışmalarıyla her renkten sokaklara taşıyor, bir gülümsemeyle ya da bir kelimeyle çoğalıveriyor.
Ama Selahattin Demirtaş’ın hakkını teslim etmek gerek. 4 Nisan’da gazetelerde yer bulan, daha doğrusu çok az sayıda gazetede yer bulabilen mesajı, 2013’teki o en kısa grup toplantısındaki “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü aklıma getirdi. Üstelik, gülümseten, “Hadi, olur, yaparız” diyen bu sıcacık mesajı cezaevindeyken yaptı. Ne diyordu Demirtaş mektubunda?
“Cesaret bulaşıcıdır. Tarihi günlerden geçtiğimizi, zorlu bir mücadele süreci içerisinde olduğumuzu hepiniz yakinen takip ediyorsunuz. İktidarın en temel dayanağı korku yaratmak ve bu korkuyu herkese hissettirmektir. Böyle dönemlerde iktidardan korkmak gayet insani bir duygudur; ancak unutmayın ki, cesaret de insani bir duygudur ve korkuyu çocuklarımıza miras bırakmamanın biricik yolu cesur davranmaktır.”
Referanduma günler kala sokaklara çıkanlara, evden çıkamayan ama itirazı olanlara, hayatı hep beraber yaşamak gerektiğine inananlara ulaştı sözü. Ulaştı ki nasıl olduğunu hala tam kavrayamadığım bir şekilde, Twitter aleminde #CesaretBulaşıcıdır etiketi listelerde ilk sıralara yerleşti. İhtimal çoğu sözün sahibini bilmiyordu, olsun. Söz yerini buldu, ihtiyacı olanlarla buluştu.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası hükümetin baskısı sokağın sesini kıstı. Kim olursa olsun kendilerine karşı söz söyleyeni susturdular, gazeteleri, televizyon kanallarını, edebiyat ya da çocuk dergilerini kapattılar; bununla da kalmadı Kürt coğrafyasında şehirler yıkıldı, akademisyenler üniversitelerden atıldı, gazeteciler tutuklandı. Sokakta bir arada söz üretmek bir yana, Twitter’da yazılan muhalif bir cümle bile insanların aylarca tutuklanmasına neden oldu. Bu, henüz susan çoğunluğun, evlerinde, korku içinde belirsiz bir geleceği beklemesi sonucunu da doğurdu. Sadece demokratik hakları savunanlar değil, ekmek parası için mücadele eden işçiler de, kadın hakları için söz söyleyenler de susturuldu. Bir yandan da yanı başımızda devam eden savaş şehir merkezlerinde patlayan bombalarla hayatımızın tam orta yerinde kendisini gösterdi. Bu süreçte en fazla korkuyu büyüttük. 2015’in Temmuz’unda başlayan bir buçuk yıl çoğumuz için birkaç on yıla bedeldi. Bir kısmımız bu ülkeden umudunu kesti, yerini yurdunu bırakıp, ekonomik olarak daha zor koşulları göze alarak başka ülkelerde yeniden yaşam kurdu. Bu paragrafın her bir cümlesinin altında o kadar çok olay, acı, korku var ki yazarken kapkara bir zaman diliminden geçtiğimizi yüreğimde hissediyorum.
Sonra yeni anayasa taslağı adı altında Türk tipi başkanlığı getirdiler gündeme ve referandum, hadi adını doğruca söyleyelim, plebisit çıktı karşımıza. Üstelik kendi başına öyle çok sorunlu maddeyi içeriyor ki, bunca yıllık Ak Parti hükümetini ya da son yıllarda iyice artan baskı ortamını hiç gündeme getirmeden karşı çıkılabilir halde. Aynı anda güçler ayrılığını ve başbakanlığı ortadan kaldırıp, cumhurbaşkanına yeni yetkiler verip, bir de meclisin yetkilerini ve işlerliğini iyice azaltınca hükümetin tahmin etmediği kadar çok kişiyi sokağa çıkardı. “Hayır” dediğini açıkça dile getiren partiler haricinde, “Evet” diyen MHP’nin de tabanının büyük bir kısmı ve kendini herhangi bir partide ifade etmeyen bir sürü kişi şimdi sokakta Hayır için çalışıyor. Hayır’ın bunca farklı rengi olunca da kaç yıldan beridir ilk kez sokaklar rengarenk. Baskılar, saldırılar devam ediyor; Hayırcıların toplantılarına izin verilmiyor, birçok yerde satırla saldırılar oluyor, afişleri kaldırılıyor ama cin çıktı bir kez şişeden, her şeye rağmen sokakları susturamıyorlar.
Referandum için “Hayır” diyenler, geleceklerini kendi iradeleriyle kurmak istediklerini de beyan ediyorlar. Birbirine benzemez bunca Hayır’ın böyle güzel bir koro oluşturması da bu iradeye işaret.
Korkunun bulaşıcı olduğunu gördük, yaşadık, iliklerimizde hissettik geçen yıl. Hele belirsiz bir geleceği korku içinde beklemek en fenasıydı sanırım. Hiçbir yapı taşında kendini var edemediğin, her gün bir sürü açıdan daha da kötüleşen, nefretin arttığı, insan sevgisinin azaldığı bir bugünü yaşamak ve daha da kötü olacağı umutsuzluğu ile yarını beklemek…
Demokratik olmayan baskıcı rejimler ancak kendilerine sürekli yeni düşmanlar yaratarak, taraflarına ve düşmanlarına benzer korkuları aşılayarak varlıklarını sürdürebilirler. Taraftarları için korku, hükmedenin söylediğini sorgusuz ve koşulsuz kabul etme zorunluluğu demektir; bu nedenle nicedir hükümet yanlıları özgün bir cümle bile kuramıyorlar.
Baskıcı rejim, muhalifler için, yaşam alanlarının her gün daha da daralması; içine, evine kapanma ve susma anlamına gelir. Her iki durumda da insanı insanla buluşturmaz, ayırır; sevgiyi değil nefreti çoğaltır. İnsanı besleyen; doğayla, hayatla bağını geliştiren unsurlara; bilime, müziğe, edebiyata, sanata ilgiyi azaltır. Keskin çizgilerle ayrılmamızı ister birbirimizden, gruplar yaratır. Tüm bunları yapabilmesinin tek bir koşulu vardır, içimizdeki korkunun artarak devam etmesi.
Sorgulamaya, merak etmeye, kendi sözlerimizi ve şarkılarımızı söylemeye, fırçalarımızı elimize alıp hayatlarımızı rengarenk hale getirmeye, nefreti bırakıp bir diğerini anlamaya ve sevmeye başladığımızda ise korku yerini cesarete bırakır. Başkanlık plebisiti sözümüzü yeniden ve cesaretle sokaklarda söylememiz için ortam oluşturdu, sırf bu açıdan “hayırlı bir iş” denebilir. Şimdi yeniden cesaretin nasıl bir iyileştirici olduğunu hatırlama zamanı. İnsanların gözlerinden birbirine yansıyan, gülümseten, bugünü anlamlı kılan ve yarını hiçbir rengi eksik bırakmadan beraberce kurmanın cesaretini. Korku ikliminin kibrit çöplerinden kurduğu karanlık, bugün birbirimize aşılayıp, hep birlikte çoğalttığımız cesaretimizle yıkılacak.
Çünkü #CesaretBulaşıcıdır