Bir deliyle tanıştım; tiyatroda…
Oyuncuydu yahut deliyi oynamak üzere kulis odasında provasını yapan bir “deli oyuncuydu.”
Orası, delinin oynadığı yer eskiden bir su dağıtım deposuymuş; Kadıköyü’nde.
Sonradan tiyatroya çevrilmiş.
40 m2′lik diyebileceğim o küçük mekânı bir oda tiyatrosuna çevirmek çabası da tiyatro severlere ait bir tür delilik aslında ama ben bunu işitince tiyatrocumuzun yüzüne vurmadım.
Ne de olsa bir Deli idi, ne olur ne olmaz…
Baştan sona, pek çok ayrıntıyı tasarlayarak bu mekânı bir seyir yerine çevirmiş, Togay ve Damla Kılıçoğlu çifti.
Gittik, Erasmus’un Deliliğe Övgü eserinden yorumlanarak uyarlanmış tek kişilik bir gösteriyi izledik, deliliğin yüceliğini bir kez daha gördük.
Bir saat boyunca bir deliye katlanmak isterseniz, KARMADRAMA Sahnesi sizi bekliyor.
Girişte minicik, sevimli bir fuaye; çay lezzetli, kahve de var, kurabiyeler iştah uyandırıcı. Beklerken atıştırdınız, höpürdettiniz, sol taraftaki minik tuvaleti de kullandınız; sıra geldi, Deliyi izlemeye. Meraklısınız ya, girin içeri, beklemeyin. O sizi bekliyor zaten.
Üç kanatlı bir aynanın konulduğu makyaj masasında kıpırtısız, arkası seyirciye dönük olarak sizi bekleyen Deli, oyunun başlamasıyla önce aynasından size bakacaktır.
Göz göze gelirseniz, biz AKILLILARIN hep yaptığı gibi gözlerinizi kaçırabilirsiniz. Ben Deli bana bakınca aynadan, tersine yansıyan görüntüsüyle, hemen bakışlarımı sanki dekoru inceliyor gibi yaptım ve başka yerlere baktım; tavsiye ederim, işe yarıyor.
Deliyle uğraşılmaz, neme lazım!
Dekor dediğin, “İki kalas bir heves” lafına pek uygundur, ancak gördüğümüz o ki, bir tiyatro kulisindeyiz, ortalıkta giysi askıları, bir sandalye, bahsettiğim aynalı komodin, bir merdiven, ki ne işe yaradığını Deli ona tırmanınca anlıyoruz, sonra duvarlarda çimento kâğıdı cinsinden asılı türlü çizimler…
Delimiz anadan üryan olmaya hazır, ayakta şıpıdık terlik, bir ropdöşambır; bir vakitler Türk Sinemasında böylesini Ediz Hun giyerdi, oradan tanıdık geliyor. Kazınmış bir tıraşlı kafa, kulaklarda küpe. Deli deli kulakları küpeli, tekerlemesi dilimizin ucundadır.
Oyunun ortasına doğru ropdöşambır da fora ediliyor, zavallıyı hafakanlar basıyor galiba, harareti artmış olmalı herhalde… Deli külotuyla kalıyor mu ortalık yerde; e kalır tabii, ona bir şey söylenemez.
Delidir, ne yapsa yeridir!
15.yüzyılın ortalarında Hollanda’nın Rotterdam kentinde dünyaya sonradan akıllı mı, deli mi olacağı bilinmez bir bebek dünyaya geldi. Adını Desiderius Erasmus koydular, fakat sonradan o itiraf ediyordu, “Hiçbir şey benim doğumum kadar bedbaht olamaz” diyordu, evlilik dışı bir ilişkinin çocuğuydu; üvey olarak vasilerin elinde büyüdü. Hiçbir ülkeye hiçbir kültüre bağlı değildi, kendisini hümanist olarak ilan ediyordu, MÖ 4.yüzyılda Protagoras’ın dediği gibi “Dünyada her şeyin ölçüsü insandır!” diyordu. Her şeye rağmen iyi bir eğitim aldı, Latinceyi, Yunancayı ana dili gibi kullanır oldu ve zaten 1536’da hayatını kaybettiği güne kadar bütün eserlerini bu dillerde yazıp bizlere teslim etti.
Antibarbarorum Liber ilk yapıtlarından birisidir; pagan dinlerin varlığı üzerinden insanlığın barbarlık dönemlerini anlatıyor, kendi çağına göre bakılırsa, bugüne getiriyor.
Erasmus’un yapıtları arasında en meşhuru Deliliğe Övgü’dür; Moriae encomiu…
Ünlü dedim ama lafın gelişiydi bu! Ders vermekte olduğum, ülkenin en zor girilen “top ranking” üniversitesindeki öğrencilerime sorduğumda, Erasmus’u sadece bir öğrenci değişim programının adı olarak bildiklerini, onun dışında tarihin bu dev ismine tamamen “bigâne olduklarını” dehşetle gördüm, ki bu ayrı bir mesele ve başka bir yazının konusudur, günü gelir yazar içini döker.
Moriae Encomiu, Erasmus’un İngiltere’ye 1509’da, yakın dostu Thomas More’un evine konuk gittiğinde yazdığı bir eser. Uygarlığımızın kültür bilincine ve iliklerine kadar işlemiş ünlü eser Ütopya’nın müellifi More’un en gözde, verimli ve sözü dikkate alınır, hatırı sayılır zamanlarıdır.
Henüz, karısını boşayıp yerine yenisini almak isteyen kral 8.Henry’yle çatışmamış, onun hiddetini üzerine çekmemiştir More’un ve bu yüzden muktedirlerin 1535’de başını celladın baltası altına koyacakları zamana daha çok vakit vardır; Erasmus’u ağırlayacak, onunla hoş beş edecek zamanı da var.
Erasmus, More’un evinde kaldığı günlerin iç huzuruyla insanoğlunun budalalığını, zavallı ve pespaye güçsüzlüğüne karşın sahte gururunu, her türden riyakârlığı, kötücül olan ne varsa hepsini ortaya koyacağı eserini tamamladı. Deliliğe Övgü’yü ev sahibi, yakın dostu, birlikte Latinceden çeviriler yaptığı meslektaşı More’a ithaf etti. Eserine Moriae başlığını verirken, ev sahibi More’un hoşgörü ve şaka kaldırır insan kişiliğine güveniyordu, zira Latince deli anlamındaki Morus’dan bir cinas çıkarıyordu.
Türkçeye Latinceden harika çeviriler kazandıran Çiğdem Dürüşken’in Deliliğe Övgü adlı Erasmus çevirisiyle on yıl evvel tanışmış olan Damla ve Togay Kılıçoğlu çiftinin o günden bu yana sayfaları damıtarak, kelime kelime süzerek bu dev eserden yola çıkıp uyarladığı tiyatro oyunu, kitabın bir özeti gibi seyredilip “okunsa” yeridir.
Oyun çıkışında, yüzündeki makyajı silip terini kurulayıp nezaketen yanıma gelen Togay Kılıçoğlu’nun şimdi maskesi olmayan bakışlarında bir süre rahatsızlık hissetmeme neden olduğuna bakılırsa, Deli’yi mimetik olarak bana kabullendirmiş olmalıdır.
Togay Beyin deli kahkahası, delice bakışları yavaş yavaş benden silindikçe, insan davranışlarının oyundaki taklidinin gücünü anlıyor oldum.
Deliliği bilgelikle eşanlamlı gören Erasmus’un bu klasik eserinden yola çıkan oyunun bir edebiyat şölenine çevrilmiş ve bu 40 metre karede sergilenen yeni metni, çağlardan bu yana iktidar ve paraya sahip olma hırsının acımasız bir eleştirisidir. Bugün insanlığın tapındığı ne varsa her şeye dair bir felsefi olgunluğun anlatımıdır.
Oyun ise hemen gidilesi, izlenesi bir oyundur.
Ben söyleyeyim de siz tedbirinizi baştan alın, oyunda Deli’nin [Togay Kılıçoğlu’nun] gözlerine bakabilmeniz için biraz sarhoş olmanız gerekebilir, ne demişler “Sarhoştan deli bile korkarmış!”
Gerçi Karmadrama Sahnesini Deli Dumrul gibi tutmuş DELİ’nin bunu pek takacağını da sanmam ya, zira Deliye her gün bayram…
Deliliğe Övgü oyununun ışık ve ses rejisini de Togay Beyin eşi Damla Hanım yönetiyor; tam bir profesyonellik örneğiyle seyrettiğimiz alanı akıllıca yönetiyor; tatlı bir sohbetin sonunda deli olmadığını anladım, rahatladım. Bizden biri yani; biz kimsek?!
Ben bizim Deli’nin anlattıklarını sonradan düşündüm de işin içinden çıkamaz oldum, zira Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış…
Ben kendimi nicedir akıllı tayfasına yazmıştım, Deliyi izledim, hangimiz akıllı biraz şaşırdım.