8 Mart, bu ülkede eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe karşı çıkan bütün kadınların daha güzel bir dünya için haykırışıdır. Ne yaparlarsa yapsınlar, yasaklasalar da, engellemeye çalışsalar da bu böyle olmaya devam edecek. Cin şişeden çıktı bir kez ve kimsenin gücü onu yeniden şişeye sokmaya yetmez.
8 Mart’ın her yıl öne çıkan bir duyurusu, bir teması oldu. Devlet, bu topraklardaki ceberrut geleneğin gerektirdiği üzere, her dönemde kadınlara geri adım attırma çabası içinde oldu. Bir zamanlar, bundan tam 30 yıl önce, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme” diyen bir hâkim çıkmıştı, kadınlar için bardağı taşıran damlaydı ve ilk kez kalabalıklar halinde sokağa çıktık, bağırdık, şarkı söyledik, protesto ettik. Herhalde o hâkim de, yıllardır böyle bilmiş herzeleri bıyık altından savuranlar da böyle bir sonucu tahmin etmiyordu, ama oldu. 1987 Mayıs’ında “Kadınlar Vardır” diyen şarkımızı söyleyip patiskadan yapılan pankartların arkasında saf tuttuk. Dayağa, aşağılanmaya, tacize ve tecavüze, binlerce yıldır bizleri “karnında sıpa, sırtında sopa” taşımaya mahkûm eden bu düzene artık susmayacağımızı, mücadele edeceğimizi dünya âleme bildirdik. İşte cinin şişeden çıktığı an, o andı. Tanıdığımız veya tanımadığımız kadınlarla neşeyle el ele tutuştuğumuz ve kendimizi birlikte güçlü hissettiğimiz o an…
Sonraları da boş durmadı elbette erkek egemen sistem; bakanın biri çıkıp “flört fahişeliktir” dedi, düdük çalıp protesto ettik; fahişelere tecavüze indirim getiren 438. Maddeye karşı mücadele ettik, Mor İğne kampanyasıyla toplu taşıma araçlarındaki tacizci erkekleri teşhir ettik. Kadın mücadelesine “popüler bir moda” diye bakanlar da oldu, “sınıf hareketini bölüyorsunuz” diye soldan soldan höykürenler de, “erkek bulamayan çirkin kadınlar” diye aşağılayanlar da…
Kendi aramızda da tartışıyorduk elbet, bu hepimizi aşağılayan düzene sistem içi çözümler önerenler de vardı aramızda, topyekûn bir devrim olmaksızın kadın mücadelesinin tıkanacağını düşünenler de. Ama ayrımsız hepsi, ilk kez doğrudan kadın taleplerine yönelik olmayan bir eylemde, 1989’da cezaevlerinde başlayan ve devletin duyarsız kaldığı ölüm oruçlarına destek eyleminde buluştu. Çünkü; kendi aramızdaki farklılıklara karşın, hepimiz demokrasi mücadelesinin kadınların özgürleşmesi ile el ele yürüyeceğini ve militer-faşizan-otoriter yapıların en başta kadınlara düşman olduğunu biliyorduk. Kuşkusuz, solun uzun yıllar bize takındığı düşmanca tavır, bu yan yana yürüyüşe engel oldu; 8 Martlarımızı basmaya kalktılar, hemcinslerimizi “bunlar burjuva kadınlar” diye üzerimize saldılar, her fırsatta bizi “bölücü” ilan ettiler ve bir kez bile sol hareket içinde kadınların hep geride olmasının nedenini ve mücadeleyi esas bölen, parçalayan şeyin bu olup olmadığını kendilerine sormadılar.
O yıllar da geçti. Zamanla eski sekter tutumlarında ısrar eden kesimler azaldı ve genel olarak sol, kadınların varlığını, taleplerini, gücünü kabul etmek zorunda kaldı. Hâlâ kadın hakları söz konusu olduğunda bir “bıyık altından” konuşma hali mevcut olsa da pek ciddiye almıyor, zaman kaybı diye değerlendirip işimize gücümüze bakıyoruz. J
***
Gelelim son yıllara. AKP ile geçen son 15 yıla. İlk zamanlarda, yani kendilerini devletin mağdur ettiği kesimlerin ve dolayısıyla sivil hakların temsilcisi olarak gösterdikleri yıllarda, kadın hareketiyle ister istemez bir temas kurmak zorunda kaldılar. Kadınlara kota meselesinde, önce karşı çıktılar, hatta “daimi başkan ve sözcü” Erdoğan, “Kadınlar mal mı ki kota koyalım?” diyerek tersinden bir hamleyle durumu geçiştirmeye çalıştı. Ama sonradan mümkün olduğu kadar fazla kadının partiye üye olması gerektiğini söyleyerek tutum değiştirdiler. Bunda muhtemelen yıllar boyunca üniversite kapılarında başörtü mücadelesi vermiş kadınları görmezden gelemeyecek olmalarının da payı vardı. Nitekim AKP bu kadınları yıllarca yedeğinde tuttu ama onlara haklarını vermek için hiç de acele etmedi.
Kadın hareketinin taleplerine karşı ise ilk zamanlarda “oyalayıcı” bir tutum takındı; talep edilen değişiklik yasalara alındı ama fiiliyat konusunda hiçbir adım atılmadı. Örneğin 2007’de “pozitif ayrımcılık” (Kapsamı “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler” diye genişleterek kadın-erkek eşitliğini telaffuz etmemiş olsa da) maddeleşti ama yasanın uygulanması tümüyle yürütmenin keyfine bırakılmasıyla madde işlevsiz kılındı. Meclis’te Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu kuruldu ama ne bakanlıklarda ne de yerel yönetimlerde bu komisyonun işlevini yerine getirebilmesi için gereken birimler kurulmadı, bu komisyon ne yapacağına ilişkin herhangi bir eylem planına hiçbir zaman sahip olmadı. 2012’de ŞÖNİM’ler (Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri) kuruldu ve derhal 1998’de kurulmuş olan Kadının Statüsünü Geliştirme Merkezleri kapatılarak, tamamen farklı bir işlevi olan ŞÖNİM’lerin içine sıkıştırıldı. ŞÖNİM’ler ise AKP’nin “takiyyeden gerçeğe” evrim sürecinin bir parçası olarak bir “arabuluculuk” merkezine, şiddete uğrayan kadını eve dönmeye “ikna” eden bir kuruma dönüştürüldü.
Söz konusu evrim süreci, hepimizin bildiği gibi 2010 referandumundan sonra gitgide hızlandı ve hep beraber “mağdur’un zalim’e” nasıl dönüştüğünü anlatan filmi izledik.
2012’de AKP kadınlara yönelik ilk açık saldırısını yaptı: Kürtaj yasası. Her zamanki kasaba politikası mantığıyla bir taşla üç kuş vurmak istedi ve hem gündemi değiştirerek Roboski katliamını örtmek, hem de kadınların kazanılmış haklarını gaspetmek için “Her kürtaj bir Uludere’dir” söylemiyle kürtajı yasaklamaya çalıştı. Kadınların Türkiye’nin her yerinde sokaklara çıkmasıyla yasadan geri adım atıldı ama ne gam, AKP fiiliyatta kürtajı gayet planlı adımlarla yasakladı. Yasa kadınlara süre limitiyle kürtaj hakkı vermesine rağmen, bugün hiçbir devlet hastanesi kürtaj yapmıyor. Özel hastanelerden pek çoğu da bu keyfi uygulamaya dahil. Kadınların çoğu merdiven altı uygulamalara mecbur ediliyor.
Kadın cinayetleri artık bir cinskırım düzeyine gelmiş durumda ama hükümetin bu konuda bir raporu bile yok; beceriksizlikten değil, manipülasyon yapmak istedikleri gibi, öldürülen ya da sakat bırakılan kadın sayısını gizlemeye, düşük göstermeye çalışıyorlar. Oysa kadınları öldüren katillerin mahkemelerde kravat takıp “iyi hal indirimi” almalarının; kız çocuklarına tecavüz eden erkeklerin mağdurun bağırıp bağırmadığı ve vajinasına bir şeyin sokulup sokulmadığına bakılarak “tahliye”sine karar verilmesinin; kadının erkeğin “erkekliğine” hakaret ettiği söylenerek katillere “haksız tahrik” uygulanmasının birinci dereceden sorumlusu AKP. Onun “ele geçirdiği”, ele geçiremediğini tehdit ettiği yargı sistemi en başta kadınları vuruyor. Bunu gizlemek ve hâlâ “cennet anaların ayakları altında” masalıyla kadınları uyutmak istedikleri için sürekli bir gizleme, gerçeği çarpıtma derdi içindeler.
Ama kadın istihdamı söz konusu olduğunda, tersine bir manipülasyon söz konusu. Kadın çalışan sayısını yüksek göstermek ve bu sayede “Kadın istihdamını artırdık” diyebilmek için İŞKUR ve İSMEK’in iki günlük meslek edindirme kurslarına katılan kadınları sigortalı göstererek, evde engelli yakınına bakarak devlet yardımı alan kadınları çalışan kadınlara dahil ederek gerçeği tersyüz ediyorlar.
Oysa AKP politikaları, kadını eve kapatma ve aile içinde konumlandırma gayretinde. Bu yaklaşım, tıpkı bir giysinin dikişinin patlaması gibi zaman zaman patlayıveriyor ve maskeleri düşüyor. Hepimiz biliyoruz bunları diyeceğim ama pek de öyle değil; yandaş medya artık yandaştan da öte bir mafya gibi çalışıyor ve gerçeği yazanları tehdit ediyor; dolayısıyla manipülasyonlar bol bol bütün kanallarda ve gazete denilemeyecek kağıt parçalarında yayılırken, gerçeğe ancak araştıran, merak edenler ulaşabiliyor. Ama ulaşabilen çok sayıda kadın var neyse ki… Hepimiz adına sesleniyorum size sayın “fıtrattan” kibirli beyler:
Biz sandığınızdan çok daha fazlayız, buradayız, hiçbir yere gitmiyoruz. Bu 8 Mart’ta da şarkılarımızla, halaylarımızla, öfkemizle ve kahkahalarımızla bir kez daha son sesimizle bağıracağız: HA HA HA HAYIR!
Bir kez daha buradan yazalım şu ağızlarının köşesinden pırtlayıverip etrafa saçılan incileri; belki sosyal medyanın herkese ulaşabilme gücü bize yardım eder.
“Kimse bakire olmayan biriyle evlenmek istemez. Kaçıran kişi ırzına geçtiği kızla, bekareti bozulduysa evlenmeli, evlenince de cezadan kurtulmalı” (Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in Danışmanı Prof. Doğan Soyaslan, Meclis’teki yeni TCK tartışmaları sırasında, 2003)
“Türk kadını evini süsüdür” (Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2005)
“Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” (Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul’da öldürülen Münevver Karabulut’a ilişkin anne ve babasına seslenerek, 2009)
“Kadınlar iş aradığı için işsizlik fazla” (Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, 2009)
“Evdeki işler yetmiyor mu?” (Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, kadınların “İş istiyoruz” sözlerine verdiği cevap, 2009)
“Kadın mıdır kız mıdır?” (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hopa’daki protesto sırasında yaralanan kadın gösterici hakkında, 2011)
“Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, ya kiralıktır ya da satılık” (AKP’li Süleyman Demirci, sosyal medya hesabından başörtüsü takmayan kadınlara ilişkin, 2011)
“Tecavüze uğrayan kadın da kürtaj yaptırmamalı” (TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı ve AKP Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün, 2012)
“Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, anası ölsün” (Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 2012)
“Evli bir bayanın cinsel organı hakkında açıkça konuşması karşısında yüzüm kızardı” (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP milletvekili Aylin Nazlı Aka’nın kürtaj tartışması sırasında kullandığı “vajina” sözüne karşılık, 2012)
“Kadına yönelik şiddet algıda seçicilik, abartmayın” (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, kadın cinayetlerini veren medyayı hedef alarak, 2013)
“Kızlı erkekli eğitim yanlış” (Meclis Başkanvekili ve AKP Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, karma eğitimi kaldırmaya dönük çalışma yapılacağını dile getirerek, 2013)
“Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam bunların gerçeği bu diye, ahlaksız olurum değil mi?” (AKP Tokat milletvekili Zeyid Aslan, kadın gazetecilere, 2013)
“Öyle bir kıyafet giymiş ki…” (AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bir kanalda yarışma programı sunan kadın sunucu için, bu açıklamadan sonra sunucu işten atıldı, 2013)
“Çığlık atmayı öğretin” (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, çocukların cinsel istismara uğramamaları için annelere çağrıda bulunarak, 2014)
“Kadın erkek eşitliği fıtrata terstir” (Tayyip Erdoğan, Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, 2014)
“Kadın iffetli olmalı, herkesin içinde kahkaha atmamalı” (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 2014)
“İstismarcı erkek özür dilerse affet, evlilik birliğini sürdür” (Diyanet İşleri Başkanlığı Alo Fetva Hattı, babasının cinsel saldırısına maruz kalan 15 yaşındaki çocuğun annesi, “Eşim özür diledi, ne yapayım?” diye sorması üzerine verilen cevap, 2014)
“Kadınlar için tek kariyer annelik” (Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, yılın ilk bebeğini ziyaret ettiği sırada, 2015)
“Kadın olarak sus!” (Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, HDP vekili Nursel Aydoğan’a, 2015)
“Kadına şiddet demek konuyu büyütüyor” (Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun eşi Doktor Sare Davutoğlu, 2015)
“Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Kadından alacağımız eğitime ihtiyacımız yok” (Trabzon Of ilçesi AKP’li Belediye Başkan Vekili Halil Alireisoğlu, afet ve acil durumlarla ilgili eğitim veren müftülük çalışanı Ayşe Yılmaz’ın konuşmasına cevaben, 2016)
“Ben sana haddini bildirmeye çalışıyorum” (AKP vekili Sait Yüce, Meclis’te Boşanmaları Araştırma Komisyonu toplantısındaEşitlik İzleme Kadın Grubu’ndan (EŞİTİZ) avukat Hülya Gülbahar’a hitaben, 2016)
“Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun eksiktir, yarımdır.” (Cumhurbaşkanı Erdoğan, kızı Sümeyye Bayraktar’ın başkanı olduğu KADEM derneği toplantısında, 2016)