Referandum sath-ı mahallinde olmamız sebebiyle gündem doğal olarak bu konu etrafında şekilleniyor. Partilerin açıklamaları, anketler, hayır kampanyası yapanlara yönelik baskılar, kollukça hayır seçeneğinin ‘halk arasında kin ve nefret duygusu yaymak’ kategorisine alınması, HDP’li vekillere, partililere, sivil toplum kuruluşlarına ve tek tek bireylere yönelik operasyon ve tutuklamalar… artık çok daha net bir şekilde görünür hale geliyor.
Kuşkusuz bütün bunlar önemli ve üzerinde durulmalı. Ancak kabul etmeliyiz ki, bir halk oylamasının yönünü değiştirebilecek olan esas olarak bunlar değil. Mitingler bile bir ölçü olarak alınmamalı. Dip akıntılarına bakılmalı. Yani milyonlarca emekçiyi, işçiyi doğrudan ilgilendiren, onlara değen noktalara yoğunlaşılmalı, faaliyetlerin zemini buralar olmalı.
Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) otomatik olarak kaydedilen büyük fabrika ve işyerlerinin çalışanlarının yüzde 35’inin, yani yaklaşık olarak 690 bin çalışanın sistemden çıkmak üzere dilekçe vermiş olması ve ay sonuna kadar bu sayının 900 bini aşacağının beklenmesi üzerinde duralım. Üstelik sendikaların cılız güçleri ve ciddi bir kampanya bile yürütmedikleri düşünülürse, sistemden çıkış hareketini aşağıdan gelen bir tepki olarak görebiliriz.
Abartmamak kaydıyla, işçi sınıfının özellikle de büyük işyerlerindeki çalışanların kendilerine dayatılan ‘zorunlu’ tasarrufa karşı çıkışları, işçi hareketinin uzun süredir devam eden sessizliğini bozmaya dönük bir silkiniş sayılabilir mi? Henüz bilmiyoruz. Ancak, başka örneklerle birlikte düşünüldüğünde (OHAL’e rağmen grevlerini 3 gün sürdüren otomotiv işçileri gibi), sınıfın sessizliğini bozabileceğinin bir emaresi sayılmalı.
Grevlerine sahip çıkıp OHAL’e tavır alan metal işçisi de, BES’ten çıkan büyük işyerlerinin çalışanları da bilerek veya bilmeyerek ‘devlet’ ve ‘iktidar’’a karşı tutum alıyor. Bu, patronlarına karşı bir eylemden çok daha farklı bir düzeydir ve bu hareketin politik yönünü iktidardakilerin çok iyi gördüklerinden eminiz.
BES, 45 yaş altı yaklaşık 13 milyonun üzerinde işçi ve memuru ilgilendiriyor. 1 Ocak’tan itibaren peyderpey otomatik olarak sisteme dahil edilmeye başlandılar. İlk aşamada bin kişi ve üzerinde çalışanı olana özel sektöre ait işyerlerindekiler sisteme dahil edilecek.
Memurlar (genel ve özel bütçeli idareler) ve 250-1000 çalışanı bulunan özel sektör 1 Nisan 2017’de sisteme geçecek. Daha sonra diğer işyerlerinde çalışanlar sisteme dahil edilecek ve son girişler 1 Ocak 2019’da olacak.
BES’in çalışanlara ekonomik bir getirisi olmayacak
Nitekim, BES kesintisi prime esas kazancın yüzde 3’ü kadar olacak; en düşük kesinti 53 lira, en yükseği ise 340 lira olacak. 10 yıl birikse ve sözü edilen üç yıl sonra devlet katısı ilave edilse bile getirisi düşük, riski yüksek ve sigorta şirketlerinin parayı kullanma biçimlerine devlet güvencesi de yok. Örneğin ayda 100 lira kesilen bir çalışanın 10 yıl sonra 152 lira alacağı hesaplanıyor.
Öyleyse, BES çalışanların değil AKP hükümetinin, sigorta şirketlerinin ihtiyacı için uygulamaya konuluyor diyebiliriz. Hükümetin acil nakit sıkıntısı olduğu biliniyor. Ekonominin çarklarının dönmesi için ‘sıcak para’ya ihtiyaç var ve uluslararası nedenlerle Türkiye’ye yabancı sermaye girişi gibi turist girişi de azaldı. BES milyonlarca çalışandan otomatik/zorunlu kesilecek ‘sıcak para’ demektir. Çalışanlar buna ‘Hayır’ diyor!
Elindeki verilere dayanarak bunu daha önce gören AKP kurmayları alelacele Varlık Fonu’nu devreye soktular. Bu fon aracılığıyla nakit kapasitesi yüksek bankalar eliyle hem THY gibi şirketlerin zararları karşılanacak hem de sıcak paranın denetimi hükümetin ya da Başkan’ın ihtiyaçlarına göre hızlıca yön değiştirebilecek.
Seçimler, referandum gibi önemli kavşaklarda AKP ve Erdoğan’ın para kaynaklarıyla siyasal yönlendirme imkanlarını zorladıkları biliniyor. Nitekim örtülü ödenek ve cumhurbaşkanlığı bütçe rakamlarındaki hızlı yükseliş, denetimsiz para ihtiyacının bugüne kadar görülmemiş seviyeye ulaştığını gösteriyor. Buna bir de savaş politikaları sebebiyle askeri harcamaları eklemeliyiz.
Maliye Bakanının açıklamalarına göre; örtülü ödenek harcamaları geçen yılın Ocak ayıyla karşılaştırıldığında yüzde 60 artarak, bir ayda 164 milyon liraya yaklaşmıştır. 2016 yılındaki harcama ise1 milyar 616 milyon lira olmuştur. Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanlığına 1 milyar 345 milyon lira, silaha 2 milyar 713 milyon lira ayrılmıştır.
BES’ten çıkış rakamları çalışanların iktidara rızasının ve desteğinin azaldığının bir göstergesidir. Güya rızaya dayanan ancak zorunlu tutulan bu sistem işlemeyince Varlık Fonu devreye sokuldu. Fonun rızaya ihtiyacı yok, hükümetin kaybedecek zamanı yok. Varlık Fonu Başkanlık sistemini deşifre eden bir sistem. Başkanlık, Varlık Fonu’nun siyasal bir ifadesi.
Dolayısıyla referandumda hayır demenin siyasal olduğu kadar ekonomik bir yanı da olacak. Oylamada belirleyici olacak güç en alttakiler, çalışanlar ve işçi sınıfının kendisinden başkası olmayacaktır. Bu nedenle çalışanların ve işçi sınıfının kendi ekonomik, politik ve sınıf çıkarı referandumda “Hayır” oyu vermesini, işyerlerinde ve fabrikalarda “Hayır”’ı örgütlemesini gerektiriyor.