Anket sonuçlarında ‘Hayır’ seçeneğinin önde olduğu kabul ediliyor. Bu bir veri de olsa, referandum sathı mailine yeni girildiği için seçenekler arasındaki fark her iki yönde de değişebilir.
Anayasal sistemde değişiklik öngören bir referandumda sadece anket şirketlerine bakarak karar vermek meseleyi hafife almak olur. Mesele ‘yönetim’, ‘sistem’ ve ‘rejim değişikliği’ ile ifade edildiğine göre, anket sonuçlarını izlemekle birlikte, tarafların sosyal kriterlerine de bakılmalı.
Yani toplumsal ve sınıfsal güç dengelerinin neyle yüklü olduğu önemli. Referandumun sonucu ne olursa olsun, hayat devam edeceği için tarafların ve sınıfların mücadele içinde mevzilerini tahkim kabiliyetine ve güçlerini seferber edebilme özelliklerine de bakılmalı.
Hal böyle/önemli olunca; hem referandum hem de sonrası için konuşacaksak, tarafların/sınıfların seçeneklerini içeriğiyle savunabilme kapasitelerine, ülkenin her yerinden oy alabilme yaygınlıklarına, egemen sınıf bloğunu parçalama/ya da birleştirme gücüne bakılmalıdır. Daha somut konuşacak olursak, ‘Hayır’ seçeneği içerikçe savunulabilmekte, yaygın kabul görmekte, egemen sınıf blokunu parçalamaktadır.
Bu bakımdan ‘Evet’ sadece belirli çevrelerle sınırlı kalırken, daha ideolojik bir savunmaya zorlanıyor. AKP-MHP milliyetçi bloğu ‘Hayır’ oyu vereceklerin siyasal kimliklerini ‘terörize’ edip hedef göstererek, “onlar evet dediği için biz hayır diyoruz” demeye getiriyor. Onlara göre Kürtler ve aydınlar PKK’lı, yüzbine yakını kamudan ihraç edilen Gülen cemaati taraftarları darbeci ve FETÖ’cü, Aleviler ve hatta CHP, DHKP-C’li…
“Neden Evet” sorusuna verebildikleri tek yanıt “Liderimiz Tayyip Erdoğan’a güveniyoruz, canımız feda” vb. düzeyini aşamıyor.
‘16 Nisan Referandumunda ‘Hayır’ diyenler, tek adam rejimine karşılar, yönetim değişikliğinin demokratik olmadığını düşünüyorlar, kuvvetler ayrılığını, parlamenter sistemi tercih ediyorlar. Daha çok demokrasi ve özgürlük istiyorlar. Onlar ise bütün medya, kolluk, üniversite ve yargı denetimlerinde olmasına rağmen bir referandumu bile ancak OHAL koşullarında yapabiliyorlar. Fark bu. Onun için moral motivasyon, psikolojik ve politik üstünlük bizde.
Gelelim referandumun arka planına. ‘Evet’ cephesinin durumu burada da vahim.
Sınıfsal güç dengelerinde küçük ama sahici dönüşümler var. OHAL’e rağmen ileriye doğru hamle sayılabilecek grevler ve başarılı toplu sözleşmeler yapılıyor. Kasım-Şubat döneminde İzmir’de İZBAN metro grevi, Karabağlar belediye işçilerinin grevi, 2.200 otomotiv işçisinin grevi hep başarıyla sonuçlanmıştır.
Bireysel Emeklilik Fonu işçilerden kitlesel ret cevabı alıyor, fondan ayrılma dilekçeleri veriliyor. İktidar ise, Varlık Fonu’nu aceleyle devreye sokarak nakit sıkıntısına geçici çözüm arıyor, THY gibi büyük şirketlerin 3,5 milyar doları bulan zararlarını kapatmaya, büyük projelere finans kaynağı bulmaya çalışıyor.
Merkez Bankası daha yılın başında, yıllık enflasyon tahminini 2 puan artırarak yüzde 8’e çıkartmak zorunda kaldı. Ekmekten benzine, dövizden altına yaşanan fiyat artışı, büyüyen işsizlik, vb. sebeplerle ekonomik krizin daha sert hissedileceğinin işaretleri var.
Dış politika hesaplarında ise, Türkiye ve AKP iktidarı için giderek maliyet artıyor. Hem asker ölümleri artıyor hem de girilen ittifaklar arasında çizilen zik zaklar dikiş tutturulamadığını gösteriyor.
Demek ki, sadece anketlerde, içeriğin savunulmasında değil, zeminde de ‘Hayır’ güçlü. Referandumdan çıkacak sonuç bu siyasal, ekonomik ve jeopolitik zeminde karşılık bulacaktır.
Son ve önemli olan ise, tarafların seferberlik gücünün ne olacağıdır. Tüm objektif verilere rağmen ‘Hayır’ cephesinin değişik bölükleri kendi kulvarlarında bir kitle seferberliği yaratabilirse, bu herşeyden önemli olur. ‘Hayır’ sonucunu etkiler, aradaki farkı açar.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem halkoylaması seçeneklerine sığmayacak. Toplumun alt kesimlerinde yaşanan fay kırılmaları, dipten gelen dalgaya dönüşebilir ve bir dizi sosyal depremin tetikleyicisi olabilir.
Bu nedenle AKP-MHP milliyetçi bloğu ve lideri Tayyip Erdoğan seçeneklerini savunamıyorlar. Yine bu nedenle ‘Hayır’ seçeneğine karşı fikri değil, kollukla müdahale ediyorlar. KHK ile görevlerine son verilen öğretim üyelerini darp edip gözaltına alıyorlar ama her yerde de bir direniş, karşı duruş, boyun eğmeme, itaat etmeme hali gelişiyor. Yapılması gereken kendi kulvarımızda bunu örgütlemektir.
Gerekçelerimizin bolca anlatıldığı bu dönemden hızla taleplerimiz için eyleme, örgütlenme ve kitle seferberliğine doğru ilerlemenin yollarını bulmalıyız… Bu davet bizim…